Çocuk haklarını korumak dili dönüştürmekle başlar
Dil, toplumsal ilişkilerin görünmez mimari aracıdır. Çocuk ve yetişkin arasındaki güç dengesizliği, toplumsal cinsiyet kodları tam da bu mimarinin içinde şekillenir. Çocuk haklarının ihlali yalnızca eylemlerde değil, dilin kurduğu hiyerarşide de ortaya çıkar. Bu nedenle çocuk haklarını korumak, gündelik pratiğe sızmış olan otorite kalıplarını çözerek başlar. Yanlış kurulan dil de tıpkı yanlış uygulama gibi hak ihlalinin ve çarpık çocuk algısının meşrulaşmasına yol açar. Bunu önlemek için sıkça birlikte düşünmek, tartışmak, politikalar gibi dili de çocukların yararına dönüştürmek için mücadele etmek gerekir.
“Çocuklarımız” ifadesi yetişkin için sevgi, koruma ve sorumluluk duygusunu anlatmak için kullanılsa da, herhangi bir kelimeye eklenen iyelik eki sahiplenme ve aidiyet ilişkisine işaret eder. Tıpkı ‘kadınlarımız’ demek gibi ‘çocuklarımız’ demek de çocuğu bir hak öznesi olmaktan çıkartarak güçsüz, edilgen, muhtaç bir varlığa indirger. ‘Çocuklarımız’ ifadesi masum görünse de çocukları yetişkinlerin mülkiyet alanına yerleştirir. Çocuk Hakları Sözleşmesi, çocuğu bağımsız bir hak öznesi olarak tanımlar. Yani çocuklar aileye, devlete ya da topluma ait varlıklar değildir. Çocuk kendi haklarının sahibidir.
Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin üç tarafı vardır: Hak öznesi olan çocuklar, sorumluluk sahibi olan yetişkinler, yükümlülük sahibi olan devletler. Devletlerin ilk yükümlülüğü çocuk haklarını ihlal etmeme (negatif yükümlülük), ikincil yükümlülüğü ise çocuk haklarının korunmasını ve yaygınlaştırılmasını sağlamaktır (pozitif yükümlülük). Yetişkinlerin çocuklar üzerinde hakları yoktur, çocuklara karşı sorumlulukları vardır. Hak sahibi olan çocuklardır ve çocuklar kimseye ait değildir.
Ebeveynler çocuklarından “oğlum / kızım” diye söz eder. Çünkü kız ve oğlan sözcükleri çocukları ifade eder. Dil yalnızca bir şeyi tanımlamaz; tanımlama biçimiyle o şeyin toplumsal ilişkiler içindeki konumunu da tarif eder. Çocukları kız/erkek olarak kodlamak, toplumsal cinsiyet rollerini çocukluktan itibaren şekillendiren ataerkinin dildeki yansımasıdır. Bu dil, anne karnından itibaren kızları itaate, oğlanları iktidara hazırlar ve çocukları anne karnından itibaren toplumsal cinsiyet sınırlarına hapseder.
Oğlanlardan ‘erkek’ diye söz edildiğinde bu yalnızca bir cinsiyet kimliği değildir; aynı zamanda erkekliğe yüklenen ayrıcalıkların çocukluktan itibaren taşınmasıdır. Çünkü erkeklik tarihsel olarak bir cinsiyeti değil, bir iktidar alanının temsilidir. “Erkek adam ağlamaz” gibi anlamsız kalıplar tam da bu yüzden oğlanlara dayatılır. Her çocuk gibi ağlamak, korkmak ve kırılmak oğlanların da hakkıdır. Ama ataerki içinde duygularını göstermek bir zayıflık olarak görülür ve iktidarda zayıflıklara yer yoktur.
Aynı baskı kızlar için başka biçimlerde işler. Genç yetişkin kadınlara da “genç kız” denir. Çünkü yine söz konusu olan bir cinsiyet kimliği değil, onun etrafında örülü toplumsal ahlâk normlarıdır. Kız olmak çocuk olmaktan çıkarak ahlaki bir statüye dönüşür. Böylece kadın bedeni ve cinselliği etrafına doğrudan toplumsal bir denetim mekanizması örülür.
TDK sözlüğünde “bakire” kelimesinin tanımına bakarsanız, “Cinsel ilişkide bulunmamış (dişi), kızoğlan, kızoğlankız” tanımı karşınıza çıkar. Cinsiyete atfedilemeyecek bir tanımın resmî sözlükte doğrudan kadınlarla ilişkilendirilmesi, kadın bedeni üzerinden kurulan yargıların dil yoluyla nasıl normatif hale getirildiğinin tipik bir örneğidir. Yine TDK’da kadınla ilişkilendirilen meşgul, esnaf, oynak gibi pek çok kelimenin kadın hareketinin mücadelesiyle değiştirildiğini hatırlayalım.
Oğlanlara “erkek” demek ile genç kadınlara “kız” demek aynı toplumsal kodların ürünüdür ve her ikisi de çocuğun sadece çocuk olma hakkına müdahaledir. Genellikle “kız çocuk” ve “erkek çocuk” denilerek sorun çözüldüğü düşünülür. Oysa oğlanlara “erkek çocuk” demek, kızlar için “kadın çocuk” demekten farksızdır.
Oğlanlara ‘erkek’ demek ile genç kadınlara ‘kız’ demek aynı toplumsal kodların ürünüdür ve her ikisi de çocuğun çocuk olma hakkına müdahaledir. ‘Kız çocuk’ ve ‘erkek çocuk’ demek sorunu çözmez. Çünkü oğlanlara ‘erkek çocuk’ diyeceksek kızlar için de ‘kadın çocuk’ demek gerekir.
Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne ve Çocuk Koruma Kanunu’na göre 18 yaş altındaki her birey çocuktur. 15–18 yaş arasındaki çocuklar için genç kız ve genç oğlan, 18 yaş üstü yetişkinler için genç kadın ve genç erkek ifadelerini kullanmak gerekir.
Oğlanlara ‘erkek’ demek aynı zamanda homofobinin bir yansımasıdır. TDK sözlüğünde “oğlan” sözcüğünü ararsanız tanımları arasında “Cinsel bakımdan erkeklerin zevkine hizmet eden” ifadesiyle karşılaşırsınız. Burada da kelimenin tanımı yerine toplumsal ahlâk normlarının sözlükte yer bulduğu ve toplumsal kodlarla dil ilişkisi açık biçimde görünür.
Dil üzerinden şekillendirilen ayrımcılık kodları yalnızca kelimelere değil, zihinlere ve politikalara yön verir. Nefret söylemi de toplumsal cinsiyet eşitsizliği de tam bu zeminde güçlenir.
Erken evlilik deyince aklımıza çocukların değil genç yetişkinlerin gelmesi gerekir. Çocukların özne olduğu durumları ‘erken evlilik’ olarak tanımlamak, çocuk istismarını gölgeleyerek bir zamanlama meselesine indirger. ‘Erken evlilik’ tanımı,........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein
John Nosta