menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Barış hakkı: Aşîtî hemen şimdi mi?

12 0
latest

*Fotoğraf: 28 Nisan 2024/ İstanbul Maratonu

Yağmurlu ve rüzgârlı bir İstanbul gününde ben dâhil binlerce insan kendimizi iki kıta arasındaki Boğaz Köprüsü’nün o devingen ritmine bırakarak koşacaktık.

Daimi olarak katıldığım bu koşuların bu seneki motivasyonu ‘Barış’ arzusuydu. Ukrayna, Filistin, Suriye ve dahil olduğumuz bu coğrafyada bitmek bilmez bir ölüm döngüsü devam ediyordu çünkü.

Fotoğrafta çimenlerin üzerine düşmüş, bir metal bariyere sıkışmış yırtık bir kâğıt parçası görülüyor. Kâğıtta büyük harflerle “AŞÎTΔ yazıyor ve altında “BARIŞ / PEACE / ســــــــــــــلام“ kelimeleri yer alıyor. “AŞÎTΔ Kürtçe’de “Barış” demek.

Rüzgârın kuvvetine dayanamayan beyaz sayfa sağlı-solu yırtılıp, hırpalanmış olsa da ortada duran AŞÎTÎ o bildik inatla tüm yarış boyunca koşuculara eşlik etti. Kâğıt bir süre daha yeşil çimler üstünde direnip sonra güçlü rüzgârın etkisiyle havada kayboldu. Kim bilir belki de onu harekete geçiren ivme, evrenin acılı bir coğrafyasına yeniden umudu getirmektir.

Bu yazının konusu temelde ülkemizdeki Barış Hakkı mücadelesi ve bugün ne yapmamız gerektiği… Yaşadığımız coğrafya nerdeyse 50 yıldır kesintisiz bir şiddet/çatışma sarmalı içinde. Kimi zaman ‘terör’, kimi zaman ‘düşük yoğunluklu savaş’, kimi zaman ‘çatışma’ dense de; sonuçlarına bakıldığında demokratik, sosyal, ekonomik yıkıma yol açan bir süreçten bahsediyoruz. Bu yarım yüzyılda payımıza düşen; acı, yoksulluk, zoraki göçler, faili meçhuller, ölümler ve hapishaneler olmuştur. Anadolu ve Mezopotamya coğrafyası barış düşünde savaş gerçekliğinde daha yaralıdır.

Barış kavramı üzerinde evrensel bir konsensüs olmadığı gibi, tarihin değişik dönemlerinde farklı anlamlar yüklenilmiştir. Antik Yunan filozoflarından, aydınlanma düşünürlerinden bazıları; ‘Barış’ halini, insanın doğal bir durumda doğal hukuk içinde olması/yaşaması gerekliliği olarak belirtmişken, Orta Çağ teologları ise bunun Tanrı’ya teslimiyet şeklinde bir yaşam ile mümkün olabileceğini vurgulamışlardır. Savaş ve şiddeti ekonomik/politik okumalar üzerinden yapan Marksist düşünürler ise, şiddeti doğuran savaş ve çatışma halinin aynı zamanda ‘kapitalist sisteminin doğal bir sonucu” olduğunu söyleyerek; kalıcı barışın sınıfsız ve sınırsız bir dünya hedefi ile mümkün olduğunu ifade etmişlerdir.

Barış: en genel anlamıyla şiddetin yokluğudur. Barış mücadelesi bu nedenle şiddetle mücadele etmek anlamına gelir. Barışa ilişkin dikkat çekici bir diğer çalışma da Norveçli Johan Galtung tarafından yapılmış ve onun tarafından akademik literatüre iki tür barış kavramı eklenmiştir. Bunlar: Negatif barış; savaş ve şiddetin olmadığı ancak toplumun istikrar ve uyuma yönelik eğilimlerini yansıtmaması ve çatışmaya açık olma ihtimali barındırması iken; Pozitif barış; fiziksel, ekonomik, siyasal, kültürel veya yapısal her tür şiddetin olmaması ve bu ortama adaletin eşlik etmesidir. Bir toplumun dayanıklılığını gösterir ve çatışmaya düşmeden şokları tolere etme yeteneğidir.

Barış hakkı hem bireysel hem de 3. kuşak insan hakları olan dayanışma hakları kapsamında ele alınır, bu yüzden genel insan haklarından kopuk değildir. Immanuel Kant ‘Ebedi Evrensel Barış 'ın ancak halkın yönetime katıldığı demokratik devletlerin varlığında mümkün olacağını belirtmiştir.

Öyleyse barış; yurttaşların yönetime katıldığı bir sistemin varlığında mümkündür ancak diyebiliriz. Bunu güvence altına alan (kâğıt üzerinde!) belgeleri de analım.

1945 yılında kabul ve ilân edilen BM Kurucu Antlaşması’nın 2. maddesine göre “Tüm Üyeler, uluslararası uyuşmazlıklarını uluslararası barış ve güvenliği ve adaleti tehlikeye düşürmeyecek şekilde, barışçı yollarla çözümleyeceklerdir” ilanı ile başlamıştır. Sonrasında uluslararası hukuktaki Barış Hakkı kavramı; BM 12 Kasım 1984’te genel kurulda kabul ettiği “Halkların Barış Hakkına Dair Bildiri ”de her insanın barış içinde yaşama hakkı olduğunu ilan etmiştir. Benzer şekilde 19 Aralık 2016 da BM “İnsan Hakları Konseyi Barış Hakkı Üzerine” bildirgesinde ‘barışın en temel insan hakkı olduğu ’nu deklare etmiştir.

Kürt Sorunu ve Çatışmanın Bilançosu/ Bitmeyen Yas

Burdan bize dönelim. Toplumun her ferdini bir şekilde etkilemiş olan sorunun çözümü için son dönemde ivme kazanan barış hakkı mücadelesini nasıl okumalıyız? Öncelikle, “Kürt Sorunu” tanımlaması, sorunun öznesi olan kitleler ve yapılar tarafından kullanıldığı için, mağdurun dilini konuşmak, eşitlikçi bir ilişki kurmak adına doğru bir söylem olacaktır kanısındayım.

Sayısız yıkıma yol açmış olan yıllara yayılan bu çatışma ve şiddet hali; Türk/ Kürt çok sayıda insanın ölümüne, köylerde/yerleşim yerlerinde zorla yerinden edilmelere, kentlerin demografik yapılarının değişmesine, faili belli/belli olmayan öldürülmelere, şehirlere yayılan şiddet sarmalına, toplumun militarize olmasına sebep olmuştur. Farklı kimlikleri birbirine düşman edilmesine, duygusal ve toplumsal kopuşlara, ülkenin ekonomik-sosyal çürümesine yol açmıştır.

İnsan Hakları Derneği-İHD’nin 2015-2020 yıllarını kapsayan 6 yıllık bilançosunda Kürt sorununun çözümsüzlüğü ve yeniden başlayan silahlı çatışmalar sonucu oldukça ağır bir tablo mevcut. Buna göre, çatışma bölgesinde sivillerden 90 ölü, 302 yaralı, asker/polis/ koruculardan 1.322 ölü, 2.702 yaralı, silahlı militanlardan 2.599 ölü, 194 yaralı bulunmaktadır.

Yargısız infazlarda öldürülen sivillerden 1.055 ölü, 1.255 yaralı, saldırıya uğrayanlardan 184 ölü, 1.258 yaralı bulunmaktadır. Yasa dışı örgüt saldırılarında ise 523 ölü, 2.786 yaralı bulunmaktadır. Toplamda ise 5.773 ölü, 8.497 yaralı…

Bu sayısal veriler bile toplumsal travmanın boyutunu gözler önüne seriyor. Çatışma ortamında ölen Türk-Kürt gençlerinin ailelerinin yaşadığı yas sürecine yönelik ise elimizde yeterince bilgi yok.

Fakat medya ve saha gözlemleri........

© Bianet