menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Kültürel mirasla ilgili ortak çalışmaların barışa hizmet edeceğine kuvvetle inanıyorum”

14 1
31.07.2025

Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, Ermeni basınının “tarihi” olarak nitelendirdiği 20 Haziran’daki Türkiye ziyareti kapsamında AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüştü. Görüşmede ulaştırma hatlarının açılması, diplomatik ilişkilerin kurulması, çeşitli alanlarda işbirliği olanakları gibi başlıkların konuşulduğunu belirten Paşinyan, bu başlıklardan birinin de Ani’deki tarihi köprünün restorasyonu olduğunu söyledi.

Kars merkeze 48 kilometre mesafede, Arpaçay Nehri üzerinde yer alan ve 10. yüzyıla tarihlendirilen Ani Köprüsü, iki halkın yüzyıllar boyunca iç içe geçmiş yaşamlarının tanıklarından biri olarak hem kültürel hem de tarihi açıdan büyük bir değer taşıyor. Köprünün restore edilmesi yönündeki adımlar ise sınır ötesi işbirliği açısından sembolik bir adım olarak değerlendiriliyor.

İş insanı ve insan hakları savunucusu Osman Kavala’nın kurucusu olduğu Anadolu Kültür, Ani Arkeolojik Alanı’nın 2016 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmesinin ardından bir dizi kültürel çalışmaya imza attı. Bu çalışmaların dördüncüsü, Kavala’nın fikir sahibi olduğu Ani Mobil Uygulaması, Mayıs 2023 itibarıyla kullanıma açıldı.

Türkiye-Ermenistan normalleşme sürecinde Paşinyan ve Erdoğan görüşmesiyle birlikte yeniden gündeme gelen Ani’yi ve sürecin seyrini; Ani üzerine düşünmekten ve üretmekten hiç vazgeçmeyen, 2 bin 830 gündür cezaevinde tutulan Osman Kavala ile konuştuk.

Ani Köprüsü’nün restorasyonu, Anadolu Kültür’ün sizin öncülüğünüzde yıllar önce başlattığı sivil girişimlerin bir parçasıydı. Bu gelişmeyi bugün, geldiği aşama açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ani, mimarlık tarihi açısından çok önemli anıtsal yapıların bin yıla yakın bir zaman diliminde ayakta kalmış oldukları çok özel bir yer. Tarihi Ani’nin bir kısmı Ermenistan topraklarında. Restorasyonu yapılacak olan köprü anıtsal bir eser sayılmasa da tam sınırda olmasından dolayı çok güçlü bir simgesel niteliğe sahip.

Bu proje yıllar önce TEPAV tarafından Kültür Bakanlığı’na sunulmuştu; ancak iki ülke arasındaki ilişkilerin durumu hayata geçilmesi için elverişli değildi. Diplomatik ilişkilerin başlaması, sınırın geçişlere açılması yönünde bir siyasi irade olmadan köprünün onarılması fazla anlam taşımayacaktı. Bu projenin bugün hayata geçirilecek olması normalleşme sürecinin başlayacağına dair somut bir işaret. Diplomatik ilişkilerin ve sınır geçişlerinin başlamasıyla birlikte köprünün restorasyonunun önemli bir olumlu etki yaracağını düşünüyorum. Zaten Türkiye’nin sınırı geçişlere kapatmasına yol açan nedenler ortadan kalkmış vaziyette.

Restorasyonun devletler arası düzeyde sahiplenilmesi, yıllarca bu sürecin merkezinde yer alan bir aktör olarak sizin için ne anlama geliyor?

İzninizle Ani’deki gelişmeleri kısaca hatırlatayım. Askeri yasak bölge statüsünde olduğu için 2004 yılına kadar yurttaşlarımız Ani’yi gezmek için Kars Valiliği’nden izin almak durumundaydılar. Belirli lokasyonlarda geniş kapsamlı olmayan kazılar yapılmıştı. Tarihi yapılarla ilgili ilk çalışma 2008 yılında olmuştu. Şeddadi Hanedanı döneminde emir olarak yöneticilik yapan Manuçeyhr’in adını taşıyan 13. yüzyıl yapısı restore edilmişti. 2011 yılında Kültür Bakanlığı ile World Monuments Fund arasında imzalanan anlaşmanın kapsamında Ani’deki en önemli anıtsal yapı olan 10. yüzyıla tarihlendirilen Katedral’in ve Surp Pırgiç Kilisesi’nin restorasyon projeleri başlatıldı.

Biz Anadolu Kültür olarak bu işbirliğini kolaylaştırma işlevi gördük. Proje sürecinde Ermenistan’dan, Gürcistan’dan uzmanların katılımıyla atölye çalışmaları düzenledik. Özellikle Ermenistan’daki uzmanlar nasıl bir çalışma yapıldığını bilmediklerinden kaygı duyuyorlardı. Ancak projeleri hazırlayan ve uygulayan değerli mimar Yavuz Özkaya’nın restorasyon alanında deneyimi, yetkinliği, güçlü bilimsel formasyonu ve diyaloğa açık çalışma yöntemi sayesinde bu kaygılar giderildi ve Ani’deki yapıların bilimsel ilkelere uygun biçimde restorasyonun gerçekleşmesi ortaklaştığımız amaç haline geldi.

Diplomatik ilişkiler olmasa da Kültür Bakanlığı, Ermenistan’dan uzmanların Ani’de değerlendirme çalışmalarına katılmalarına onay verdi, Ermenistan hükümeti de bu çalışmalara katılmaları için uzman gönderilmesini destekledi. 2016 Temmuz ayında –darbe girişimiyle çakışan tarihlerde– İstanbul’da düzenlenen UNESCO toplantısında Kültür Bakanlığı’nın Ani’nin Dünya Miras Alanı listesine alınması önerisinin Ermenistan tarafından da güçlü biçimde desteklenmesinde bu ortak çalışmaların etkisi olduğuna inanıyorum. Bu tarihten sonra Ani’nin ortaklaşa tanıtılması çalışmalarımız devam etti. Ermenistan’dan, Amerika’dan, ülkemizden değerli uzmanların katkılarıyla Ani ile ilgili kapsamlı bilgi veren üç dilli bir mobil uygulama hazırlandı. Kısacası köprünün bizim tarafımızda epey bir birikim ve işbirliği deneyimi kazanıldı. Köprünün onarımı, yıllardır uzmanlar arasında kurulmuş olan bu bilimsel köprüleri de daha anlamlı kılacak.

Hayalim, Ani’deki köprünün öbür tarafında Ermenistan’daki kısmını da içine alacak, serbest bölge statüsünde bir Ani parkı projesinin gerçekleşmesi. Bunun halklar arasında ilişkilere yapacağı olumlu etkisinin yanı sıra, turizmi geliştirerek bölgesel kalkınmaya da büyük katkı sağlayacağına inanıyorum.

Ancak önemli bir noktayı da hatırlatmak isterim. Bu bölgede Ani’nin sınırları içinde olmayan yıkılma riski ile karşı karşıya olan başka önemli eserler de var. Digor yakınındaki Mren Kilisesi, Horomos Manastırı gibi. Bunlara yönelik koruma amaçlı acil müdahaleler gerekli. Çok kapsamlı, çok maliyetli restorasyon çalışmalarından söz etmiyoruz. Önemli olan bu yapıların daha fazla tahribata uğramaması, ayakta kalabilmeleri. Bu çalışmalara da Ermenistan’dan uzmanların katılması sağlanabilir.

Türkiye-Ermenistan arasındaki yeni normalleşme süreci, sizce geçmişteki girişimlerden farklı olarak daha kalıcı ve toplumsal bir düzeye ulaşabilir mi?

Devleti yönetenlerin stratejik çıkarlar ekseninde davrandıkları bilinen bir gerçek. Ancak şunu hatırlatayım, Karabağ sorunu patlak verdikten sonraki dönemde Ermenistan-Azerbaycan arasındaki görüşmelerde bir ilerleme kaydedilmediği için Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkilerinin normalleştirilmesi yönünde hükümetlerin attığı somut bir siyasi adım olmadı. 2009 yılında İsviçre’de imzalanan protokol kadük kaldı, yürürlüğe girmedi.

İki halk arasında olumlu ilişkilerin kurulması için hükümetlerin siyasi, diplomatik adımlar atmaları gerekli; ama yeterli değil. İki toplum arasında geçmişten gelen acı anılar var. Birkaç yıl önceki savaşta Türkiye’nin Azerbaycan’ı aktif biçimde desteklemiş olmasının Ermenistan toplumunun bir kesiminde Türkiye ve Türkler’e yönelik ilgili önyargıları artırmış olduğunu tahmin etmek zor değil. Bir başka olumsuz faktör de şu sıra siyasi ilişkileri başlatan Paşinyan’ın toplum desteğinin azalmış olması, Azerbaycan karşısında yenilgiden sorumlu tutuluyor olması. Ermenistan toplumunda yenilgiye uğramışlık hissiyatının, Karabağ’dan kaçan ahalinin yaşadığı travmaların toplumlar arası ilişkilerin gelişmesinde olumsuz etkileri olacaktır.

Türkiye’nin önceliği Ermenistan’la gerçek bir barışı sağlamaksa, bu aşamada Ermenistan’a yönelik ilâvi talepler konusunda dikkatli ve dengeli bir siyaset izlemesi son derece önemli. Örneğin, Ermenistan’ın hükümranlık hakkının askıya alınması gibi algılanacak bir düzenlemeyle Nahçıvan ile ana Azerbaycan arasında bir koridorun tesis edilmesini Türkiye normalleşmenin şartı olarak ileri sürerse, bu Ermenistan toplumunda olumsuz tepkileri daha fazla tetikler. Bu koridorun 100 yıllığına ABD’ye kiralanması, ABD tarafından işletilmesi düşünülüyormuş. Öneriyi dile getiren Suriye özel temsilcisi olan Tom Barrack. Böyle bir model uygulamaya geçirilirse ileride Suriye için de gündeme getirilecek sakıncalı bir örnek yaratılmış olur.

Sivil toplumun ve medyanın bugün gelinen noktada nasıl bir rol oynaması gerektiğini düşünüyorsunuz? Kültürel miras ve hafıza temelli işbirlikleri, diplomatik açılımların ötesinde daha kalıcı bir yüzleşme zemini yaratabilir mi?

İnsanların birbirlerini daha iyi tanıması, samimi bir biçimde birbirleriyle konuşabilmeleri ve karşılıklı empati hisleri geliştirmeleri bakımından kültür sanat alanında ortak çalışmaların önemli olduğuna inanıyorum. Ermenistan’dan kuruluşlarla gerçekleştirdiğimiz ortak projeler bu inancımızın güçlenmesine yol açtı. Başta Hrant Dink Vakfı’nın faaliyetleri olmak üzere iki ülke arasında sivil toplum kuruluşları arasında yürütülmüş çalışmaların önemli bir birikim sağlamış, karşılıklı güven ilişkileri yaratmış kazanımlar olduklarına inanıyorum. Eğer siyasi süreç sorunsuz yürürse bu birikim gelecekte yeni ve daha kapsamlı ilişkilerin kurulması için önemli bir zemin teşkil edecektir.

Halklar arasında gerçek bir yakınlaşmanın yaşanması için gençlerin, sivil toplum kuruluşlarının arasında ilişkilerin artarak devam etmesi elzem. Medyanın rolü de çok önemli. Türkiye’de Ermenistan gerçeğinin, orada da Türkiye gerçeğinin çarpıtılmadan verilebilmesi önyargıların aşılmasına büyük katkı sağlar. Ben kültürel mirasla ilgili ortak çalışmaların da barışa hizmet edeceğine kuvvetle inanıyorum.

Ortak çalışmalar, bu eserlerin insanlığın yarattığı, insanlığa ait değerler oldukları bilgisinin, bulundukları ülkelere büyük bir zenginlik kazandırdıkları anlayışının içselleşmesine, yaygınlaşmasına katkıda bulunurlar. Doğu Anadolu’daki eserlerde Selçuklu, Ermeni, Gürcü kültürel gelenekleri arasında etkileşimi, ortak sanatsal öğelerin........

© Bianet