menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Film içinde film, hikâye içinde hikâyeler, hikâyelerimin içinden bir hikâyem

6 1
yesterday

Nihayet uzun süredir merakla beklediğim bir filmi, Pelin Esmer’in O da Bir Şey mi filmini, Ankara’da caddeye açılan bir sinemada, hafta içi ilk seansta, dolu bir salonda izledim, mesudum. Sinemaya gitmeden önce filme dair sosyal medyadan okuyup dinlediklerim ve izlediklerim nedeniyle filmin tadı ‘ya kaçarsa’ diye kaygılanmam gereksizmiş, müthiş keyif aldım. Sinemasını çok sevdiğim Pelin Esmer’in O da Bir Şey mi filminin mekânı Aydın-Söke’deki Efes Sineması ve Efes Oteli.

Filmin konusu mu? İstanbul’da yaşayan ünlü bir film yönetmeni olan Levent, Söke Film Festivali'ne davetli olarak geldiğinde, Söke'de doğup büyüyen, hayat mücadelesi veren ve otelde kat görevlisi olarak çalışan genç kadın Aliye ile karşılaşır. Aliye, otel barının mutfağında çalıştığı bir gece, servis penceresi perdesinin arkasından tesadüfen karşılaştığı bir dinleyiciye yaşam öyküsünü anlatmaya başlar. Zamanla anlattığı öykü gelişir ve Aliye’nin gerçek dünyasıyla kurgu dünyası iç içe geçer. Başka dünyaların insanları Levent ve Aliye de gerçek-kurgu dünyaları arasında tercih yapmak zorunda kalacaktır.

2025 çıkışlı Türkiye, Bulgaristan ve Romanya ortak yapımı olan filmin yönetmeni ve senaristi Pelin Esmer. Filmde Timuçin Esen, Merve Asya Özgür, İpek Bilgin, Nur Sürer, Mehmet Kurtuluş, Asiye Dinçsoy ve Şebnem Hassanisoughi’nin çok başarılı oyunculuklarını izliyoruz keyifle. Karakterler çok inandırıcı. Hayatın içinden ilişkilerin yer aldığı senaryoda, diyaloglar nefis. Filmin müzikleri şahane, insanı alıp başka yerlere götürüyor. Görüntüler ve görüntü yönetimi çekimleri çok başarılı. Sanat yönetimi büyük alkışı hak ediyor. İstanbul, Kuşadası, Söke ve Didim’de çekilen filmin mekan seçimleri ve tasarımları çok başarılı; ancak en etkileyici olanlar, bence Efes Sineması, Efes Oteli ve Didim’deki mekanlar.

İstanbul Film Festivali’nde (Nisan 2025) “En İyi Senaryo” ödülünü, Adana 32. Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi Yönetmen olmak üzere toplam 8 ödül alan film 17 Ekim 2025’te vizyona girdi. Çok görülesi ve üzerine düşünülesi olan bu filme, her düzeyde emeği geçenleri kutluyorum.

Sevgili okur; filmin içinde film, hikâyesi içinde hikâyeler olan bu güzelim O Da Bir Şey mi’yi sinemada/dijital platformda izlemek için pek çok neden varsa da en önemlisi -kanımca- Pelin Esmer’in bu filmle bir üst basamağa taşıdığı sinemasıyla tanışıklığı pekiştirmeye veya tanışmaya vesile olması.

Sevgili okur; benim de -sıradan- bir izleyici olarak bu güzelim filmi üzerine yazmak için çok nedenim varsa da iş bu yazının ikinci bölümünde Söke’de başlayan kişisel hikâyemin çocukluk bölümündeki ve içinde Efes Sineması da geçen sinema anılarımı “Ne yapsam içimde o eski sinemalar” başlıklı yazımdan yararlanarak yazacağım.

1930'lar Türkiyesi’nde bile sinema salonu olan 23 ilçeden biri olan Söke’de ilkokul yıllarıma denk gelen 1965-1970’li yıllarda üç kapalı, üç yazlık sinema vardı. Yaşamımızın orta yerindeydi sinema; eğlence ve eğitim aracı hatta okuldu. Neşe Sineması küçük, eski, fuayesi yetersiz, üç-dört localı, balkonlu, koltukları gıcırtılı ve rahatsızdı, koltuk araları çok dardı. Makine dairesinden gelen ses, balkondan film izleme keyfini kaçırttığından bu sinemaya kışın nadiren gider, yazın açık hava sinemasına çok sık giderdik. Sonra yıkıldı, iş merkezi oldu. Dicle Sineması evimize yakın ve iyi filmler getirdiği için buraya daha sık giderdik. Mimarisi çok güzeldi, fuayesi geniş, loca sayısı fazla, koltuk kalitesi ve yerleşimi daha iyi, büfesi zengin, perdesi lacivert kadifeydi. Merdiven trabzanlarından kaymaya bayılırdık. Sinema 1987’de yandı, yerine yapılan binada aynı adla açılan 116 koltuklu bir sinema yapıldı.

Söke Çayı’nın üstündeki demir köprüye yakın, ilçenin en büyük sineması ve dış cephe mimarisi çok özel olan Efes Sineması’nın olduğu binada ayrıca otel ve pastane de vardı. İç mimarisi ve tefrişi çok şıktı. Kırmızı deri koltukları konforlu, balkonu çok büyük, locaları çok şıktı. Turkuaz renkli panjurlu kapısı olan tuvaletleri amonyak kokardı. Fuayesi genişti. Pirinç çerçeveli bilet gişesine boyumuz yetişmez, iki bilet diye bağırır, zıplayarak elimizdeki parayı tablaya bırakır, karşılığında saman sarısı/roze renkli ‘seans sonuna dek saklanması mecburi’ biletimizi ve ‘biletle muteber’ olan yer fişimizi alırdık. Kırmızı kadifeli perdesinde ‘Ziraat Bankası’ yazısı ve ‘başak’ logosu vardı.

Aşı tatili ve sömestr dönemi hariç hafta içi sinemaya gidemezdik. Kışın hafta sonu bu üç salon zınga zınk dolardı. Cumartesi günü öğlen –o zamanlar öyleydi- okuldan koşarak çıkar, sinema önünde bilet kuyruğuna girerdik. Matineler iki film olduğunda saat 14.00’da, üç film olduğunda 13.00’da başlardı. Paramız olursa pazar günü de öbür sinemaya giderdik. Hangi sinemada hangi film(ler)in oynadığı şehri gezen kamyonetlerle duyurulurdu. Sinema önüne bez film afişleri asılır, sinema dış cephesindeki çerçevelerde filmin afişi ve fotoğrafları yer alırdı. Talebin çok olduğu bazı filmlerin biletleri önceden satılır, nadiren yabancı filmlerin bilet fiyatı yüksek olurdu. Efes Sineması’nın yaşlı biletçisi Giritli Pepe, seansa yetişemediğimizde ‘daimi seyirci bonusu’ndan yararlandırır, bizi içeri biletsiz alınca elimizde kalan parayı büfede bol keseden harcardık. Yer fişi verilmeyip EGO (erken gelen oturur) düzeni uygulandığı seanslarda bilet kuyruğundaki arkadaşlarımızı fuayede asılı çerçevelerdeki film afişlerini seyrederek beklerdik. Salona girdiğimizde dış giysilerimizi boş koltuklara koyarak onlara yer tutardık. Yer göstericiler bahşiş alamadıkları için biz çocuklardan hoşlanmazdı. Matinelerde balkonun tümü, salonun ise arka bölümü kadınlarındı. Seyirci salona alındığında müzik yayını başlar, çalınan moda şarkılara tempo tutardık. Film başlayacağında/ara bittiğinde “Film başlıyor. Herkes yerine otursun” anonsu yapılırdı.

Salon ışıkları kararmaya başlar, projektörler perdeyi aydınlatır, perde süzülerek yana doğru açıldığında alkış ve ıslık sesleri yükselir şölen başlardı. "Pek yakında", "Gelecek program" spotlarıyla yapılan film tanıtımları ve reklamlardan –hâlâ öyle– hoşlanmazdım. Nadiren okulca eğitici filmlere de gider, suarelere de pek gitmezdik. Önümüzde oturan uzun boylu kadınlara sinirlenir, dış giysilerimizin üstüne oturarak boyumuzu yükseltirdik. Film başladığında nefesimizi tutar, sessizliği yırtan her tür sese tepki verirdik. Mesela; ‘kötü adam’ cezalandırıldığında, ‘iyi adam’a yapılan haksızlık giderildiğinde, aşıklar kavuştuğunda salondan alkış ve ıslıklarla adeta yıkılır, ezan okunduğunda yerimizde kıpraşırdık. Film arası verildiğinde gözlerimiz aydınlığa zor alışırdı ve koşarak tuvalet kuyruğuna girerdik. İşimiz bittiğinde büfe kuyruğuna girerdik. ‘Neşen Gazozu’ şişesinin içine nohut (beyaz leblebi) atıp, şişmesini bekler, o tatlanmış nohutları büyük keyifle yerdik. Bayat gevrek ve gazoz ikilisine, yağlı-tuzlu patlamış mısıra, çikolatalı gofrete de bayılırdık. Sinemada ‘kabuklu kuru yemiş’ yenmez ve satılmazdı. Uzaktaki arkadaşlarımızla el-kol işaretiyle konuşur, bazen de nevale değişimi yapardık. Salonda şişelere gazoz açacağıyla vurarak ‘gaz-zozzz’ diye bağıran satıcılara sinir olurdum.

Film arasında salon doğal yöntemlerle havalandırılır, insanlar tahliye kapısının önünde sigara içer, film yeniden başladığında salonda sessizlik zor sağlanır, ikinci-üçüncü film başlayacağı zaman salon seyrelirdi. Film oynarken salona giriş-çıkışı görevliler önlerdi. Film koptuğunda, ses-görüntü kalitesi düştüğünde “Ma-ki-nis-sssst; ses” diye bağırırdık. Balkonun en arkasında oturmayı, sıra ortasında oturmayı sevmezdim. Makine dairesi penceresinden perdeye yayılan ışık huzmesine ayağa kalkarak ellerimizi değdirir, perdeye siluetimiz yansıdığında gülüşürdük.

Altyazılı filmleri sevmezdim; küçücük boyum perdedeki yazıyı okumamı engellediği veya okuma hızım altyazı akış hızını yakalayamadığından. Bilimkurgu ve fantastik filmleri değil, ‘salon’ filmlerini, müzikalleri, polisiye, kovboy ve macera filmlerini sever, Türk filmlerini kaçırmazdım. İzlediğim filmlerin adını günlüğümün arkasındaki listeye işlerdim. Kanlı, vurdulu-kırdılı sahnelerde gözlerimi kapatır veya kardeşimle birbirimize sarılırdık. ‘Avare’ filminin "Rüyalarınıza giren büyük bir aşk ve seven kalplerin hikâyesi" yazılı afişine sahip olmak kardeşimle beni mutlu etmiş, kapı arkasına astığımız afişle kuzenlerimize hava atmıştık. Çıkışta güneşten gözlerimiz kamaşırdı, hava kararmışsa bulanık görürdük. Sinema çevresinde film parçaları bulduğumuzda güneşe tutar, hangi filme ait olduğunu bulmaya çalışırdık.

Söke’de kapalı sinema salonları çok amaçlı hizmet verir; tiyatro, konser, panel vs. toplantılara da ev sahipliği yapardı. Söke’nin sosyal ve kültür hayatı o yıllarda çok yoğundu. Ben Dostlar Tiyatrosu’nu, Aşık Veysel’i, Erol Büyükburç’u, Beyaz Kelebekler’i, Cem Karaca ve Barış Manço’yu, Avni Dilligil Tiyatrosu’nu, Edip Akbayram’ı, Prof. Dr. Rasim Adasal’ı bu salonlarda izledim/dinledim.

Ve yazlık sinemalar... O zamanlar Söke’de Neşe, Park ve Albayrak Caddesi’nde Zehra yengemlerin evinin yanındaki olmak üzere üç yazlık sinema vardı. Bazen yengemin evinin damından -bedavadan- film seyretmeye bayılırdık. Bu sinemalarda sıra düzenini koruyabilmek........

© Bianet