menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bu dünyadan Ziad Rahbani geçti…

21 16
28.07.2025

“Her anne için evladı en kıymetlisidir. Ama Feyruz için Ziad, yalnızca bir evlat değil; hayatın, sanatın ve varoluşun kendisiydi. Onun varlığı ne sadece aileye ne de yalnızca sanata dair bir şeydi. O, evin tanımını aşan; sanatın anlamını zorlayan bir gerçeklikti.

Feyruz’un, bir sanatçı olarak sanatçı Ziad’a dair sözleri de bunu doğrular: ‘O, eşine az rastlanır bir sanatsal dâhiydi.’ Öyle bir deha ki; yaşamı, insanı, vatanı ve halkı algılayış biçimi onun bestelerine, dizelerine, hatta sessizliklerindeki yankıya sinmişti.

Ziad, annesinin gözünde yalnızca bir evlat değil, sanatın ruh bulmuş hâliydi — onun yaratıcılığı, bir neslin iç sesiydi. ‘Her anne evladına böyle mi bakar? Yoksa benimki gibi biri hiç mi doğmadı?’ diye sorar Feyruz… Ve o sorunun cevabı, Ziad’ın hayatı boyunca bıraktığı izlerde saklıdır.”

Yalnızca Lübnan’ın değil, Arap dünyası başta olmak üzere bu kadim coğrafyanın diğer halklarında da iz bırakmış bir ismi, Ziad Rahbani’yi uğurlarken karşıma çıktı bu sözler. Feyruz, bu sözleri gerçekten söylemiş miydi bilmiyorum, ama onu ve Ziad’ı takip edenler için bundan çok daha fazlasını düşündüğü aşikâr.

69 yaşında, ardından koca bir mirasla bu dünyadan göçtü Ziad Rahbani.

Niyetim, bu miras üzerine teknik bir değerlendirme yapmak değil; onun duruşunun, sözlerinin ve müziğinin uyandırdığı hissi, bellekte kalan o yankıyı kayda geçirmek.

Şüphesiz, Feyruz ve Assi Rahbani’nin oğlu olarak, ailesinden devraldığı büyük mirası baştan inşa etti; kendi diline ve zamanına tercüme etti.

“Sistemle çatışmanın tam ortasında; radyoyla sokak arasında, umutla hayal kırıklığı arasında durdu. ‘Güzel Lübnan’ı şarkılaştırmadı — bu ülkenin yorgun ve yıpranmış yüzünü acımasız bir gerçeklikle çizdi.” —Uzun yıllar yazdığı El-Ahbar’ın onun için yayımladığı ‘veda’ yazısından.

Her zaman ‘taraf’ oldu. Lübnan soluna açıkça bağlıydı; yoksulların, ezilenlerin ve dışlananların safındaydı. İşgalin karşısında, direnişin yanındaydı.

“Filistin’in özgürleşmesi mümkündür. Çünkü sadece doğru olan doğrudur. Bu zaman alabilir, ama sonunda gerçekleşecektir — tıpkı Vietnam’da olduğu gibi.” —Ziad Rahbani

Eşitsizliğin, adaletsizliğin, sınıf sömürüsünün ve mezhepçiliğin iç yüzünü hicvetti; hakikati söze dönüştürdü.

“Ben kâfir değilim, ama açlık kâfir. Ben kâfir değilim, ama hastalık kâfir. Ben kâfir değilim, ama yoksulluk kâfir.” —Ziad Rahbani, ‘Ana Moush Kafer

Kapanışı, Ziad’ın kendine özgü üslubuyla sınıf eleştirisini dile getirdiği, eşitsizliği ve adaletsizliği hicvettiği “Shou Hal Ayyam” (Ne Günlere Kaldık) şarkısından bir bölüme bırakalım:

“Ne günlere kaldık...

Diyorlar ki, zengin fakire yardım ediyormuş!

Sanki para kendi kendine yağmış gibi...

Diyorlar ki: 'Bu parayı alnının teriyle kazanmış.'

Tamam da, bu milyonlar nereden geliyor?

Onu hiç terlerken görmedik ki!”

As’ad Abukhalil, 2012’de El-Ahbar için kaleme aldığı yazıda, Ziad Rahbani’nin politik bilinçlenme sürecini şöyle aktarıyor:

“Ziad, politik bilinçlenmesinin Tel el-Zater kuşatması (1976) ve ardından gelen katliam sırasında başladığını açıklamıştı. O günlerde, aile evinde yapılan gizli toplantılara doğrudan tanıklık etti.

Suriye istihbarat şefi, Ketaib (Falanjist) Partisi’nin önde gelen isimleriyle Feyruz ve Assi Rahbani’nin evinde buluşmuştu. Ziad, yapılan konuşmaları gizlice kaydetti ve........

© Bianet