ABD’nin Ukrayna açmazı
Alaska’daki Trump-Putin zirvesiyle ilgili olarak, karşılama sırasındaki jestler, arada verilen mesajlar, liderlerin beden dilleri fazlasıyla öne çıkarıldı. ABD dış politikasına dair tartışmaların ABD Başkanı Donald Trump’ın anlık, günlük açıklamaları ve eylemleri üzerinden okunması alışkanlığı giderek yaygınlaşıyor.
Trump’ın birçok konuda çelişkili ve gelişigüzel davrandığı çok net. Ama bunlar daha çok onun siyaset yapma tarzının bir sonucu. Arka planda ise o tarzın içeriğini dolduran siyasal tercihler var ve yönteme dair tartışmalar içeriği gölgelemeye başladı. Bu yazıda ilk olarak Alaska’daki Trump-Putin zirvesi üzerinden ABD’nin Rusya politikasındaki değişimin Trump’ın kişisel tercihlerinden değil, yeni bir siyasete geçiş ihtiyacından kaynaklandığını tartışacağım.
İkinci olarak, küresel dengelerdeki değişimin ve Ukrayna’daki savaşın gidişatının ABD’yi daha çok zorladığını ve onu Rusya’ya ödün vermek ile Çin’in yanına itmek arasında bir ikileme sıkıştırdığını ele alacağım.
Rusya’nın coğrafi, tarihi, toplumsal, kültürel olarak Batılı mı Doğulu mu olduğu tartışmalı bir konudur. Ama 1990’lardan itibaren stratejik olarak ABD ve Avrupa Rusya’yı Batı sisteminin bir parçası olarak gördü ve kendisine yakın tutmak için 1992’den beri çaba harcadı.
Bill Clinton döneminde Rusya Öncelikli politika (Russia First policy), 1994-2000 arasında Çeçenistan’da yaşananlara herhangi bir tepki gösterilmemesi, Rusya’nın G-7’ye dâhil edilerek G-8’in oluşturulması, Kafkasya ve Orta Asya’da Rusya’ya nüfuz alanı tanınması bu politikanın sonuçlarıydı. Rusya’nın 2008’de Gürcistan’da Güney Osetya ve Abhazya işgallerine bile ABD ciddi bir tepki göstermedi. Hatta Obama-H. Clinton ikilisi 2011’de “sıfırlama” (reset) politikasıyla ilişkileri yenilemeye çalıştı. Ancak, 2014’te Rusya Kırım’ı ele geçirince G-8’deki üyeliği askıya alındı ve sınırlı yaptırımlar dışında yine etkili bir karşılık verilmedi. Rusya ise bu dönemde Doğu Avrupa ülkelerinin NATO üyeliklerinden rahatsız oldu.
Ukrayna Savaşı başlayınca Batı sistemi içinde iki yaklaşım öne çıktı. Joe Biden yönetiminin ve Avrupalı müttefiklerinin paylaştığı ve Rusya’yı tehdit olarak gören yaklaşım ile Rusya’yı dışlamanın stratejik maliyetinin daha büyük olacağını savunan pozisyon.
Biden yönetimi, AB üyeleri ve İngiltere bu ilk pozisyonun savunucularıydı ve Trump’a kadar bu politikayı uyguladılar.
Amaçları;
Rusya’yı Ukrayna sahasında askeri olarak yormak, ekonomisini zayıflatmak ve uluslararası alanda imajını yıpratmaktı. Diğer bir deyişle, Ukrayna topraklarında bir vekâlet savaşı yürütmekti. Rusya şaşırtıcı biçimde bu üç hedefle de baş edebildi ve savaşı sürdürebilme kapasitesinin olduğunu gösterdi. İngiltere hariç AB ülkeleri bu yüzden artık ağır bir stratejik ve mali yük getiren bu savaşın bitmesini istiyorlar. Toprak konusunu ise Ukrayna’nın karar vereceği bir sorun olarak görüyorlar.
Bu yaklaşımı savunanlar ayrıca Rusya’nın yatıştırma politikasıyla dizginlenemeyeceğini söylüyorlardı. Buna göre Rusya’ya Gürcistan’da ve Kırım’ın ilhakında göz yumulmuş ama Rusya bu kazanımlarıyla yetinmek yerine bu kez Ukrayna’yı işgal etmişti. ABD’de Trump’a kadar bu görüş hâkim oldu.
Diğer yaklaşım ise ABD içinde bulunan ve stratejik olarak Rusya’yı gerekirse........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
John Nosta
Daniel Orenstein