menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yokluğun mekânı

14 12
21.11.2025

Geçtiğimiz cumartesi Amerika Birleşik Devletleri'nin en büyük belgesel film festivali DOC NYC'de dünya prömiyerini yapan A Place of Absence1, (Yokluğun Mekânı) isimli belgeselin fragmanı ile tesadüfen sosyal medya araçlarının biri aracılığıyla karşılaştım. Sadece fragmanı dahi beni içine almaya yeten bu belgeseli önümüzdeki günlerde umarım burada da izleyebiliriz. Daha izlemeden beni belgesele bağlayan fragmandaki iki soruyu aynı semtte ve aynı dönemde geçen biri kurmaca, diğeri gerçek yaşanmış bir hikâye olan iki eserle eşleştirmeye ve/veya cevaplamaya çalışacağım.

Soru 1: Sevilen birinin yokluğu, geride kalanların hayatlarında açık bir yara olarak kaldığında ne olur? (What happens when the absence of a loved one remains an open wound in the lives of those left waiting?)

Bu soru hem bildiğim hem de hiç bilmediğim bir yerden geliyor: Yas.

Cevap için seçtiğim eser ise Sinem Sal'ın son romanı, Mihrap.

Bizim Zamanımız’dan tanıdığımız Mihrap’ın, annesinin ve komşularının evveline yolculuk yapıyoruz bu romanda. Sinem Sal’ın deyişiyle “Mihrap’ın çocukluğuna iniyoruz ki meselemiz kalmasın” 2

1980’de Beyoğlu’nun Haliç’e bakan kıyı semti Hasköy’deyiz. Bu eski Yahudi semtini, o dönemin ise yoksul, işçi semtini 10 yaşındaki meraklı, zeki, bilmiş ve afacan bir kız çocuğu olan Mihrap aracılığı ile onun gözünden tanımaya başlıyoruz. Kızının biricik kahramanı, Haliç Tersanesi’nde tornacı olarak çalışan babası Selami’yi, kendisini anca döndüren bir tuhafiye dükkanını işleten annesi Asiye’yi, biraz daha safça olan en yakın arkadaşı Nino’yu, babasının can dostu komünist Ertan Abi’yi, çoğu ev hanımı olan Türk, Kürt ve Yahudi komşuları ve esnafı ile bir mahallenin sosyokültürel yapısını bir Yeşilçam filmi izlermişçesine okumaya başlıyoruz.

Dönemin politik havasını da bir çocuğun algılayabileceği kadarıyla hissediyoruz. Komünist Ertan Abi’nin fotoğraf makinesinin saklanması gerekiyordur ve bunun ailede yarattığı telaşın farkındadır Mihrap. Saklanması ve unutulması gereken durumun sebebine anlam verememektedir sadece. Uzun boylu, yakışıklı ve çocukları seven adamlara komünist dendiğini bilecek kadar da birikim sahibidir üstelik. Daha sonra, filmleri aratmayacak bir kaçma-kovalama sahnesi izleriz. Mihrap ve Nino, Selami ve Ertan Abi’yi peşlerindeki polislerden kurtarır, çünkü bir mahallede saklanacak yerleri en iyi çocuklar bilir. Mihrap bu olay sayesinde babasının komünist değil ama bir komünist sever olduğunu öğrenir.

11 Eylül’de Sultanahmet’te bir “Pudding Shop”ta belki de beraber son eğlenceli günlerini geçiren komşuların hayatları o günü takip eden gecede geri dönülemez olarak değişecektir: Kimi için darbe olmuştur, kimi için ihtilal…

Darbeden günler sonra Ertan Abilerin evi basılır ve kendisinden bir daha haber alınamaz. Bu durum Selami’yi derinden etkiler. Hem bu üzüntüye hem de darbe ikliminin getirmiş olduğu strese kalbi daha fazla dayanamaz. Babasını kaybeden Mihrap, bu kayıptan bizzat darbenin kendisiyle değişen hayatı sorumlu tutar. En yakın arkadaşı Nino’dan kırkına kadar ölünün evi ziyaret ettiğini öğrenir ve buna tutunur. Kırk günün sonunda et kemikten ayrılacaktır. Kırk gün içinde darbenin işaretlerini ortadan kaldırabilirse babasının hayata döneceğine inanır.

İşe önce Ertan Abi’yi aramakla başlar. Mahalleye gelen askerleri takip etmeye çalışır, o sırada geri kalan mahalleliye sahip çıkmaya çalışır.

“Bodoslama kalabalığa dalıp “Burası bizim” diye birkaç gün öncesinden hep topladıklarından geriye biz kalmıştık işte. Kadınlar, çocuklar, sesini çıkaramayanlar, faşistler ve babasını bulacak olanlar… Racon kesen abiler racon pratiklerini askerlerin karşısında sürdüremediklerinden çitilmiş çekirdek gibi yerlere döküldüler. Arkadan gelen Ford’a birkaç kişi karga tulumba tıkıldı ve herkesin gittiği yere onlar da götürüldü: Şube. Allah sevdiği kullarını yanına alırmış. Halkı sevenleri de polisler şubeye alır. Allah’la şubeden arta kalan halkımıza da Mihrap sahip çıkar.” 3

İşaretleri kaldırmak için babasının gururlanacağı şeyler yapar. Annesinin ve mahallelinin neşesini geriye getirmenin yollarını arar. Yüzü asıkları güldürür. Teyzelere Nino ile bir piyes hazırlar. Yazıya bile çıkar: “Kahrolsun yasaklar. Yaşasın Babalar! Fakat hiçbiri babasını geri getirmeye yetmez. Sonrası Ertan Abi’nin makinasındaki güzel günlerin fotoğrafları…

Mihrap’ın yas süreci kırk günün sonunda tamamlanırken Ertan Abi’nin annesi Pamuk Teyze’nin tutamadığı yası için ise ikinci soruya geçiyoruz.

Soru 2: Cenaze olmadığında hangi ritüelleri yaratabiliriz? (What rituals can we create when there is no funeral?)

Hayrettin Eren, tıpkı Ertan Abi gibi uzun boylu, yakışıklı, çocukları seven, Hasköy’ün devrimci abilerinden birisi. İkisi de yakın zamanlarda gözaltına alındılar ve kaybedildiler. Aralarındaki temel fark şu ki, Hayrettin Eren kurmaca bir karakter değil, kanımızdan, canımızdan, ailesinin ve sevdiklerinin hayatlarında, anılarında yer etmiş, bu hayatı yaşamış pırıl pırıl bir genç. Onun 26 yıla sığan hayatını ve sonrasında onun için verdikleri mücadeleyi kardeşi Faruk Eren “Kayıp Bir Devrimin Hikayesi”nde anlattı

Mihrap’ta anlatılmayanı daha doğrusu Mihrap’ın bir çocuk olarak bilemediklerini Kayıp Bir Devrimin Hikayesi’nden öğreniyoruz. 50li yılların sonlarından başlayarak günümüze kadar bir semtin ve o semti aşarak bir kuşağın ve bir ülkenin tarihini Eren Ailesinin yaşadıkları üzerinden gözden geçiriyoruz.

İlişkilerin daha saf, dürüst ve çıkarsız olduğu bir dönemde, yoksul, işçi mahallelerinde şimdikinin aksine gençlerin idollerinin Che Guevara ve Mahir Çayan olabilmesinin koşullarını okuyoruz. 68’in devrimci dalgasından etkilenen Hayrettin Eren ve arkadaşları için evlerde yapılan duman altı politik sohbetlerle hayat başka bir yöne doğru evriliyor. Çünkü o zamanlar durumu iyi olmayan ailelerin evlerine kitap girebiliyor. Dolayısıyla........

© Bianet