Acıdan sıyrılan
‘The Revenant’ın senaristinin kaleme aldığı ‘American Primeval’dizisini izledim. İki yapımda da ortak bir damar vardı ama beni en çok çarpan, yüzbaşının savaşın ortasında günlüğüne yazmaya devam ettiği sahne oldu. Çürümüş bir toplumun içinde geleceğe not düşerken, bir baykuşun ay ışığında nasıl gözüktüğünü kaydetmeyi de ihmal etmiyordu. Bu sahne, bana umudu düşündürdü. Düşünsenize, dev bir tsunami dalgası üzerinize gelmeden hemen önce kumsala kapitalizmin doğayı nasıl yok ettiğini yazmaya çalışıyorsunuz. Bu aptallık mıdır, yoksa her şeye rağmen umutlu olmanın işareti mi?
Kıyametin gölgesinde insanı yazmaya zorlayan nedir? En korkunç koşullarda bile insanda iletişim dürtüsünün devam ettiğini söyleyebilir miyiz? Bir biçimde umut etmekten vaz geçilemediğini mi gösterir kumsaldaki o yazı?
Günümüz muhalif siyasal hareketlerin en önemli hatalarından biri, ‘yanlış yerleştirilmiş umut’ olageldi hep. Bir tür geleceğe dair aşırı iyimserlik hali. Kötülerin sonunda kaybedeceğine, iyilerin mutlaka kazanacağına dair boş teselli. Dizideki yüzbaşı da muhtemelen buna inanıyordu, yazdığı günlüğü birilerinin bir gün okuyup her şeyi........
© Birgün
