menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Dostoyevski’nin 'Timsah’ı: 19. yüzyıldan dijital çağa ‘yutulmanın’ konforu

20 0
25.10.2025

Bir bürokrat timsah tarafından yutuluyor ve içeride yaşamaya devam ediyor. Dostoyevski’nin bundan 156 yıl önce yayımlanan Timsah (Krokodil) adlı eseri, ilk bakışta fantastik bir masal gibi. Ama metin derinleştikçe anlıyoruz ki, bu novella (uzun öykü) yalnızca absürt bir hikâye değil, aynı zamanda insanın sisteme nasıl gönüllü olarak uyum sağladığını hicveden güçlü bir alegori.

Bugünden bakıldığında "timsahın karnında" yaşam, neoliberal çağın bireye sunduğu sinik konfor alanlarıyla ve "güvenli" kölelik düzeniyle bire bir örtüşüyor.

Dünya edebiyatının en büyük romancılarından biri olarak kabul edilen Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (1821-1881) denilince akla Suç ve Ceza, Budala, Ecinniler ve Karamazov Kardeşler geliyor. Dostoyevski tüm bu eserleriyle insan ruhunun karanlık uçurumlarını, ahlaki ikilemleri ve devlet–birey çatışmalarını derinlemesine işliyor.

Ama biliyoruz ki o yalnızca trajedi ve dramın yazarı değil; Yeraltından Notlar ve Timsah gibi eserlerinde mizahi, grotesk ve absürt bir üslubu da öne çıkarıyor. Timsah, bu açıdan külliyatında ayrıksı ama önemli bir yere sahip.

Yıllar önce okuduğum bu öyküyü geçtiğimiz günlerde Deniz Yüce Başarır’ın tavsiyeleri arasında görünce kitaplığımda arayıp buldum. Araya giren telefon konuşmalarına rağmen bir saatte bitirdim. Ardından uzun uzun düşünüp, nihayetinde üzerine yazmaya karar verdim. Bugünkü aklımla okuyunca Timsah’ı daha çok sevdim.

Önce Timsah’ın yazılış dönemine gidelim: 1860’ların Rusya’sı büyük dönüşümlerin yaşandığı bir dönem. Serflik kaldırılmış, Batı kapitalizmi hızla ülkeye sızmış, yabancı sermaye tartışmaları yapılıyor. Belirsizlikle dolu bir atmosfer.

Dostoyevski, abisiyle birlikte çıkardığı Epoha (Çağ) dergisinde bu çalkantılı gündemi alegorik bir öyküyle hicvetmeyi seçiyor. Timsah ilk kez 1869’da yayımlanmış ve o dönemin basınındaki “ekonomik ilke” tartışmalarına ince bir göndermeyle kaleme alınmış.

Konusu özetle; Dostoyevski külliyatına göre oldukça tuhaf: Ana karakter İvan Matveyeviç, karısı Elena ve arkadaşı Semyon ile birlikte St. Petersburg’daki Passage mağazasını gezerken sergilenen bir timsah görüyor. Merakına yenilip hayvanla alay ediyor, fakat bir anda timsah tarafından yutuluyor. İlginç olan, İvan’ın ölmemesi; timsahın karnında yaşamaya devam etmesi ve hatta kariyer planları yapmaya başlaması.

Öykü bundan sonra İvan’ın timsahın karnından çıkarılmayışını ve çevresindeki tepkileri anlatıyor.

Hikayenin karakterleri, tam da yazıldıkları döneme uygun. Ama temsil ettikleri zamansız ve sınır ötesi. Ana karakterleri kısaca tanıtınca niye böyle dediğim anlaşılır olacak.

İvan Matveyeviç: Küçük bir bürokrat. Timsah tarafından yutulmuş olmaktan rahatsız değil, hatta kendine buradan bir görev çıkarıyor. İlgi odağı olmak hoşuna gidiyor. Teslimiyet ve rızanın sembolü; ama asıl meselesi "meşhur olmak". Timsahı beslerken onun da kendisini beslediğini söylüyor. İvan’ı özel olarak ele alacağız.

Elena İvanovna: Genç, telaşlı, herkesin beğendiği bir kadın. Başta kocasına üzülecek sanıyoruz; ama daha ilk günden boşanmayı, kendi geleceğini düşünmeyi planlıyor. Bireysel çıkarların toplumsal sorumlulukların önüne geçişini simgeliyor. Dostoyevski’nin onu pasif ve bencil göstermesi dönemin patriyarkal bakışını yansıtıyor ama bireycilik eleştirisinin de bir parçası.

Semyon Semyoniç: İvan’ın arkadaşı ve anlatıcı. İvan timsah tarafından yutulduktan sonra meseleyi "akılcı" yollarla çözmeye çalışıyor. İvan’ın kendisini bir dost değil, sekreter gibi kullanmasına kızıyor ama olayları içselleştiriyor. Rusya’da yükselen liberal-burjuva düşüncenin hicvedilmiş temsilcisi. Üstelik İvan’ı sevmiyor!

Timsahın Sahibi (Alman tüccar): Rusya’ya getirdiği timsahı sergileyen Alman tüccar, İvan’ın içeride oluşunu ranta çeviriyor. Onu çıkarmayı reddediyor, bilet satarak parasına para katıyor. Kapitalist pragmatizmin ve yabancı sermayenin simgesi.

Timsah (Küçük Karl): Sergilenen egzotik hayvan, yaşanan tüm absürtlüklerin merkezi. İvan’ı yutuyor ama öldürmüyor. Sahibinin gözünde bir "meta" insanlar için bir şov aracı. Kapitalizmin, bürokrasinin ve gösteri toplumunun yutucu ama yaşatan düzeninin alegorisi.

Hikayede bir de yaşlı bürokrat var. O da tahmin edileceği üzere "kamu yararı" ve "ekonomik ilke" gibi kavramlarla sistemin koruyucusu olan kesimin simgesi.

Tabii her bir karakterleri derinlemesine analiz etmek mümkün ama esas adamımız İvan. O kalabalıkların temsilcisi. Hatta bugünkü kalabalıkların bile.

İvan, düzenin gönüllü işbirlikçisi, bir timsah tarafından yutulsa bile! Esaretten kurtulmak yerine orada yükselme hayalleri kuruyor, timsahın karnında yaşamayı "norm" kabul ediyor. Bugün yaşasa, içeriden canlı yayınlar yapan bir "içerik üreticisi" olurdu; sosyal medyada takipçi toplamak için türlü şaklabanlıklar yapardı.

Uyum. Rıza. Ve İvan. Bu kavramlar üzerinden Timsah, Black Mirror’ın "15 Million Merits – 15 Milyon Hak" bölümünü hatırlattı bana. Orada da insanlar, teknolojik ve tuhaf bir kapitalist oyun sisteminde 'bisiklet çevirerek' bir nevi köle gibi çalışıyor, karşılığında "ün" ve "haz" vadeden bir illüzyona kapılıyor. Bing ve Abi’nin sisteme adapte oluşu ile İvan’ın timsahın karnında "büyük adam" olma isteği aynı yanılsamanın farklı yüzleri…

Dostoyevski, hikâyeyi sonuçlandırmıyor; absürtlüğü doruğa çıkararak "bitmemiş" bir havada bırakıyor. Bu bitmemişlik, öykünün ironisine çok yakışıyor.

Can Yayınları’ndan Ayşe Hacıhasanoğlu çevirisi ile okuduğum bu kitabı, birkaç saatinizi ayırıp okumanızı (farklı yayınevlerinden de bulabilirsiniz) ya da dinlemenizi (sesli kitap alternatifleri de var) tavsiye ederim.

Bu arada Timsah’ın Türkiye’de dikkat çekici bir serüveni var. 1960 Darbesi’nin ardından üniversiteden uzaklaştırılan akademisyenler -147’ler- için Haldun Taner, öyküyü bir tiyatro oyununa uyarlamış. Ancak ne sahneye koyacak tiyatro ne de oynayacak oyuncu bulabilmiş. Sonunda Taner, Timsahı radyo tiyatrosuna çevirmiş ve eser yalnızca bir (rakamla 1) kez yayınlanmış.

Yıllar sonra, 2017 yılında bu kez Orhan Alkaya yönetiminde yeniden sahnelenmiş. Üstelik KHK ile ihraç edilen akademisyenlerin sesi olmak için oyunculuğu akademisyenler ve hekimler üstlenmiş.

Ve son olarak da Tom Basden’ın, öyküden esinle kaleme aldığı oyun 22. İstanbul Tiyatro Festivali’nde 2018 yılında sahnelenmiş. O yılın son günlerinde DasDas Sahne’de seyirciyle buluşmuş.

Timsah hakkında bir ilginç bilgi de Dostoyevski'nin bu hikayede Gogol'dan esinlenmesi. Eleştirmenler, Timsah'ı sık sık Gogol’un "Burun" adlı absürt–grotesk öyküsüyle yan yana koyuyor. Bazı yorumlarda haksızlık yapıldığını düşünsem de benzerlik yok mu? Var.

İkisinde de sıradan bir bürokratın başına gelen olağanüstü ve mantıksız bir olay üzerinden toplumsal taşlama yapılıyor. Gogol Rus bürokrasisinin saçmalığını, Dostoyevski ise Batı’dan gelen kapitalist değerlerin Rusya’ya girişini hicvediyor.

Dostoyevski'ye atfedilen "Hepimiz Gogol'un Palto’sundan çıktık" sözünü hatırlatarak, ben Dostoyevski'nin Gogol’dan aldığı ilhamı bir saygı duruşu olarak okuyorum.

Slogan gibi olacak ama ben de Dostoyevski’ye öykünerek bir alegori yapayım: Hepimiz İvan’ız! Hepimiz devasa bir timsahın içindeyiz!

Bu timsahın adı Küçük Karl değil: Adı kapitalizm, dijital algoritmalar ya da gözetim düzeni olabilir; fark etmez. O şey her neyse hepimizi yutmuş durumda. İçeriden konuşuyor, hayaller kuruyoruz. Timsah, varlığımızla değer kazanıyor; biz de bu esaretten kurtulmak yerine sistemin içinde ‘güvenli’ bölgemize sığınıyoruz.

Timsah’ın karnında yaşamak, Byung-Chul Han’ın dediği gibi, özgürlüğün değil; gönüllü köleliğin, kendini sömürerek sisteme katmanın en parlak örneği. Dijital ortamın sunduğu "özgür dünya" başlı başına bir yanılsama değil de ne?

Bu nedenle Timsah, incecik bir kitap ama sordurduğu soru kolay yutulur cinsten değil: "Timsah’ın midesinden konuşmaya devam etmek, özgürlük mü yoksa incelikli bir kölelik biçimi mi?"

Yazar: Fyodor Dostoyevski
Çevirmen: Ayşe Hacıhasanoğlu
Yayınevi: Can Yayınları
Ebat: 12,5x19,5 cm
Sayfa Sayısı: 88
İlk Yayın Tarihi: 1865
Özgün Adı: Krokodil
Özgün Dili: Rusça

(NK/AB)

RED dökümanter film gösterimleri için gittiğim Uruguay ve Arjantin’de etkinlikler sonrasında gezmek ve görmek istediğim yerlere gitme fırsatı buldum. Buenos Aires’te Plaza de Mayo anneleriyle tanışmayı, ESMA ve Garaj Olimpo’yu görmeyi çok istiyordum.

Arjantin’de 1976 yılında gerçekleşen askeri darbe ile Isabel Martinez de Peron iktidardan uzaklaştırılmış, yerine içinde Videla’nın da olduğu 3 generalin oluşturduğu Askeri Konsey iş başına gelmişti. Önümüzdeki yıl bu kanlı darbenin 50. seneidevriyesi. Sadece Arjantin değil, bir zincirin halkaları gibi CİA tarafından tezgâhlanan Condor Planı ile koyu bir siyasi gericilik bütün kıtayı kasıp kavurmuştu. En başta sol-sosyalistler olmak üzere on binlerce muhalif bu süreçte katledildi.

1954-1989 yılları arasında Paraguay ile başlayan askeri darbeler, Amerika’nın "Arka Bahçesi" olarak gördüğü bu kıtada sırasıyla 1964-1985 Brezilya, 1971-1978 Bolivya, 1976-1983 Arjantin, 1973-1985 Uruguay ve 1973- 1990 yıllarında Şili’de devam etti. Bu süreçte birbirleriyle iş birliği yapan diktatörlüklerin 60 binden fazla insanın öldürülmesinden sorumlu oldukları biliniyor. Bu zincirleme askeri diktatörlükler bir tesadüf değildi.

Milton Friedman’ın ekonomik modeli olan Monetarizm Şili için ilk deneydi. Geleneksel tarımın yok edilmesi ve kırların kentlere göçü büyük bir işsizler ordusu yaratmış, sermaye için ucuz iş gücü dönemi başlamıştı. Neo liberal politikaların uygulamaya sokulduğu bu süreçte kitle hareketlerine yer yoktu. Sendikaların işlevsiz bırakıldığı, sol-sosyalist örgütlerin ezildiği, toplumsal muhalefetin bir bütün olarak susturulduğu bir ortam yaratılmak isteniyordu.

1975 yılında Şili’nin başkenti Santiago’da bir araya gelen ülke yöneticileri, kendi sınırları içinde rahatlıkla operasyon yapma ve bilgi paylaşımı konusunda anlaşmaya vardılar. Condor Planı’nın motor ülkeleri olarak Şili, Arjantin ve Uruguay öne çıkıyordu. Bu ülkeler içinde Arjantin diktatörü Jorge Rafael Videla, vahşi uygulamaları nedeniyle adından en çok bahsedilen kişi oldu. Videla, daha sonra kendi döneminde işlenen insanlık suçları nedeniyle birkaç kez yargılanıp küçük cezalara çarptırıldıysa da 2010 yılında 31 sol görüşlü mahkûmun Cordoba’da bulundukları cezaevinden alınarak kurşuna dizilmelerinden birinci derece sorumlu tutularak ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı. Sadece Videla değil o dönemin sorumlularından 30 kişiye daha değişik hapis cezaları verilmişti.

Arjantin’de diktatörlük döneminde sorumluluk almış, işkence ve kaybetme suçları işlemiş olanlar hakkında hala davalar ve soruşturmalar........

© Bianet