Attilâ İlhan şiirleri İsveççe'de
Attilâ İlhan’a
Bakıp durma artık demir alan gemilerin ardından
Bırak sensiz kalksın trenler
Yolu açık olsun seni almadan havalanan uçakların
Bir ıslık tuttur sen dudaklarında Sultan-ı Yegâh olsun
Hani o kimi sözcüklerini unuttuğun
Ney’idir ıslığımız ezeli dalgınlığımızın
2025 yılı başlarında, sosyal medya hesabımdan bir duyuru yapmıştım: ‘’Bu yıl Attilâ İlhan hem 100 yaşında olacak ve hem de onu ölümünün 20. yılında anacağız.’’
Attilâ İlhan; Nazım Hikmet ve Orhan Veli ile birlikte benim şiirimde derin etkileri olan üç şairden biridir. Orhan Veli (ve diğer Garipçiler Melih Cevdet ve Oktay Rıfat) için bir kez şiir dinletisi düzenledim, yine Sven Wollter, Hans Wigren, Maria Hjalmarson vd. ile birlikte.
Nazım Hikmet için gerçekten sayısını hatırlayamayacağım kadar çok dinleti düzenledim. Attilâ İlhan için böyle bir katkım, bir çalışmam olmadı. Bunun en önemli nedeni, Attilâ İlhan’ın İsveççe’ye hiç çevrilmemiş olmasıydı. Nazım Hikmet daha önce sınırlı olsa da çevrilmişti. Ben de iki seçki kitapla[1], Nazım Hikmet’in İsveççe’de büyümesine katkı sağladım. Orhan Veli’nin zaten şiir sayısı görece azdır ve neredeyse hepsi çevrilmişti. Ama Attilâ İlhan ne yazık ki hiç çevrilmemişti İsveççe’ye ve bu onun için bir etkinlik yapılmasını da zorlaştırıyordu. Durum benim gerçekten için üzücüydü. Hep aklımda olmuş, hep sıkıntısını duymuşumdur.
Ben Sana Mecburum, bana Manisa’da lise ikide iken oturduğumuz zemin katı evimizi anımsatır hep. Orada sevmiş, orada okumuştum sık sık bu şiiri. Attilâ İlhan şiirleri o yıllardan beri hep olmuştur hayatımda.
Birkaç şiirini çevirdim önce, bir kitap düşüncesine uzaktım. Çevirdiğim şiirleri bir dergide yayınlatma olanağı arayacaktım. Ama birkaç şiirini çevirip, biraz yol alınca işin rengi değişti. Düşündüm ki bir dergide yayınlanacak şiirler, eninde sonunda bir kıyıda köşede kalacak, unutulacak ve olmamışa dönecekti.
Diğer yandan çevirdikçe, şiirlerinin coşkusuna da kaptırmıştım artık kendimi. Zorluklarını biliyordum ama yine deniye bir seçki kitap olmasındı ki?
Hem o zaman çevirdiğim şiirler bir kitap olarak başta Kraliyet Kütüphanesi olmak üzere kimi üniversite kütüphanelerinde ‘’koruma altına alınacak’’ ve ölümsüzleşecekti. Ve hatta bu, çevirmek isteyip de çevirmeyeceğim şiirlerin de önünü açacaktı.
İlk aklıma gelenler Sisler Bulvarı, Ben Sana Mecburum, İstanbul Ağrısı vd. İstanbul Ağrısı, sadece bir A. İlhan şiiri olarak değil tüm şiirler içinde de en sevdiklerimden ve en çok sesli okuduklarımdandır.
Ama ne yazık ki çeviri zorluklarından seçki dışı kaldı o. Ama yine de layıkıyla bir seçki hazırlayabilmem için önce Attilâ İlhanlarım’ı raftan indirmem gerekiyordu.
Özledikçe açıp, önümdeki bilgisayardan okuyordum A. İlhan şiirlerini ama bunlar zaten bildiğim şiirler oluyordu genellikle. Bir seçki hazırlayabilmek içinse A. İlhan kitaplarını toptan bir taramadan geçirmem gerekiyordu.
Öyle de yaptım ve böylece onun yeni yeni şiirlerini keşfettim sevinçle ve bir kere daha sevdim A. İlhan’ı. Ve sonunda onun şiirinin ana ögelerini kapsayan; aşklarıyla, yalnızlığıyla, yoksulluğuyla, sosyalizmiyle ve tabii ki ‘’o eski İstanbul’’uyla bir seçkisini çıkardım. HBGTİ özgürlükçülüğünü de kattım hatta. Kim okuyacak ki demedim. Değerli Cevat Çapan’ın Şiir Çevir Denize At’ını[2] an(ımsa)dım. ‘’Balik’’in hafızasına takılmak yerine, ‘’Hâlik bilir!’’ dedim.
* * *
Kitap kapakları kitapların “yüzü’’ gibi gelir bana hep. O yüzden kitap kapaklarımın da tasarımını kendim yaparım gönlümce ve ressam dostum Kenth Olsson’na bırakırım gerisini.
İlk taslaklarla ilgili düşüncelerimi söyler, bir iki deneme ertesinde sevdiğim bir kapak olur sonunda. Bu kez de anlattım tasarımımı Kenth’e. Kenth, suluboyacıdır. Benim sunduğum tasarımın suluboyayla mümkün olmayacağını söyledi ve oğlu Anders’i önerdi.
Anders, büyük oğlumun daha okulöncesinden, başlayarak bütün temel okul süresince sınıf arkadaşıydı. Müzik okulu derslerine, futbol ve buz hokeyi antrenmanlarına götürüp getirdim yıllarca onu oğlumla birlikte. Sonra büyüdüler, evlerden ayrıldılar, biz başka bir semtlere taşındık.
Anders’i herhalde bir yirmi yıldır filan görmedimdi geçenlerde ilk telefonu ettiğimde. İlkin bir kahkahalaştık keyifle sonra tasarımımı anlattım detaylarıyla. Bir iki düzeltmeden sonra hayalimdeki kapağı çıkardı Anders, o düşlediğim Sisler Bulvarı’nı.
Seçkinin adını da Sisler Bulvarı olarak düşünmüştüm ilk. A. İlhan hep kitaptaki bir şiirinin adını vermiştir kitaplarına. Ben de onun bu tercihine uygun davranmak istedim. Sonra Ben Sana Mecburum’u düşündüm ve sonunda Sevmek İçin Geç Ölmek İçin Erken oldu seçkinin adı. Böylece kapakta iki şiir birden yer almış oldu.
Çevirilerimden de kendi kitaplarımdan duyduğum mutluluğu duymuşumdur hep. Şimdi de öyle.
Sırada Nobel Ödüllü İsveçli şair Tomas Tranströmer’in Sanki Gerekliymiş Gibi adı altında derlediğim kapsamlı bir seçkisi var. Epeydir sırasını bekliyordu Kırmızı Kedi Yayınevi’nde yakında çıkacak.
Şiir tadıyla!..
(SK/EMK)
[1] De mångfärgade kaprifolerna (2002 - Ebruli Hanımelleri), Människovyer från mitt hemland (2020 – Memleketimden İnsan Manzaraları)
[2] Şiir Çevir Denize At, Cevat Çapan (Cumhuriyet Kitap Kulübü)
1996’dan günümüze takriben 6 milyon kişinin ölmesine sebep olduğu söylenen koltan madeni kaynaklı çatışmalar Kongo Demokratik Cumhuriyetinin üzerine bir lanet misali çökmüş vaziyette.
Daha 2023 yılında ülkedeki asilerle ordu arasında çıkan çatışmalarda siviller hedef alınmış, sayısız insan hakları ihlalleri yaşanmış, tecavüzler, cinayetler, esasen halkın mağdur olmasına yol açmış.
Milyonlarca insan yerinden edilmiş, geniş boyutlu bir insanlık krizi yaşanmış, kolera en başta olmak üzere tehlikeli hastalıkların başgöstermesi bir yana, sağlık kurumları ve personeline yönelik şiddetli saldırılar olmuş, insan kaçırma olayları ve talanlar gerçekleştirilmişti.
Memleketindeki bu ağır meseleye dikkat çekmeye girişmiş tecrübeli sinemacı Petna Ndaliko Katondolo 38 dakikalık son eserinde her zamanki renkli dilini kanayan yaraya parmak basmak üzere kullanıyor.
2025 yapımı KDC, ABD ortak yapımı "Katasumbika (Coltan)" adlı 38 dakikalık belgeselin coğrafyaya derinlemesine nüfuz etmemizi sağladığı şüphe götürmez.
Belgesel dünyasının alternatif eserlere en çok yer veren etkinliklerinden Marsilya’nın uluslararası film festivali FID Marseille’in 2025 programında yer alan bu çarpıcı belgesel girift tarzıyla meseleyi teferruatlı biçimde yüzümüze vuruyor; seve seve kullanılan elektronik aletlere bizi neredeyse mecbur bırakan sistemi layıkıyla sorgulamamızı da sağlıyor.
Afrika’nın kolonyal güçler tarafından asırlar boyunca sömürülmesinin faturası kadim halklar tarafından hâlâ ödeniyor. Zengin kaynaklarına göz dikmişlerin günümüzde de farklı taktikler kullanarak talana devam ettikleri düşünülürse KDC gibi memleketlerin belini doğrultamamış olması ne yazık ki kaderin bir dışavurumuymuş gibi algılanabiliyor.
Usta belgeselci Katondolo memleketinin Belçika sömürgesi olduğu zamandan kalma propaganda filmleriyle günümüz manzaralarını harmanlarken bunları peş peşe sıralayarak değil de birbirlerine yedirerek, akışkanlıktan ödün vermeden yapıyor ve bu süreçlerin aslında ne kadar iç........
© Bianet
