menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Demokrasi ve insan hakları

13 0
17.09.2025

Demokrasi ve insan hakları birbirini korur ve güçlendirir.

“Halkın halk tarafından halk için yönetim” olarak tanımlanan demokrasi yüzyıllardır insanlığın yaşamında. Antik Yunan’da milattan önce 4. veya 5. yüzyıldaki deneyim zaman içerisinde değişip, dönüştü. Esasen, bu süreç devam ediyor.

Birlemiş Milletler (BM) 2007 yılından bu yana 15 Eylül’ü Demokrasi Günü kutluyor. Otoriter, aşırı sağ yönetimlerin arttığı bir dönemde siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel alanlara katılım giderek zorlaşıyor. BM bu yıl için seçtiği temel sloganı sivil alanın daraldığı, dezenformasyonun arttığı bir dönemde güven inşa etmek, diyalog geliştirmek ve ortak karar almak her zamankinden daha kritik öneme sahip olduğunu ifade ediyor.

İçinden geçtiğimiz bu zorlu dönemde demokratik hakların kullanımının ortadan kalktığı veya kağıt üzerinde kaldığının herkes farkında. O nedenle, bu yıl temel sloganını “Sözden Harekete” geçmek olarak belirlerken BM demokratik katılımın kağıt üzerinden kalmayıp fiiliyata dökülmesinin önemine atıf yapıyor.

Her ne kadar Birleşmiş Milletler Antlaşması’nda demokrasi kelimesi doğrudan geçmiyorsa da bu kavram BM sisteminin temelinin üzerine inşa edildiği temel değerlerden birisidir. BM Antlaşması’nın “Biz Birlemiş Milletler Halkları” biçimde başlaması dahi metnin ruhunun demokrasi kavramı etrafından şekillendiğini gösteriyor.

BM metinde doğrudan demokrasi kavramının geçmemesini antlaşmanın kabul edildiği 1945 yılında üye devletlerinin birçoğunun demokrasiye geçmediğini veya uygulamadığını gerekçesiyle açıklıyor.

2025 yılında BM üyesi çoğu devletteki durumun farklı olmadığını gösteren bir rapor, araştırma, analiz ve veri bulunuyor. Örneğin, V-DEM projesinin 4200’den fazla araştırmacının katılımıyla demokrasinin yüzlerce farklı parametresine bakılarak hazırladığı Demokrasi Raporu 2025 olumsuz trendi ortaya koyuyor.

Raporun belirttiği üzere, demokrasiye düzeyi 1980’lerin ortalarındaki seviyeye gerilerken dünya genelinde bir otokratikleşme dalgası yaşanıyor. Dünya nüfusunun r'si farklı düzeylerdeki otokratik rejimlerde yaşıyor. Rapor, bu oranın 1978 yılından bu yana en yüksek oran olduğuna dikkat çekiyor.

Halk ve yönetim kavramları etrafından şekillenen demokrasi insan haklarının birçok alanı ile doğrudan ilgili. Yaşama, yönetime katılım ifade özgürlüğü , örgütlenme özgürlüğü vb. hakları içermektedir. Ayrıca, insanların bu hakları kullanarak katılacağı idarenin de şeffaf, katılımcı ve hesap verebilir olması gerekir. Kamu idaresinin bu niteliklere sahip olması ise kuvvetler ayrılığı, adil seçimler, bağımsız yargı, basın özgürlüğü vb. alanlardaki evrensel standartların düzeyi ile doğrudan ilgilidir.

Tabi ki, BM’nin kendi çalışmalarını demokrasi prensibi temelinde planlanlayıp ve yürüttüğünü söylemek bugün itibariyle zor. BM’nin başta Gazze olmak dünyanın birçok yerindeki savaşlara, silahlı çatışmalara gerektiği ölçüde çözüm olmaması aksayan işleyişine dair temel gösterge.

Benzer şekilde, BM’nin demokrasi ve insan haklarının gelişmesi konusunda misyonunu tam olarak yerine getirmediği de aşikar. Bünyesindeki özel raportörlerin ve insan hakları yüksek komiserliği gibi organların insan hakları alanında yaşanan ağır ihlallere dikkat çeken çalışmalarına ve önerilerine tam anlamıyla denk gelen çalışmalardan hala uzak.

Bu sebeplerle, BM yetkilileri 2025 yılı için belirledikleri slogana uygun davranmak için bir an önce harekete geçmelidir.

Demokrasi biz insan hakları savunucularının temel meselelerinden birisi çünkü aralarında doğrudan ve sıkı ilişki bulunuyor. Demokrasi halkın gücü, iradesidir. Bizler açısından demokrasi insan hakları ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi için gerekli ortam demektir. Tersinden demokratik alanın daralması daha fazla insan hakları ihlali demektir.

Esasen, demokrasinin temellerinin sağlam olduğu yerlerde haklarımızı ve özgürlüklerimizi rahatlıkla kullanabiliriz. Potansiyelimizi ortaya koyup, kendimizi gerçekleştirebiliriz. Kararlarımızı daha doğru temelde alabiliriz. Katılımcı bir yaşam içerisinde bireysel ve kolektif düzeyde kendimizi gerçekleştirebiliriz.

Demokrasi seçime katılım boyutunun ötesine geçen, yaşamın hemen her alanına etki eden bir kavramdır. Demokrasi kişinin kendisi olarak varlığını sürdürmesine imkan sunan bir kavramdır. Herhangi bir özelliği nedeniyle ayrımcılığa uğramadan yaşamın tüm alanlarına katılmasına mümkün kılan bir anahtardır.

İnsan haklarını korumak ve gelişirmek için demokrasiye ihtiyacımız var. Aynı şekilde, demokrasiyi korunmak ve geliştirmek için de insan haklarına.

Demokrasi eşitliktir, demokrasi adalettir, demokrasi insan haklarıdır.

Türkiye’nin yakın siyasi tarihini bir aşk hikâyesi ekseninde ele alan bu dizi, farklı siyasi görüşler sebebiyle yolları ayrılan iki eski dostun çocuklarının aşkını ve bu aşkın dönemin çalkantılı siyasi gelişmeleriyle nasıl sınandığını anlatıyor.

Büyükada’da çocukluk arkadaşı olan Şevket Gürsoy ve Rıza Ünsal, yıllar içinde farklı ideolojik yollara savrulur: Şevket Cumhuriyet Halk Partisi taraftarı bir savcı, Rıza ise Demokrat Parti milletvekili olur. Bu farklılık dostluğu bitirirken, yıllar sonra Şevket’in oğlu Ahmet ve Rıza’nın kızı Yasemin birbirlerine âşık olur. Onların aşkı, yalnızca ailelerinin değil, aynı zamanda Türkiye’nin sancılı siyasi atmosferinin de gölgesinde şekillenir.

Dizinin ilk sezonu, 27 Mayıs Darbesi öncesinden Adnan Menderes’in idamına kadar geçen dönemi işlerken, karakterler üzerinden Demokrat Partililerin yaşadığı baskılar ve devrimci gençlerin karşılaştığı zorluklara ışık tutar. İlerleyen sezonlarda ise 1960’ların sonu ve 1970’lerin başına uzanılır; sol öğrenci hareketleri, sağ–sol çatışmaları, 12 Mart Muhtırası ve nihayetinde 12 Eylül Darbesi, kahramanların hayatlarına doğrudan dokunan olaylar olarak hikâyeye dâhil edilir.

Ahmet ile Yasemin’in aşkı dizinin merkezinde olsa da, diğer karakterlerin ilişkileri üzerinden de dönemin toplumsal ve siyasi gerilimleri işlenir: Yasemin’in kuzeni Deniz ile Ahmet’in kız kardeşi Defne’nin sol çizgideki birlikteliği, Yasemin’in kardeşi Işık’ın sağ görüşlü Yaşar ile ilişkisi ve Harun ile evlilik kararı, Türkiye’nin kutuplaşmış gençliğini simgeler.

Gerçek tarihî olayların gazetelerden kesitlerle desteklendiği dizide, karakterlerin kişisel hikâyeleri ile ülkenin siyasi çalkantıları iç içe ilerler. 68. bölümde Erdal Eren’in idamıyla doruğa çıkan anlatı, tüm karakterlerin yeniden Büyükada’da bir araya gelmesiyle son bulur.

Bu dizi, hem büyük bir aşk hikâyesi hem de Türkiye’nin demokrasi mücadelesinin dramatik bir panoramasıdır.

(Oİ/EMK)

On beş güne uzanan........

© Bianet