Gölgelerin sakladığı hakikat: Şebbaz
Biz ne zaman ayrı düştük? Ne zaman mahallelerimiz ayrıldı, renklerimizi kaybedip birbirimizden uzaklaştık? Bu sorular bana çoğu zaman fazla romantik gelmiştir. Çünkü aslına bakılırsa çok uzun zamandır ayrıyız ve ayrı mahallelerdeyiz. Belki tarihin çok kısa bir aralığında ortak bir hayale inanıp en azından bir arada durmayı başarmış olabiliriz. Ama tarihin büyük kısmında bu denli uzak ve bu denli kutuplaşmış da değildik.
Yakın evlerde, aynı okullarda ve aynı mahallenin farklı köşelerinde bir arada durmayı başarmıştık, hele de çocukken. Hepimizin kendimize ait hayalleri ve memleketimiz için umutlarımız vardı. Herkes güzel günlere kendi meşrebince inanırdı. Fakat çok uzun süredir gölgeler ve suretlerin arasında yol alıyoruz.
Hakikate ulaşmanın her geçen gün daha da zorlaştığı, kimin gerçek kimin suret olduğunu anlayamadığımız birbirimize olan güvenimizi yitirdiğimiz, sahibinin sesiyle konuşan suretlere bakıp kendi gölgemizden bile korktuğumuz zamanlardayız. Bu karanlık içinde korkudan ağzını bile açamayanlara karşı ışığı arayanlar soruyor; bir tek sözümüz kaldı onu da söylemeyelim mi?
Tiyatro sahnesinde geleneksel formların çağdaş politik dille buluştuğu anlar vardır; bu anlarda ne nostalji ağır basar ne de modernlik kibri. Anlatılmak istenenlere en iyi biçimi sunan, anlatım olanaklarını genişleten her form işlevseldir. Bu bağlamda geçmişten bugüne uzanan anlaşmazlıklarımızı dert ediniyorsak, geleneksel tiyatromuzun olanakları bize yeni anlam katmanları sunacaktır.
Ahmet Sami Özbudak’ın Şebbaz’ı, işte bu olanakları ve gölge oyununu politik ve toplumsal bir metafor olarak kullanan özgün bir eser. Tiyatro Hayali’nin sahnelemesi, metnin çok katmanlı yapısını korurken, Turna ve Mehmet’in hikâyesi üzerinden Türkiye’nin uzun süredir devam eden ayrışmalarına dair ince bir gözlem ve düşünce alanı açar
Oyun, memleketin nüfuzlu kişisi Muhterem Bey’in torununun sünnet düğününde bir Karagöz gösterisi yapılması fikriyle açılır. Bu, aslında Türkiye’nin kültürel hafızasına dair ironik bir başlangıçtır: geleneksel sanatlar artık iktidarın törensel vitrininde birer “gösteri malzemesi” hâline gelmiştir. Fakat Şebbaz, tam da bu vitrinin arkasına geçer. Gölge oyununu yeniden hatırlatmakla kalmaz, gölgenin neye dönüştüğünü de sorgular.
Karagöz’ün yüzlerce yıllık geleneğinde bizim daha çok “hayali” olarak bildiğimiz “şebbaz” geceyle oynayan, gölgenin ustası anlamına gelir.
Oyun bu kavramı metaforik bir düzleme taşır: “Gölge sureti çağırır, hikâye ışığın koynunda ses bulur... ‘Şeb’ gece demektir, ışığın hüneri gecedeyse şebbaz, gölgenin hünerini gösterendir.” Şebbaz, gölgeyle oynamanın değil, gölgenin içinden konuşmanın oyunudur. Şebbaz içine düştüğümüz karanlıktaki suretleri bize gösterir.
Tiyatro Hayali’nin repertuarına baktığımızda, Şebbaz yalnızca çağdaş bir gölge oyunu deneyimi olarak değil, kurumun tarihsel ve biçimsel seçimlerinin bir devamı olarak da okunabilir.
Grubun daha önce sahnelediği oyunların pek çoğu (özellikle son dönem oyunları), Ahmet Sami Özbudak’ın metinlerine dayanıyor ve yazarın oyun yazımındaki izlekleri ile de dikkat çekiyor. Özbudak, eserlerinde genellikle Türkiye’nin politik ve toplumsal çelişkilerini, bireylerin seçimleriyle ve tarihsel bağlamla ilişkilendirirken, geleneksel biçimlerle modern anlatı tekniklerini bir araya getirmeye çalışıyor.
Tiyatro Hayali de bu seçiciliği hem metnin estetik bütünlüğünü hem de seyircinin tarihsel ve kültürel bağlamla ilişki kurmasını gözeterek sahneliyor.
Şebbaz bu anlamda, yalnızca gölge oyununu çağdaş bir yorumla sunmakla kalmıyor; yazarın daha önceki metinlerinde de sıkça gözlemlediğimiz “geçmişle bugün arasında köprü kurma” çabasının sahnedeki somut hâli olarak öne çıkıyor.
Böylece Tiyatro Hayal’in tarihsel repertuar seçimi, Özbudak’ın oyunlarının sürekliliğini ve geleneksel tiyatromuzu güncel sorgulamalarla buluşturma hedefini açıkça ortaya koyuyor.
Tiyatronun adından da bunun bilinçli ve sürekli bir tercih olduğu zaten anlaşılmaktadır. Bu hâliyle bir janr oluşturmayı başarmış görünüyor. Tiyatro ortamımızda uzun diyebileceğimiz bir süredir bunu yaparak da kendine ayrıcalıklı bir yer edindiği rahatça söylenebilir.
Sahne tasarımı ve ışık kullanımı, Turna ve Mehmet’in ayrışmasını ve gölge metaforunu güçlendiriyor. Barış Dinçel’in çok işlevli dekoru hem geleneksel gölge oyununu hem modern tiyatro dilini bir arada sunuyor.
Yakup Çartık’ın ışık tasarımı, geçmişten gelen dostlukları ile bugünün ayrışmış dünyası arasındaki mesafeyi görselleştirken, gölgeler, suretler ve insanların zıtlıklarını daha da görünür kılıyor.
Cengiz Samsun’un kukla ve tasvir çalışmaları, gölgenin anlatının merkezine yerleşmesini sağlıyor ve karakterlerin içsel dünyalarına dair ipuçları sunuyor. Devasa kuklalar temsil ettikleri karakterlerin üzerimizde yarattığı psikolojinin adeta vücut bulmuş hâli gibi. Oyuncular, zaman zaman perde önüne, zaman zaman arkasına geçerek seyirciye hakikat ve temsili sorgulatıyor; bu geçişler, oyunun metaforik katmanlarını güçlendiriyor ve izleyiciyi yalnızca gözlemci değil, aynı zamanda sahnenin bir parçası hâline getiriyor.
Fatih Koyunoğlu’nun Turna performansı, karakterin geçmişten gelen dostluk bağlarını ve yeni yaşam seçiminin getirdiği içsel kırılganlığı sahneye taşıyor. Sakin ama derin, bazen sessizliğiyle konuşan bir oyunculuk sergiliyor; izleyici, Turna’nın kararlarının ardındaki ağırlığı hissediyor.
Erdem Akakçe’nin Mehmet yorumu ise enerjik, yer yer öfkeli ama samimi; karakterin solcu ideallerini ve geçmişten gelen dostluğun yarattığı duygusal karmaşıklığı yansıtıyor. İkilinin sahnedeki etkileşimi, geçmiş ve bugün arasında bir gerilim alanı yaratıyor; diyalogları, gölge-perde ilişkisiyle birleşerek hem politik hem psikolojik bir ritim oluşturuyor. Karagöz-Hacivat geleneğinden beslenen yapı ve doğaçlamalar, oyuna hem katartik hem eleştirel bir boyut ekliyor; seyirci kahkahalarla gülerken, alttan alta bir hüzün içini sızlatıyor.
Oyun boyunca gölge, yalnızca görsel bir unsur değil, karakterlerin içsel dünyalarının ve toplumsal bağların metaforu hâline geliyor. “Gölgeyi susturursan, sesini de kaybedersin” gibi metaforik anlatılar, oyunun politik ve psikolojik derinliğini güçlendiriyor. Seyirci, yalnızca iki eski dostun çatışmasını değil, Türkiye’nin politik ayrışmalarının bireyler ve ilişkiler üzerindeki etkilerini de gözlemliyor.
Sahneleme, biçim ile içerik arasındaki dengeyi sürekli koruyor. Emrah Eren’in rejisi, gölgeyi anlatının merkezi bir unsuru hâline getirerek, oyuncuların bedenlerini ve seslerini içine katıyor. İzleyici, Turna ve Mehmet’in arasındaki mesafeyi yalnızca sözlerden değil, gölge ve ışıkla şekillenen sahne hareketlerinden de algılıyor. Masalsı anlatı, sahnenin gerçeklik algısını esnetse de oyuncuların performansı ve sahne tasarımı sayesinde çatışma hep hissediliyor.
Oyun, politik metaforlarıyla da öne çıkıyor. Karakterlerin geçmişten gelen dostluklarının zamanla politik ayrışmalar nedeniyle kopması, oyunun başlangıç dinamiğini oluşturur. Turna ve Mehmet, birbirlerine düşman olmuş olmasalar da Türkiye’nin kolektif hafızasının ve politik ortamın zorlamalarıyla farklı dünyalara sürüklenmişlerdir. “Bir zamanlar aynı sokakta oynardık, şimdi perde arkasında gölgelerimizle konuşuyoruz” gibi replikler, bu durumu dramatik ve metaforik biçimde aktarıyor. Fakat hikâye ilerledikçe eski dostluklar hatırlanıp ortak düşman daha da görünür hâle geliyor. Atlatılacak badire onları birbirine daha da yaklaştırıyor ve bir arada durabilmenin önemini hatırlatıyor.
Şebbaz, çağdaş tiyatromuzda nadiren gördüğümüz bir biçimsel ve politik bütünlük sunuyor. Oyunda gölge, geçmişin ve toplumsal baskıların bir metaforu olarak işlev görüyor; ışık ve gölge arasındaki geçişler, bireyin kendi karanlığıyla, kolektif hafızayla ve toplumsal ayrışmayla yüzleşmesini sağlıyor. Mizah, melankoli ve eleştirellik bir arada sunuluyor; seyirci hem gülüyor hem de düşündürülüyor.
Oyunda, doğaçlama hissi veren oyunculuklar ve geleneksel Karagöz unsurları, modern dramaturgiyi boğmadan kültürel hafızaya dair bir ritim kazandırıyor. Oyunun üst metni ve alt metni arasında kurulmuş uyum, sanki az önce biz söylemişiz gibi kurulan çift anlamlı cümleler Türkiye yorgunu seyirci için bir nefes alma alanı açıyor.
Şebbaz, geleneksel tiyatroyu nostaljik bir süsleme olarak değil, toplumsal ve politik sorgulamanın aracı hâline getiren özgün bir eser. Turna ve Mehmet’in hikâyesi, bireysel tercihlerin, dostlukların ve politik ayrışmaların bir yansıması olarak sahnede yankılanıyor.
Oyunculuklar, sahne tasarımı ve ışık kullanımı, bu çatışmayı metaforik bir düzlemde güçlendiriyor. Seyirci, oyundan çıktığında yalnızca bir gösteri izlemiş değil; kendi gölgesi, toplumsal gölgeler ve kültürel hafızasıyla ilgili sorularla salondan ayrılmış oluyor. Şebbaz, ışığın değil, gölgenin içinden sorular soruyor ve bu sorular, izleyicinin zihninde uzun süre yankılanıyor.
Şebbaz
Yazan: Ahmet Sami Özbudak
Yönetmen: Emrah Eren
Dekor ve Kostüm Tasarımı: Barış Dinçel
Müzik: Deniz Bayrak
Işık Tasarım: Yakup Çartık
Dramaturg: Sinem Öztürk
Tasvir ve Kukla Tasarımları: Cengiz Samsun
Afiş Tasarımı: Berkcan Okar
Afiş ve Oyun Fotoğrafları: Ozan Güzelce
Oyuncular: Erdem Akakçe & Fatih Koyunoğlu
Hayali: Aytek Önal
Yönetmen Yardımcısı: Ahmet Balta
Reji Asistanı: Barış Kırantepe
Dekor Realizasyon: Sırrı Topraktepe
Sahne Amiri: Çağatay Tok
Ses Kumanda: Sait Yamaner
Işık Kumanda: Mehmet Doğan
Sosyal Medya: Devrim Lüküslü
Dijital Pazarlama: Emrullah Bilgin
(NK/EMK)
Nihayet uzun süredir merakla beklediğim bir filmi, Pelin Esmer’in O da Bir Şey mi filmini, Ankara’da caddeye açılan bir sinemada, hafta içi ilk seansta, dolu bir salonda izledim, mesudum. Sinemaya gitmeden önce filme dair sosyal medyadan okuyup dinlediklerim ve izlediklerim nedeniyle filmin tadı ‘ya kaçarsa’ diye kaygılanmam gereksizmiş, müthiş keyif aldım. Sinemasını çok sevdiğim Pelin Esmer’in O da Bir Şey mi filminin mekânı Aydın-Söke’deki Efes Sineması ve Efes Oteli.
Filmin konusu mu? İstanbul’da yaşayan ünlü bir film yönetmeni olan Levent, Söke Film Festivali'ne davetli olarak geldiğinde, Söke'de doğup büyüyen, hayat mücadelesi veren ve otelde kat görevlisi olarak çalışan genç kadın Aliye ile karşılaşır. Aliye, otel barının mutfağında çalıştığı bir gece, servis penceresi perdesinin arkasından tesadüfen karşılaştığı bir dinleyiciye yaşam öyküsünü anlatmaya başlar. Zamanla anlattığı öykü gelişir ve Aliye’nin gerçek dünyasıyla kurgu dünyası iç içe geçer. Başka dünyaların insanları Levent ve........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein