Grev okulundan dersler
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde (İzBB) DİSK üyesi Genel-İş sendikası tarafından 29 Mayıs ile 4 Haziran 2025 arasında uygulanan ve 23 bin işçiyi kapsayan 7 günlük grev sadece sendikacılık, emek mücadelesi açısından değil, toplumsal muhalefet, siyaset ve gazetecilik açısından da derslerle dolu, Türkiye’nin yakın tarihinin en önemli grevlerinden biri oldu.
Sosyalist literatürde grev işçi sınıfı için bir “okul” olarak tanımlanır. Ancak İzmir grevi sadece işçiler için değil, aralarında sosyal demokratların ve sosyalistlerin de olduğu farklı siyasal ve toplumsal kesimler için de bir okul oldu. Bir bölümü ne yazık ki grev okulunda sınıfta kaldı. Grev günümüz Türkiye’sinin toplumsal muhalefetinin kırılgan yapısı, sendika siyaset ilişkileri, gazetecilik, kamu yöneticiliği, kitle psikolojisi gibi pek çok alanda derslerle doluydu. Bu kadar yaşamsal bir grevin ardından önemine uygun, soğukkanlı, dezenformasyondan ve manipülasyondan uzak yapıcı değerlendirmelere ihtiyaç var.
Başından beri grevin esas nedenini ve uyuşmazlık konusunu belirgin hale getirmeye çalıştım. Sosyalist bir akademisyen ve emek hareketi içinde uzun deneyimi olan biri olarak dünya görüşüm gereği grev sırasında işçilerin ve sendikanın haklı taleplerinin yanında durdum ve bunların kamuoyunda doğru anlaşılması için çaba harcadım. Uyuşmazlık konusu “eşit işe eşit ücret” meselesiydi, çeşitli nedenlerle kamuoyunda bunun yerine başka tartışmalar yaşandı ve çarpıtmalar yapıldı. Bu yazımda bunların yanında grevin etkilerine ve grev sonrasına da değineceğim.
İzmir grevi büyük bir kuşatma altında yaşandı. Denebilir ki Türkiye’nin yakın tarihinde hiçbir grev bu kadar tartışılmadı, bu kadar iftiraya uğramadı ve bu kadar hedef tahtasına konulmadı. Bu grev üstüne konuşulacak şey var: Emek okuryazarlığının düşüklüğü, çalışma ilişkileri konusunda bilgisizlik, greve tahammülsüzlük, işçiyi hakir görme, nobranlık, siniklik, utanç… Ne ararsan var. İşçilerle muhalefetin bir bölümü arasındaki kırılma, sendikalarla toplum ilişkilerindeki fay hatları, sendika-siyaset-parti ve yerel yönetimlerin çalışma ilişkilerindeki sorunlar grevle birlikte gün ışığına çıktı.
Grev sonrasında yapıcı bir tartışmanın yararlı ve gerekli olduğunu düşünüyorum. İzmir grevi herkes için derslerle dolu bir okuldu. Çıkarılacak çok ders, tartışılacak çok konu var. Ancak bu tartışma yapılırken spekülatif ve dezenformasyona dayalı bir yaklaşım ile sarkastik, alaycı ve aşağılayıcı bir söylemden özenle kaçınmak gerekir. Böylesi zehirli bir söylemin, emek hareketine ve sınıf meselesine bir yararı yok. Ayrıca bu tartışmada solcular için sınıf pusulasının kaybedilmemesinde büyük yarar var.
İzmir grevi üstüne çok şey söylendi. Greve ilişkin yorumların cüzi bir bölümü anlamaya değil suçlamaya ve hakarete dönüktü. Bu lümpen söylemleri dikkate almaya gerek yok. Ancak çok sayıda samimi, yapıcı ve ilerletici eleştiri olduğunu görüyorum. Bunlar kesinlikle dikkate alınmalı.
Greve karşı yaygın bir dezenformasyon ve manipülasyon yapıldı. İşçilerin talepleri çarpıtıldı, sendikacıların söylemleri bağlamından koparıldı, yalan bilgiler dolaşıma sokuldu. Muhalif medyanın bir bölümü grevde iyi bir sınav vermedi. Sosyal medyada dolaşan her görseli ve sözü gerçek sanıp fikir yürütmek ve haber yapmak büyük zaaftı. Önce doğru bilgi edinip sonra fikir yürütmek lazımdı.
Bu safsata ve çarpıtmalara sokaktaki muhalif yurttaş kadar çok sayıda solcu ve muhalif gazeteci ile “kanaat önderi” de alet oldu. İbret verici örnekler yaşandı. Grev sırasında ortalıkta dolaşan iddiaların büyük bir bölümünün asılsız olduğu ortaya çıktı. Ancak iş işten geçti ve adeta bir sosyal medya linci yaşandı.........
© Birgün
