Sally J.Pla: Dalgaları durduramazsın, ama sörf yapmayı öğrenebilirsin
Çağdaş Amerikan edebiyatının dikkati çeken yazarlarından Sally J. Pla’nın Türkçe’deki ilk kitabı “İçimdeki Okyanus” Günışığı Kitaplığı’ndan çıktı.
Kitap, her yaştan okura ilham verecek çok ödüllü bir roman. Otizm, anksiyete ve nöroçeşitlilik gibi kavramlara empati dolu bir dille yaklaşıyor.
Korkularının ve dalgaların karşısında cesaretle duran, yaşama ve sevdiklerine umutla tutunan farklı bir çocuğun etkileyici hikâyesini anlatıyor.
Kırılgan duygular, sessizliğe sığınan ama sabırla kendi dalgasını bekleyen bir çocuğun dilinden okura ulaşıyor.
Sally J. Pla ile söyleştik:
İçimdeki Okyanus’u yazmaya sizi ne teşvik etti? Maudie’nin hikâyesinin fikrini tetikleyen belirli bir an, kişi veya deneyim var mıydı?
Maudie karakteri uzun süredir içimde yaşıyordu, ama hikâyesi ne olacaktı, tam olarak bilemiyordum. Ta ki bir gün sahil boyunca yürüyüp bizim karavan parkı dediğimiz bir kamp alanından geçene dek. Orada tatil yapan farklı ailelerin birlikte oynadığını, yemek yediğini ve sohbet ettiğini gördüm. Ve Maudie’nin bulması gereken topluluk işte bu tür bir topluluk, diye düşündüm. Böyle bir topluluk, sevdiğim karakterimi iyileştirebilirdi.
Dünyayı farklı şekilde deneyimleyen, özellikle Maudie gibi nöroçeşitlilik gösteren karakterleri yazarken nasıl bir yaklaşım sergiliyorsunuz?
Tüm kitaplarımdaki başkahramanlarım bir tür nöroçeşitlilik gösteriyor, beyinleri farklı bir şekilde çalışıyor, benim de, ailemin de hayat deneyimi bu. Bildiğim tek şey bu. Bildiğim bir başka şey de: Ne yazık ki dünyada otizm, DEHB, disleksi, anksiyete, Tourette sendromu, OKB vb. gibi nörolojik farklılıkları olan gençler için yazılmış yeterince hikâye yok. Bu tür zorluklar çeken, ama esasen samimi ve sıradan insanlar olan, maceralara atılan karakterlerle kurgu dünyasını zenginleştirmek istiyorum. Hikâyelerimin nörolojik veya zihinsel sağlık sorunlarını hastalık olarak yansıtmasını veya bu sorunları “yenmeyi” konu almasını istemiyorum, sadece yaşamak ve bu süreçte öğrenmekle ilgili doğal hikâyeler olmasını istiyorum.
“Daha fazla hikâyeye ihtiyacımız olduğu çok açık”
Sizce edebiyatta nöroçeşitlilik gösteren kişilerle ilgili yaygın yanlış kanılar nelerdir ve Maudie karakteri aracılığıyla bunları nasıl sorguladınız veya altüst etmeye çalıştınız?
Yirmi yıl önce, nöroçeşitliliği bir trajedi veya yük olarak yansıtan kitaplarımız vardı. “Duygu sömürüsü”ne dayalı bu hikâyeler, ergenlik dönemindeki kardeşin nasıl mahcup olduğunu, babanın nasıl öfkelenip durumu anlayamadığını ve bunlara benzer olayları anlatırdı, ama sonunda aile fertleri, engelli çocuğun yaşamından çıkardıkları dersler sayesinde daha iyi kalpli, “daha iyi insanlar” haline gelirlerdi. Ya da daha küçük yaştaki okurlara yönelik, anlatıcının şu minvalde konuştuğu hikâyeler olurdu:
“Kardeşim Johnny bunu yapamıyor ya da şu işi yapmak istemiyor. Johnny bir de böyle tuhaf şeyler yapıyor. Bunun nedeni otizmli olması. Ama biz yine de onu anlıyoruz ve onu seviyoruz!”
Şimdi, on yaşında otizmli bir çocuk olduğunuzu ve kendinize benzeyen, onunla özdeşlik kurabileceğiniz bir karakter içeren kitap bulmayı umduğunuz için okul kütüphanesine gittiğinizi düşünün, ama elinizde sadece ‘Kardeşim Johnny’ var. ABD’deki verilere göre, her yıl yayımlanan çocuk kitaplarının yalnızca yüzde 4’ü engelliliğin bazı yönlerini ele alıyor. Bu da demek ki nöroçeşitlilik temsili çok daha az.
Oysa istatistiklere göre, her sınıfta nöroçeşitlilik gösteren bir ila beş çocuk bulunuyor. Daha fazla hikâyeye ihtiyacımız olduğu çok açık. Ve sadece nöroçeşitlilik gösteren çocuklar için değil, tüm çocukların dünyada var olmanın farklı biçimlerine karşı empati ve anlayış geliştirmeleri için. Nezaket ve birbirimize nasıl davrandığımız üzerine sohbetler başlatmak için. Karakterlerimin o kadar samimi olmasını istiyorum ki, kitabı kapattığınızda yeni bir arkadaş edinmiş gibi hissedin. Ve umarım biraz farklı bir zihne sahip olmanın nasıl bir şey olduğunu biraz daha iyi anlayacaksınız.
Romanda su ve ateş hem gerçek olaylar hem de duygusal metaforlar olarak işlev görüyor. Bu öğeleri sembolik olarak nasıl geliştirdiniz?
Değişimin dalgaları benim için her zaman güçlü bir metafor oldu, hayatımın büyük bir kısmını sahil kenarında geçirdim. Ayrıca Jon Kabat Zinn’in hayatın iniş çıkışları hakkında söylediği şu sözleri beni çok etkilemişti: “Dalgaları durduramazsın, ama sörf yapmayı öğrenebilirsin.”
Ateşe ve her şeyi yakıp kül etme gücüne gelince... Kaliforniya’da orman yangınları sürekli bir tehdit ve tahliyeler hayatın korkutucu bir gerçeği. Gençlerin bu korkuyu yaşayıp yine de hayatta kalmanın, hatta eninde sonunda yeniden güçlenmenin nasıl bir duygu olduğunu hissetmelerini istedim. Çünkü yangından sonra hayat yeniden başlar. Ve su, her şeyi yeniler.
Bu romandaki anlatım tarzınızı şekillendiren yazarlar, kitaplar veya sanatsal etkiler oldu mu?
Aslında pek olmadı. Kitabın sörf bölümlerinin ruhunu yakalamak için yetişkinlere yönelik pek çok sörf anısı okudum, bir iki kez de tahtaya çıkıp denedim. (Gerçekten berbat bir sörfçüyüm!) Roman yayımlandıktan sonra, birkaç eleştirmen Kim Brubaker Bradley’nin Hayatımı Kurtaran Savaş adlı eserindeki temalarla benzerlikler fark etti. Bu kıyas beni son derece onurlandırdı.
Hikâyeyi genç okurlara uygun kılarken istismar ve travma konularını nasıl ele aldınız?
Zor sahneleri geriye dönüşlerle sunmaya karar verdim; böylece bir mesafe koyarak genç okurlar için yoğunluğu biraz azalttım. Yine de Maudie’nin yaşadıklarını göstermek önemliydi. Engelli ya da nöroçeşitlilik gösteren bir çocuğa yönelik duygusal ve fiziksel istismarın düşündüğümüzden çok daha yaygın olduğunun farkında olarak, maalesef birçok genç okurun bu sahnelerde yaşananlarla zaten aşina olabileceğini bilmek beni üzüyor.
Maudie büyüyüp kendi hikâyesini yazabilseydi, sizce nasıl bir kitap yazardı?
Ne kadar güzel bir soru. Belki ilham verici bir sörf rehberi ya da “hayatın dalgalarında nasıl sörf yapılır” kılavuzu yazar!? Ne yazarsa yazsın, yetişkin Maudie’nin diğer çocuklara iletmek isteyeceği mesaj şudur: Kendine inan, güçlü yönlerine güven ve kendine özgü sesine sahip çık.
Sally J. Pla hakkında
ABD’de Pennsylvania Eyalet Üniversitesi’nden mezun oldu. Çalışma yaşamına gazeteci olarak başladı. Özel eğitim alanında hak savunucusu olarak üstlendiği görevlerden sonra yazarlığa adım attı. İlk çocuk romanı The Someday Birds (Günün Birinde Kuşları, 2018), New York ve Los Angeles halk kütüphanelerinin en iyi kitaplar listesine girdi. Engelli bireylerin hayatına ilişkin gerçekçi betimlemeleriyle dikkat çeken bu roman, aynı yıl Dolly Gray Çocuk Edebiyatı Ödülü’nü kazandı. Stanley Will Probably Be Fine (Stanley Muhtemelen İyi Olacak, 2019) adlı çocuk romanı, New York Halk Kütüphanesi Yılın En İyi Kitabı seçildi. Her çocuğun farklı ihtiyaçları olduğunu gösteren resimli öyküsü Benji, the Bad Day, and Me (Benji, Kötü Gün ve Ben, 2018) ise, 2019 San Diego Kitap Ödülü’nü kazandı. Çocuk edebiyatında ruh sağlığı ve nöroçeşitlilik temsili üzerine çalışıp üreten yazarın son kitapları, Ada and Zaz (Ada ve Zaz, 2023) adlı resimli öykü ve Invisible Isabel (Görünmez Isabel, 2024) adlı çocuk romanı. 2025’te Günışığı Kitaplığı tarafından Türkçe’ye kazandırılan ve otizmli bir çocuğun kendini ifade etme mücadelesine odaklanan İçimdeki Okyanus (The Fire, The Water, and Maudie McGinn, 2023), 2024 ALA Schneider Ailesi Kitap Ödülü, 2024 Güney Kaliforniya Çocuk Edebiyatı Konseyi İlkgençlik Kurgu Ödülü ve 2023 New York Halk Kütüphanesi En İyi Kitap gibi pek çok ödüle değer görüldü. Yetişkinler için de kısa öyküler yazan Pla, ABD’nin Connecticut eyaletinde yaşıyor; üç oğlu var.
İstanbul Toplumsal Cinsiyet Müzesi[1] küratör kolektifi kurucu üyesi Meral Akkent’e, toplumsal cinsiyet eşitliği, kültürlerarası diyalog, kadın müzeciliği ve uluslararası düzeydeki katkıları için Nürnberg Belediyesi tarafından Bürgermedaille (Nürnberg Kent Madalyası)[2] verildi. Meral Akkent’e Bürgermedaille verilmesinde, 1973 yılından beri Almanya, Türkiye, Kazakistan ve Ukrayna’da hâlen faaliyetlerini sürdüren, kapsayıcı, katılımcı, güçlendirici kurumların fikir annesi olması; farklı coğrafyalar arasında köprüler kurarak, toplumsal ve kültürel sınırları aşan çalışmalar yapması belirleyici oldu. Bu kurumlar arasında toplumsal cinsiyet odaklı kültürlerarası araştırma merkezleri, kadın ve gençler için danışma ve eğitim merkezleri ve toplumsal cinsiyet müzeleri gibi oluşumlar bulunuyor.
Nürnberg Kent Madalyası, 1960 yılından beri geleneksel olarak kentin kuruluş günü olan 16 Temmuz’da, Belediye Meclisi’nin özel tören toplantısında takdim ediliyor. Kentin 975’inci kuruluş yılı olan 16 Temmuz 2025 tarihinde Nürnberg Belediye Binası[3] salonunda gerçekleşen törende Belediye Başkanı Marcus König, Belediye Başkanı ve SPD (Sosyal Demokrat Parti) meclis grubunun önerisi ve tüm diger fraksiyonlarin kabulü ile Meral Akkent ile birlikte beş Nürnbergli aktiviste (Peter Brandmann, Dr. Peter Küfner, Nanette Lehner ve Dr. Helmut Sörgel) kente yaptıkları hizmetlerin taktiri olarak madalyalarını takdim etti.[4]
Meral Akkent, İstanbul Üniversitesi’nde sosyoloji, sosyal antropoloji, etnoloji ve kütüphanecilik eğitimi aldıktan sonra 1973 yılında bir yıllık iş sözleşmesiyle işçi olarak Nürnberg’e gelir. Belediye Başkanı Marcus König, Meral Akkent’e madalyasını sunarken Nürnberg’de başlayan bu yolculuğunu “toplumsal katılım ve toplumsal cinsiyet eşitliği için ömür boyu sürecek bir mücadenin başlangıç noktası” olarak tanımladı. Meral Akkent’in Nürnberg’i “bir diyalog, açıklık ve karşılıklı dayanışma kenti” haline getirdiğini ve kendini “insan hakları şehri” olarak tanımlayan bir kentin “yorulmak bilmeyen, birleştirici ve cesur sesi” olduğunu söyledi:
“Meral Akkent, elli yılı aşkın süredir, sesleri çoğu zaman duyulmayanlar – özellikle göç geçmişi olan kadınlar – için yorulmak bilmeyen bir kararlılıkla mücadele ediyor. Onun işçiden öncü bir araştırmacıya, ağ kurucusuna, yazar ve müze kurucusuna uzanan yolu sadece etkileyici değil – ilham vericidir. Yabancı bir ülkede genç bir kadın olarak edindiği deneyimlerden yola çıkarak, yeni bir toplumda kendine yer bulmanın ne kadar cesaret, yönlendirme ve destek gerektirdiğini çok iyi biliyordu. Bu deneyimle özellikle göç deneyimi olan kadınları – onlar adına değil, onlarla birlikte – güçlendirmeye başladı”
Nürnberg’in Almanya tarihinde dönemsel olarak değişen, tartışmalı ama bir o kadar da önemli bir yeri vardır. 11. yüzyılda kurulmuş, 16. yüzyıllarda Albrecht Dürer, Hans Sachs gibi sanatçı ve düşünürlerin yaşadığı, Alman Rönesansı’nın kültürel merkezlerinden birisi olarak görülen bir kent olmuştur. II. Dünya savaşı sırasında Naziler için sembolik bir mekân haline gelir. Hitler yönetimindeki NSDAP (Nazi Partisi) büyük parti mitinglerini (Reichsparteitage) burada düzenlemiş; Yahudi vatandaşların temel haklarının elinden alındığı 1935 Nürnberg Yasaları burada çıkarılmıştır.
Savaş sonrası Nürnberg, uluslararası hukukun gelişimi açısından kritik öneme sahip olur. Nazilerin üst düzey yöneticileri Nürnberg Uluslararası Askerî Mahkemesi’nde yargılanır ve bu mahkemelerle soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar kavramları uluslararası hukukta tanımlanır. II. Dünya Savaşı sırasında Nürnberg ağır bombardımanla büyük ölçüde yıkılır. Nazi geçmişine bir yanıt niteliğinde barış, uzlaşma ve insan haklarına saygı mesajını yaymak amacıyla 1995’den itibaren “Nürnberg........
© Bianet
