Sağcıyız ama yolun solu da bizde
Mansur Yavaş 2019’da Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi, hiçbir şey olmadığı için hiçbir şey olmadı ve mazbatasını aldı. Aradan birkaç hafta geçti, kimilerinin önemsiz sayabileceği iki iş yaptı. Sağlık Bakanlığı’nın eski binasının önündeki demir köprü kaldırıldı. Hatırlayanlar vardır, her kış, üzeri buzlanan demir üstgeçitte kayanlar tek başına haber olurdu. Üstgeçit gitti, küçük bir yol ayrımı yapıldı ve trafik lambası konuldu, mesele çözüldü. Hemen hemen aynı günlerde Kızılay Meydanı’ndaki yaya geçitlerinin zebraları parlatıldı; sessiz bir uyarı olarak gidiş yönlerinde sağ tarafa dev bir ok işareti yapıldı.
Motorize olmayan insan türü olan biz yayalar için bu hatırlatıcı, tatlı bir tebessüm vesilesiydi. Çünkü Kızılay Meydanı’nda biz, Hindistan filmlerinden tanıdık gelen ama tam o aşamaya varmamış bir cümbüş halindeyiz. Sağ yana hizalanıp ışıkta beklemiyoruz, doğru. Aramızda fevkalade cesur insanlar var, ışık ne olursa olsun sakince yürüyüp gidiyor. Yayaya kırmızı yanarken “Talih kuşu bugün benden yana mı acaba?” diye merak ederek çocuksu bir gülücükle koşuyormuş gibi ama hızlanamayarak yürüyenler de mevcut. Hayata isyanını görünür kılmak isteyen, kulaklığındaki müziğe kendini kaptırmış, bakışları kimseye temas etmesin diye özel çaba harcayan eşofmanlı gençlerimiz de sakince yürüyenler arasında. Tamam, bunların hepsine tamam. Ama Kızılay Meydanı’nda yayanın geçmesi için ayrılan süreyi belirleyenler oradan bir kere olsun geçmiş midir, emin değilim. Yürümesinde sorun olmayan biri için tek ışıkta karşı kıyıya sağ salim ulaşmak neredeyse imkansız. Üstüne niyeyse sarı ışıkta fren yerine gaza basıp, yaya geçidinin ortasında kalan motorize insanlar var. Dalgakıran gibi ortada durup çok küfür yediğinin farkında olsa da utanma sıkıntısı nedeniyle yayalara laf yetiştireni, telefonla oynayanı, sahil kenarında manzaraya bakmak için durmuşçasına ferah olanı… Bir de onları aşarak geçiyoruz karşı kıyıya tabii, kıymetli saniyelerimiz de akıp gidiyor.
Ayrıca o süre kısalığı nedeniyle Atatürk Bulvarı üzerinde seyir halindeki bir yayanın ışığın sarıya döndüğünü gördüğü anda her neredeyse oradan verev koşu ile yaya geçidine doğru hareketlenmesi şart. Işık yanarken ne kadarını kat edebilirsen cepte saniyen kalıyor. O noktada sağda mıyım, solda mıyım falan kimse umursamaz tabii. Ama ben, yayaya kırmızı yanarken yola atladığında başına bir kaza gelirse çanağını çatlattığınla kalacağının, beş kuruş tazminat alamayacağının bilincinde bir yayayım. Mıh gibi dururum, adım atmam.
Bir de çocukluğunda şimdiki adı kamu spotu olan “sağ elimde sarımsak sol elimde soğan, sağdan git hep sağdan” şarkısı eşliğinde hep sağdan giden cici çocukları gösteren eğitim videoları izlemiş kuşağız nihayetinde. Ben öğretilmeye çalışılanı yolun sağı diye anladım; ama kimin ne dediği değil, onun nasıl anlaşıldığıdır esas olan değil mi?
Saydığım zorunlu haller dışında yolun solundan yürümek genel bir hâl aldı farkındaysanız. Buna sinirlenen bir büyüğüm karşıdan gelene “İngiliz misiniz?” diye soruyormuş. O ironinin dert çözdüğünü düşünüyor olsa da biz sahada birbirimize “sağdan ayol sağdan” falan diyerek idare etmeye çabalıyoruz. İnsanlar sağcı olmasına rağmen neden soldan yürümekte ısrar etmektedir, konulu araştırmayı TÜİK ve akademiye emanet edelim en iyisi. Motorize ve yaya ekiplerin karşılaşmasında en unutulmaz olanı anlatıp bırakayım. Hava sıcak, akşamüzeri, bunalarak ışığı bekliyoruz. Yayaya yeşil! Kızılay Meydanı’nın nefesi olana yetmeyen süresinde karşıya geçmeye çalışıyoruz. Baston yardımıyla yürüyen bir büyüğümüz de bizimle beraber. İlk bölümü geçtik, ikincinin ortalarındayken yayanın yeşili bitti. Elleri kornoya yapışık motorizeler hemen dırtlamaya başladı. Büyüğümüz kısa kollu gömlek ve kumaş pantolonlu olduğundan ben tedbirimi almıştım. Ama dırtlayanın arabası yüksek olduğundan görememiş olsa gerek, iki dırt daha yapınca büyüğümüz bastonu kaldırıp “Ulan motoru bana mı taktılar, sana mı?” dedi. Yayaların piri önümüzde yeşilimiz bitse de sakince karşı sahile geçtik. (ÖE/TY)
Uzun aralıklı bu serinin ilk yazısından itibaren Türkiye’nin, adil bir gelecek için çabalayan ekonomi inisiyatifleri açısından oldukça bereketli bir yer olduğunu belirtiyorum. Ancak bunu henüz tam anlamıyla somutlaştırma fırsatım olmadı. Sondan bir önceki bu yazıda, uygulamada adil ekonomi örneklerinin bazılarını nerelerde bulabileceğimizi ve nasıl farklar yarattıklarını göstermeye çalışacağım.
Bu yazı ile amacım, adil gelecek için çabalayan, ekolojik ve sosyal açılardan sorumlu inisiyatifleri nerelerde ve nasıl bulabileceğimize ilişkin bir türetici rehberi oluşturmak.1 Ancak ne yazık ki bu uğurda çaba harcayan tüm özneleri tek bir yazıda kapsamam mümkün olmayacak. Bunun yerine ben, bazı örnekler üstünden bu işletme ve toplulukları nasıl bulabileceğimizden söz edeceğim. Zira Türkiye’de, böyle bir yazıya sığmayacak kadar çok sayıda kişi ve kurum, ekolojik ve sosyal açılardan daha adil bir gelecek için ekonomik alanda çaba gösteriyor, ürün, hizmet üretiyor. Her birinin değeri ve önemi çok yüksek, iyi ki varlar ve mücadeleye devam ediyorlar.
Bununla da sınırlı değil elbette, tüm zorluklara, engellere ve engellemelere rağmen, akademinin içinde ya da dışında, işin teorik ve pratik kısımlarını incelikle araştıran çok sayıda kişi, birbirinden değerli sayısız kaynak oluşturuyor ve hepimize önemli bir alan açıyor, yol gösteriyor.2
Bu kısa ve öz rehberde yer veremediğim çok sayıda işletme ve toplulukla ilgili detaylı araştırmayı yine bir gönüllü çalışma olan EkoHarita Platformu üzerinden yapabilirsiniz. 2016 yılından bu yana aktif olan EkoHarita, çok fonksiyonlu “ekoloji temelli iletişim, bilgi ve dayanışma ağı” vazifesi gören bir canlı portal olarak biz kullanıcılarına sayısız kolaylık sağlıyor. Aynı şekilde burada sözünü ettiğim kavramlar ve uygulamalar ile ilgili kapsamlı bir arşive erişmek için de Sosyal Ekonomi sitesini kullanabilirsiniz. Sosyal ekonomi alanındaki temel kavramlar, araştırmalar ve güncel tartışmalara yer veren bu blog, oldukça değerli bir arşivi bizlere sunuyor.
Bu rehberin ilk sırasında kooperatifler yer alıyor. Kooperatifçilik, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de dayanışma, ortak üretim ve adil paylaşım gibi ilkeler üzerine kurulu, önemli bir örgütlenme biçimi olarak varlığını sürdürüyor. Resmi verilere göre Türkiye’de, tarımdan ulaşıma, enerjiden konuta kadar farklı alanlarda milyonlarca ortağı olan on binlerce kooperatif faaliyet gösteriyor.3 Tarım, turizm, yapı, taşımacılık gibi çok çeşitli alanlarda farklı amaçlarla kurulabilen kooperatiflerin, en temelde ortakların faydasını artıracak faaliyetleri, demokratik ve katılımcı bir biçimde gerçekleştirmeye alan tanıyan birtakım gönüllü ilkeler barındırması bekleniyor.
Bu yazının konusu olan kooperatifler ise bu ilkelere ilave olarak, daha iyi ekonomik, sosyal ve ekolojik bir gelecek için “dürüstlük, açıklık, sosyal sorumluluk, başkalarını düşünme”4 gibi değerleri içselleştiren ekolojik ve/veya sosyal fayda yaratmayı da amaçlayan, bunun için çabalayan yapılardır. Birçoğu kesişimsel alanlarda, örneğin kadınların ekonomik güçlenmesinin sağlanması ile zehirsiz tarımsal üretimin yapılması gibi çoklu fayda üreten faaliyetlerde bulunurlar. Ve böylece 2012 yılının ardından ikinci kez Uluslararası Kooperatifler Yılı olan 2025 yılının temasının söylediği gibi, gerçekten de bu “kooperatifler daha iyi bir dünya kurar”.5
Bu kooperatiflerin kesişimselliği ve kapsamlı çabaları nedeniyle sınıflandırılmaları zordur. Ama genel bir bakış sunmak için temelde üç grupta toplayabiliriz: Üretim kooperatifleri, tüketim kooperatifleri ve sosyal kooperatifler.
Bu grupta yer alanlar genellikle tarımsal üretim, işletme ve kalkınma kooperatifleri gibi ürün ve/veya hizmet üretmeye odaklanmış kooperatifler gibi görülebilir. Türkiye’nin farklı bölgelerinde, başta tarımsal ürünlerin üretilmesi ve pazarlanması ile, kadınların ekonomik güçlenmesi gibi alanlarda faaliyet yürüten çok sayıda kooperatif bulunuyor. “Kooperatifler, ortağı üreticiden satın aldığı ürünü aldığı haliyle satmaz. Ürünü işler, ambalajlar, paketler öyle satar”.6 Böylece katma değer üretirler ve ortaklarına daha fazla kazandırırlar. Bu kooperatiflerden yapılacak alışverişler doğrudan yerel ekonomiyi ve sosyal güçlenmeyi destekler. Üretimin zehirsiz olduğu koşulda da biyoçeşitliliğin ve daha geniş perspektiften doğanın korunmasına katkı sağlanır.
Sadece tarım ve gıda değil, hemen her türlü ihtiyacını bu tür kooperatiflerden karşılamak mümkün. Ayrıca bu kooperatifleri bulmak da görece kolay. Birçoğunun, değişik internette değişik platformlarda ürün satışı var. İstanbul, İzmir, Çanakkale gibi illerde, belediyelerin iştirakiyle açılan dükkanlarda ya da birçok şehirde bulunan yerel ürün ve kooperatif ürünleri marketlerinde bu kooperatiflerin ürünlerini bulmak mümkün. Ayrıca kadınların yürüttüğü kooperatiflere ilişkin daha kapsamlı bir araştırma için Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV) tarafından yürütülen Simurg Kadın Kooperatifleri Birliği internet sitesinde oldukça kapsamlı bir harita sunuyor. Oradan şehir ve imkana göre arama da yapılabiliyor.
Bir grup insanın bir araya gelerek, satın alma pratiklerini ortaklaştırması temeline dayanan bu kooperatifler, yerel ve temiz üretimi desteklerken, özellikle kentli nüfusa ekolojik ve/veya sosyal açıdan adil ürünlere erişme fırsatı yaratır. 1937’de bir devlet işletmesi olan SEKA çalışanlarının ve ailelerinin başta gıda olmak üzere temel ihtiyaç maddelerini piyasaya göre daha ucuz koşullarda temin edebilmesi amacıyla kurulan ilk tüketim kooperatifinden itibaren, uzun sayılabilecek bir geçmişi vardır.7 Son yıllarda ise bu değerli miras, ekolojik duyarlılık ve sosyal dayanışma çerçevesinde ilerliyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde kurulan BÜKOOP’un açtığı yolda, özellikle 2013 yılından sonra ivme kazanan yeni tüketim kooperatiflerinin çoğu, tıpkı Yerdeniz Kooperatifi ortaklarının belirttiği gibi, “Gezi’nin dayanışma ruhu ile kooperatifin dayanışma ve güven zeminini anti-kapitalist bir eksende harmanlayacak bir anti-kapitalist dayanışma ekonomisi olarak kooperatif modelini” benimsemiştir.8 Çeşitli illerde bu kooperatifleri bulmak mümkün. Ve desteklenmeleri çok önemli. Zira bu........
© Bianet
