Metin Kurt’un farklılığı
Günümüzde spor, kitle iletişim araçlarının da desteğiyle ekonomik açıdan oldukça kazançlı bir pazarlama aracı olarak ticarete dâhil edilmiş ve endüstrileşmiştir. Haliyle, futbolun da endüstrileşmesiyle birlikte profesyonel ve amatör futbol ekonomik bir sektör ve bir çalışma alanı haline gelmiştir. Endüstri ürünü haline getirilen futbolu sadece 90 dakikalık bir maç üzerinden değerlendirmek doğru olmaz. Popüler kültürün bir enstrümanı olması nedeniyle kitlesel çekiciliği, futbolu oyun olmanın ötesinde bir kültür endüstrisi haline getirmiştir. Bu da kitlelerin, kendi istekleri dışında sektörün taleplerini karşılayan tüketiciler haline getirilmesine neden olmuştur. Bu noktada futbolun üretim şekli, kapitalist sistemin talepleri doğrultusunda iktidarlar tarafından yeniden biçimlendirilmiştir.
Futbolun diğer ekonomik sektörlerle ve paydaşlarla girdiği ticari ilişkilerin değer kazanması, kapitalist sistem ilişkileri içinde yerini almasını kolaylaştırmıştır. Kulüplerin şirketleşerek borsada yerlerini alması, oyunun asıl üreticileri olan futbolcuların da bu ticari dönüşümden bilerek ya da bilmeyerek etkilenmelerini kaçınılmaz kılmıştır. Bu süreçte oyuncunun değeri yalnızca asist, gol, pas gibi yeteneğini temsil eden faktörlerle değil; bilet ve ürün sattırabilme, reklam ve sponsorluk geliri sağlama gibi sermayeyi artıran unsurlarla da belirlenerek bir meta haline getirilmiştir. Ayrıca ekonomik üretim mekanizmaları arasına giren futbol, sınıf çatışması üzerinden kendi iç dinamiklerine de sahip olmuştur.
Ülke futbolunda işçi ve emek kavramı açısından hak arama mücadelesine girişen ilk kişi Metin Kurt’tur ve artık bu konuda simgeleşmiş bir isimdir. Metin Kurt, ülke futbolunda sendikal mücadeleyi Ete kemiğe büründüren kişidir. Bugün hâlâ karşılaşılan, özellikle alt liglerde gözden uzak oynayan oyuncuların içinde bulundukları koşullar ve emeğin karşılığı olan ücreti alamama sorununa o dönem sessiz kalmamış; bunu bile bile, sosyal ve ekonomik imkânlarını tehlikeye atarak futbolunun en parlak çağında yapmış olması da giriştiği mücadelenin düşünsel ve felsefi zeminini anlamlı kılmaktadır.
Sendika, emeğin değerini korumak ve karşılığını almak için kurulmuş bir sivil toplum örgütüdür. İşçilerin üretimden gelen güçleri sayesinde sermaye karşısında yaşam güvencelerini sağlamak için verilen mücadelenin alanıdır. Metin Kurt ve arkadaşlarının verdikleri mücadele de bu içeriğe sahipti. Gündeme getirilse de getirilmese de bunun bir düşünsel dayanağı vardı.
İlahi adaletin olmadığı bir dünyada, uğradığı haksızlığın hesabını sorma cesaretini başka bir dünyaya bırakmadığı için Metin Kurt, haklı olarak maç primlerinin akıbetini sorma yoluna girdi. Tabii ki bunun karşılığını suç olarak gören kulüp yönetimi, olayı manipüle ederek hem direnci kırmak hem de kendilerini haklı çıkarmak için – dernek statüsündeki kulüp başkanı veya yöneticisi olmalarına rağmen – ülkedeki sermaye anlayışının tüm temsilcilerinin yaptığı gibi hak aramayı “komünist” ya da “anarşist” yaftalarıyla damgalamaya çalıştı. Bu iki kavramın içeriği çok iyi bilinmediği, hatta bilerek tartışma konusu yapılmadığı için, sermaye tarafından kitlelere kolayca bir korku nesnesi olarak sunulabiliyordu. Asıl mesele ise, onların kendi korkularıdır. Tek amaçları, futbolcuların bir bütün olarak bir araya gelmesini önlemekti. Oysa ideolojik düşüncelerin suç olması mümkün değildi; ama suçlanmışlardı.
Bu tavır karşısında gerçekleştirilen “antrenmana yarım saat geç gitme” protestosunun hemen ardından kadro dışı bırakıldılar. Süreci takip eden dönemde bazı........
© Birgün
