menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Benim öğretmenlerim!

14 1
25.11.2025

Bugün “Öğretmenler Günü”! Uyduruk bir gün aslında!

12 Eylül Cuntası, “komünizme kayan” gençleri “Atatürkçü” yapmak için ha bire “projeler” üretiyordu. 24 Kasım 1981’de ilan edilen Öğretmenler Günü de o projelerden biridir. Biz uyduruk desek ne olacak! “Alışırlar, alışırlar!” diyorlardı, alışıldı işte. Eski öğrencilerimden, arkadaşlarımdan, sosyal medya gruplarından ha bire “Öğretmenler Günü”müz kutlanıyor. Sağ olsunlar tabii ki anımsadıkları için!

Türkiye’de Eğitim Fakültesi’ni bitirdikten sonra hiç öğretmenlik yapmadım, “başka şeyler” yapıyordum o zamanlar. 1981’de İsveç’e geldikten bir süre sonra anadili öğretmenliğine başladım ve 35 yıl öğretmen olarak çalıştım. Ama ben bugün kendi öğretmenlerimi anmak istiyorum, ilk öğretmenlerimi.

Henüz okula başlamadan, okula başlamıştım ben. Herhalde bir yıl kadar, keyfimce okula gittim geldim. Kaydım filan yok. Babam ilçenin “ileri gelenlerinden!” Kuleli’de, Harp Okulu’nda okumuş, bir süre subaylıktan sonra memleketine dönüp “devlet dairesinde memurluğu” seçmiş. Eşme o zamanlar 2-3 bin nüfusuyla köy irisi bir kasaba. Öğretmenler babamın arkadaşı. Okula rahatça gidip gelebilmem ondan.

Hem o kayıtsız gidip geldiğim dönemde, hem birinci sınıfa başladığımda ilk öğretmenim benim Şükrü Alkan’dı. İri yarı, bütün diğer öğretmenler gibi Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmendi. İyi de bir öğretmendi. Öğrencilerini severdi, hissederdik bunu. Biz de onu severdik. Şiddeti hafifçe bir tokadı aşmazdı. Öyleydi o zamanlar.

Derken 4. sınıfa başladık. Ben o ara pat diye okul değiştirdim! Anlamadım niye... Kimse bir açıklama yapmadı. İşte tam o günlerin arifesiydi, Şükrü Öğretmen bizi bıraktı. Evine yakın bir okul açılmıştı ve evi gerçekten bizim okula çok uzaktı; bisikletle gidip geliyordu. Bizim evimiz de onun eviyle okulumuzun arasında, yol üstündeydi. Ben o yol üzerinde yürürken, baktım bisikletiyle Şükrü Öğretmen geliyor. Ne hissetmişimdir? Çok net anımsayamıyorum şimdi. Çok ama çok kırgındım herhalde. Birden yerden küçük bir taş aldım, o da o ara benim hizama gelmişti artık, anlamıştı ne olacağını! Ağzından yanaklarına yayılan bir gülümseme… Yokuş tam orada başlıyordu… Poposunu kaldırıp pedala yüklendi. Ve o ara işte, fırlattım taşı!.. Bağırdım, niye bıraktın bizi!

Gittiğim okulda genç bir kadındı öğretmenim, Gülfem Öğretmen. Yerim hazırdı, oturdum. Sessizdi sınıf… Gözler üzerimdeydi. Yeni ve eski okulumun arasındaydı evimiz ve çocukların çoğunu mahalleden de tanıyordum zaten. Ama yine de okuldu orası ve onların benim henüz dahil olamadığım bir “hukukları” vardı. “Yabancıydım” yani. Öğretmenim sınıfa küçük bir açıklamadan sonra bana dönüp, “Biz sınıfımıza gelen her öğrenciye bir türkü söyletiyoruz. Şimdi sen de bize bir türkü söyleyeceksin” dedi. Ah ne saftır çocuklar!

Keyifli bir türküyü bütün ciddiyetimle söyledim. O zaman lise dengiydi öğretmen okulları, Gülfem Öğretmen de daha yirmili yaşlarda ve mesleğinde yeniydi. Çok sonraları anladım elbette. “Bakın” diyordu Gülfem Öğretmen, “Artık sınıfınızda yeni bir arkadaşınız var!”

Çok sonraları –artık İsveç’e taşımıştım annemi– sordum: Anne, niye beni durduk yerde o okuldan alıp da o okula verdiniz?

Şükrü Öğretmen konuşmuş babamla. “Bu çocuk okuyacak! Ben gelecek öğretmeni tanıyorum, siz bunun kaydını buradan alın, diğer okula yaptırın. Gülfem Öğretmen iyidir.”

O, “Bu çocuk okuyacak” yargısı çocukluğum boyunca peşimi bırakmadı! Üniversiteye başlayıncaya kadar Eşme, Kütahya, Manisa… Savruldum durdum. 11 yaşındaydım daha, ortaokulu okumak için gönderildiğimde Kütahya’ya. Akşam altıda Eşme’den bindiğimiz trenden sabah dörtte inerdik Kütahya’da. Soğuktu hep Kütahya. Karanlık bir de. İz bırakmaz olur mu!

“Bu yorgun bulutlar nereden dersin
Gözlerimdeki bu turkuaz buğu
Ya başımdaki esrik duman
Dinle bak
Bir tren geçiyor kampanayla çok uzaklardan
İçinde annelerinin koyduğu kurabiyeleri yiyor çocuklar
Zaman
O mu sızıyor parmaklarımız arasından
Saatin tik takları acıtmıyor ki artık kalbimi
Ah!
Bu sabah
Kuşlar beni öpüyor durmadan

Sevincimdeki laleler
Hüznümdeki karanfil nakışları
Hep o çinici kızların elinden çıkma
-Kütahya’dan”

(Az-Uz Dere-Tepe Sonra Düz – Bir Şiir Yolculuğu, Belge Yayınları - 2007)

Üç tam yıl liseyi Manisa’da okudum. Öyleydi o zamanlar. –Çoğunlukla öğretmen– ablalar yanlarına alıp okuturlardı –özellikle erkek– kardeşlerini. Güzel bir şehirdi Manisa; yeşil, aydınlık. Babamı oradayken kaybettim, çok sarsılmıştım. Sonra Mahirleri katlettiler. Siyah beyazdı büfenin önüne astığı gazete ama ben kıpkırmızı kan gördüm. Denizleri astılar sonra… Sonra ben devrimci oldum.

Eşme’ye gidip gelmek de daha kolaydı. Öğlen bindiğin trenden akşam altıda (evet, o Kütahya’ya devam eden trenden) Eşme’de iniyordum. Büyümüştüm de artık, yalnız yolculuk yapabiliyordum. Sıkça gider gelirdim Eşme’ye. Kütahya’daki gibi ille bir bayramı........

© Bianet