"İslam Cumhuriyeti, çıkmazdan kurtulmak için enerji savaşına yönlenebilir"
İsrail ordusu, haftalardır süren gerginliğin ardından “nükleer programı hedef almak amacıyla” 13 Haziran’ın ilk saatlerinde İran’a “Yükselen Aslan Operasyonu” adıyla kapsamlı bir hava saldırısı düzenledi.
Gece boyunca 200’den fazla savaş uçağıyla düzenlenen saldırılarda, nükleer tesisler, askeri hedefler ve sivil alanlar vuruldu; üst düzey askeri yetkililer ile nükleer bilim insanları öldürüldü.
Misilleme olarak İran “Doğru Vaat-3" (Va'ad es-Sadık-3) adıyla İsrail'in kuzey ve güney merkez bölgelerine füze ve insansız hava aracı saldırıları düzenledi. Karşılıklı saldırılar nedeniyle bugüne dek İran’da 430, İsrail’de ise 24 kişi hayatını kaybetti.
ABD, İsrail’le birlikte hareket ederek dün (22 Haziran) İran’daki üç nükleer tesise sığınak delici bombalarla saldırı düzenledi. İran ise İsrail'e yeniden füze saldırısı başlattı.
Jîna Mahsa Amînî protestoları (2022) sırasında da görüşüne başvurduğumuz İranlı aktivist Araz Bağban, güncel gelişmeleri, savaşın seyrini ve İran’daki muhalifler ile sosyalist hareketin durumunu bianet’e değerlendirdi.
Öncelikle, şu an İran’daki mevcut durumu özetleyebilir misiniz? İsrail neredeyse tüm altyapıyı hedef alıyor; ancak İran da misillemelerine devam ediyor. Denkleme bir de ABD dahil oldu. İranlılar savaşı nasıl deneyimliyor?
O kadar fazla saldırı gerçekleşti ki özeti bile uzun olabilir. Bu yüzden şimdiye kadar gerçekleşen saldırıların anahatlarını anlatmaya çalışacağım. Düne kadar sadece İsrail İran’a saldırıyordu; ama şimdi ABD de aktif olarak saldırmaya başladı. İsrail 13 Haziran’da başlattığı savaşta önce yoğunlukla İran’ın hava savunma sistemini ve nükleer tesislerini hedef alarak saldırılarına başladı. Bunu yaparken de bir yandan çok üst düzey askeri komutanları ve İran’ın nükleer programına yön veren bilim insanlarını hedef alıp öldürdü. Şimdiye kadar öldürülen onun üzerindeki askeri komutan arasında İran Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanı dahil Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Komutanı, DMO’nun ekonomik faaliyetlerini yürüten Hatem-ül Enbiya Karargahı’nın Genel Merkez Komutanı, DMO’nun Havacılık Kuvvetleri komutanı ve Hava Savunma Komutanı gibi askerler bulunuyor.
İsrail’in ilk hedefi İran’ın hava savunma sistemini olabildiğince zayıflatmaktı. Böylece savaş uçakları daha ilerideki günlerde kolaylıkla İran’ın diğer altyapılarına da saldırabilecekti. Bu yüzden İsrail hemen Tahran’ın Merhabad Havalimanı’nı veya daha doğrusu Tavşantepe Hava Üssünü, Tebriz ve Hamadan hava üsleriyle birlikte hedef aldı, daha sonra da diğer hava üslerine saldırdı. Bu saldırılarda kaç savaş uçağı vurulmuş belli değil; fakat çok sayıda hangar, uçuş pisti ve destek tesisinin zarar gördüğü kesin (gerçi iran’ın uçakları çok eski, F-35’lere karşı onların bir şansı var mıydı, çok emin değilim). Bunların yanında farklı şehirlerdeki füze tesisleri, radar sistemleri, füze rampaları, füze yapımında kullanılacak parçaları üretebilen veya üretebilecek fabrika ve atölyeler de büyük ölçekte hasar görmüş durumda. Son günlerde İsrail uçakları birçok şehri bombalarken İran’ın hava savunma sistemleri bazen aktif olabildi bazen olamadı ve böylece İsrail daha etkin bir şekilde saldırılarını yürüttü. Son günlerde İsrail baştan itibaren yaptığı gibi nükleer tesisleri ve enerji tesislerinin tekrar tekrar hedef alırken DMO’nun askerlerinin yetiştiği üniversiteleri, kışlaları, devlet binalarını, hastaneleri, apartman bloklarını, su ve elektrik tesislerini de hedef alıp yüzlerce sivili katletti. İsrail’in saldırıları sürerken bir yandan da ABD İran’ın nükleer tesislerine hava saldırısı düzenledi.
Bir yandan da Trump birkaç gün önce “İki hafta içinde savaşa dahil olup olmayacağımız belli olacak” demişti; fakat bir hafta bile beklemeden İran’ın üç önemli nükleer tesisi olan Fordo, Natanz ve İsfahan’ı ağır bir şekilde bombaladı. Bildiğim kadarıyla uranyum İsfahan tesislerinde zenginleştirmeye hazırlanıyor ve Natanz ile Fordo’da zenginleştirme işleri yapılıyor. Natanz ve Fordo’nun zenginleştirme çalışmalarını saldırılardan korumak için iki tesis 40-50 metreden fazla bir derinlikte konumlandırılmış. Ayrıca Fordo çok yüksek saflıkta uranyum barındıran bir merkez. Uzmanlara göre İran’ın yerin derinliklerinde olan Fordo ve Natanz’daki nükleer tesislerini bir tek ABD’nin vurabilme imkânı vardı. Trump bu yüzden savaşa girip girmemeyi tartıyor gibi görünüyordu. ABD Fordo’yu yerle bir ettik diyor; fakat İran’a göre şimdilik bu tesislerin ne kadar zarar gördüğü belli değil. Ayrıca İran bu tesislerden ortaya çıkan herhangi bir nükleer sızıntı olmadığını açıklarken zenginleştirilmiş uranyum stoklarının daha önce Fordo’dan başka bir yere aktarıldığını iddia ediyor.
İsrail’in ve ABD’nin saldırıları arkada çok büyük bir yıkım bırakırken İran’ın misillemeleri o boyutlara ulaşamıyor. Özellikle ABD, Britanya ve Fransa’nın yardımıyla İsrail, İran’ın fırlattığı füzelerin büyük bir kısmını hava düşürebiliyor. Buna rağmen halk arasında İran’ın misillemelerinin psikolojik etkileri İsrail’in saldırılarının etkisinden çok daha büyük olabiliyor.
İranlıların savaşı nasıl deneyimlediğini yakından görüp aktarmakla uzaktan ancak sesli veya görüntülü görüşmelere dayanarak aktarmak tabii ki çok farklı. Bu bilgiyi bir yanda tutarsak hem haberlerden izlediğim, hem kendi kişisel iletişimlerimde hissettiğim, hem de arkadaşlarımın ailelerinin yaşantısınından öğrendiğim kadarıyla halk çok büyük öfke ve endişeyle hayatını sürdürüyor. Bu öfkenin bir kısmı bu savaşı başlatan İsrail ile destekçisi (ABD’den ziyade) Trump’a yönelik olmakla birlikte bir kısmı da bölgesel politikalarından dolayı bu savaşın ortaya çıkmasından sorumlu tuttuğu İslam Cumhuriyeti'ne yönelmiş durumda. Bir yandan hem halkı etkin bir biçimde savunmaktaki yetersizliğinden dolayı hem de özellikle yıkımın boyutlarını ve bu yıkımın bir kısmının İsrail’in uzun süredir İran’ın içinde yürüttüğü operasyonlardan dolayı ortaya çıktığını görünce halkın öfkesi anlaşılır görünüyor.
Halka göre bir kadının saçının görünmesini engellemek için veya bir Instagram postunun gencecik yazarını yakalamak için harcanan maddi ve insani kaynak İsrail casuslarının devletin en önemli organlarına sızmasını engellemek için kullanılabilirdi. Endişe ise farklı boyutlarda kendini gösteriyor. İnsanlar, bir haftada yüzlerce sivilin hayatını kaybetmesi nedeniyle yaşamlarından; Trump’ın her gün farklı açıklamalar yapması nedeniyle savaşın ne kadar süreceğine dair belirsizlikten; savaşın yaratacağı yıkım ve ekonomik felaketin boyutlarından endişe duyuyor. Kimileri kendi geleceğini, kimileri ise çocuklarının geleceğini düşünüyor. Ek olarak Tahran saldırıların merkezinde olduğu ve en çok sivilin katledildiği şehir olduğu için halk buradan uzaklaşmaya çalışıyor; fakat bombardımanın ortasında 12 milyonluk bir şehirden çıkmanın ne kadar zor olduğunu da tahmin edebiliriz.
İran’daki sosyalist hareket bu savaşın neresinde? 13 Haziran sonra yaptıkları açıklamalarda belirgin olarak gözünüze çarpan bir şey var mıydı?
Çok üzülerek söylüyorum, sosyalist hareket bu savaşın neredeyse tamamen dışında yer alıyor. Bu yüzden de Türkiye’deki bazı tartışmaları temelsiz buluyorum ve gerçeklikle bağının olmadığını düşünüyorum. Bilindiği üzere İslam Cumhuriyeti, Devrim sonrasında ülke içindeki sosyalist hareketi büyük bir katliamla yok etti. Kalanların büyük bir kısmı yurt dışına çıkabilen devrimciler. Bu yüzden İran sosyalist hareketinin örgütlü bölümü büyük ölçekte yurt dışında bulunuyor. İran’ın içinde de genç bir sosyalist hareket mevcut tabii ki. Fakat büyük çabalara ve emeğe rağmen İslam Cumhuriyeti’nin baskılarından dolayı örgütlülük ve etki bakımından zayıf kalan bir hareket. Bu genç hareket henüz toplumun potansiyel devrimci kitlelerine ulaşabilmiş değil. Bu yüzden de hâlâ bildirilerin büyük bir kısmı yurt dışı kaynaklı örgütlerden kamuoyuna sunuluyor. Bu örgütlerin bir kısmının İran’ın içinde ne görünür etkin operasyonel gücü var ne de Devrim öncesi gibi toplumsal kamuoyunu yönlendirebilecek retorik gücü.
Saldırılar sonrası açıklanan bildirilerin hepsinde sosyalist parti, oluşum, örgüt, işçi ve emek sendikaları, grup ve çevreler çok açık bir dille ABD emperyalizmi destekli İsrail saldırısını kınıyor ve savaşın durdurulması gerektiğini talep ediyor. Fakat söz konusu İslam Cumhuriyeti olunca İranlı sosyalistler bildirilerinde bu yapının gerici, baskıcı ve bazen maceracı doğasına da değiniyor. Gördüğüm kadarıyla bu mesafeli bakış açısını bir tek İsrail Komünist Partisi ile ortak bildiri yayımlayan Tûde Partisi (Tudeh olarak yazılıyor ama sondaki h harfi okunmuyor) bildirisine dahil etmemiş. Özet olarak İslam Cumhuriyeti’ne rağmen (tekil örnekler bulunsa da) hâlâ sosyalist olarak adlandırabileceğimiz hiçbir yapı İsrail’in saldırısını rejimin baskısından kurtulmak adına bir fırsat olarak nitelendiriyor. Fakat saldırı ve işgale karşı (yer yer mahiyeti meçhul olsa da) bağımsız bir mücadelenin verilmesi gerektiğini çoğu sosyalist hareket mensubu dile getiriyor.
Partilerin tarihini biraz daha açar mısınız?
1979 Devrimi’nin Humeyni önderliğindeki İslamcı hareket tarafından ele geçirilmesi ile birlikte İran sol-sosyalist hareketi büyük bir kıyım yaşadı. Bu kıyım bir teslimiyet sonucu değil bir devrimci direnişle birlikte yaşandı. Buna rağmen hem Tûde hem de Halkın Fedaileri geleneğinden devrim öncesi ve sonrası ortaya çıkan bazı örgüt ve partiler hala yurt dışında örgütlenmeye ve devrimci mücadelenin meşalesini taşımaya devam ediyor. Halkın Fedaileri geleneğinden İran Sol Partisi (Halkın........
© Bianet
