menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Üç dedenin öyküsü

69 10
wednesday

Tarihçilerin bile gözünden kaçmış zamanlarda, dağların gölgesine sinsice sinmiş, haritalarda adını arasan da bulamayacağın, bulsan bile okuyamayacağın, belki de hiçbir pusulanın göstermeyeceği kadar manyetik alanların kesiştiği yerde bir köy vardı. Adı “Ussuzlar Köyü” idi ama kimseler neden böyle dendiğini bilmezdi. Belki de en usluların en ussuzlara dönüştüğü bir noktaydı burası. Aklın, insanın zihni halay çekerek terk ettiğinde geldiği yerdi belki de… Bir akıl mezarlığı…

Bu köyde üç dede yaşardı: “Körhasan Dede”, “Dede Dilsüzen” ve “Düdükçü Dede”. Her biri bir vakitler köyün çocuklarına ceviz kabuğundan düdük yapan, yağmurlu günlerde bacalardan içeri masallar üfleyen, zorda kalana yardım eli açan insanlarken; yaşlandıkça gözleri paraya, kulağı alkışa, dilleri vaatlere bulanmıştı. Dedeliğin de verdiği yetkilere dayanarak giderek semirmiş, tersolaşmışlardı.

Körhasan Dede, sokakta yürürken bile kendi kendine sürekli “Güç kimin haklı olduğunu değil, kimin kuvvetli olduğunu gösterir” derdi. Her söze “Ben bu köyün en çok kitap okuyanıyım, akıllı olun!” diye başlar, ardından odun gibi, vasat ve anlamsız fikirlerini sıralardı. Dede Dilsüzen ise söz oyunlarının ustasıydı: “Köyün iyiliği için, köyü dolaba sığmayan bir karpuz gibi ayırmamız gerekir” deyince, köylüler başta anlamasa da sonra anlamamış olmaktan utanıp, anlarcasına alkış tutardı. Düdükçü Dede ise düdüğünü öttürdükçe köyün delikanlılarının akılları kaybolur, gençler sağa sola koşar, çarşı........

© Birgün