Tuğçe Tatari: Çocuğa yerinde ve dozunda gerçekliği vermeliyiz
Tatari’nin çıktığı yolculuk bir kesişimsellik hikayesi aslında. Dünya dertleriyle dertlenen bir gazetecinin annelikle buluştuğu yer bu beş kitapta saklı.
Dili ve anlatımıyla oldukça sakin içindeki konular itibariyle can alıcı olan bu kitapların okuyucu ile buluşması pek kolay olmamış. Tatari, hatırı sayılır yayınevine bu projeyi götürdüğünde aldığı yanıtları şöyle anlatıyor:
“İlk yazdığım kitap mültecilere ilişkin kitabımdı ve bu benim için çok önemliydi çünkü çocukların sınıflarında mülteciler var ve kendi çocuğumun da bu düşmanlığa düşmesini istemedim. Sonra baktım ki yayınevleri bu kitabı basmayı bırakın, editörlerin de bir kısmı mülteci düşmanı. Bunların asla basılamayacağını söyleyen oldu.
Çocuklar için çalışan bir sektörün geri kafalı yetişkinleri tarafından bariyerlendim. Çocukları tabi koruyalım ama bir yandan da hak ettiği doğrulukta bilgiyi vermemek onların haklarını gasp etmektir. Literatür sağolsun bu noktada kapıyı açan oldu.”
Tatari kitaplarda eşitsizlik, belirsizlik, kriz ve savaş gibi kelimelerden kaçmıyor aksine bunları kullanırken yerlerine hangi olumlu kavramların gelebileceğini de hikayeler ve örnekler eşliğinde anlatıyor. Soyut anlatımlara sığınmadan somut bir yolda ilerleyen serinin yanı sıra Tatari de çocuklara ilişkin ezber bilgilere bir başka açıdan yaklaşıyor:
“Biz belli bir yaşa kadar çocuklarımızı bütün gerçekliklerden uzak yetiştirmek istiyoruz. Bakın savaş olgusu çok gerçek ve her zaman var. Tabi ki çocukları korkutmadan endişelendirmeden sorularını yanıtlayalım ama savaşların neden olduğunu, kimin savaştığını kimin savaş karşıtı olduğunu, neden barışı savunmak gerektiğini çocuğa anlat ki yarın öbür gün hayatta savaş olgusuyla karşılaştığında ne yapması gerektiğini bilsin.”
Politik gerçekliğin çocuklar ile paylaşılmasının bir dengesinin bulunamadığına da değinen Tatari ‘çocuk ile ilişkilenme’ meseline eleştirel bir yorum getiriyor:
“Çocukla çok hastalıklı bir ilişki kuruyor toplum. Bir noktada çok sarıp sarmalayan bir yerden temas kuruyor ama öyle olmuyor daha ilkokul yıllarında dışarı ile ilişki kurmaya başladığında kırılmaya başlıyor çocuk. Ve aslında o kadar kırılmaz bir şey değil sadece yerinde zamanında ve dozunda gerçekliği ona vermeniz gerekiyor. Lafı bükmeden yokmuş gibi davranmadan yapmak lazım bu yapıldığında asıl endişe bulutu oluşuyor.”
Bu kitaplar hayatı içindeki çocukla sorgulayabilen, hayalleriyle kucaklayan herkes için bir yolculuğa işaret.
Kendinize ait her duyguyu kucakladığınız, içinizdeki ve yörenizdeki tüm çocuklara nefes olabildiğiniz bir okuma olması dileğiyle.
(NÖ/EMK)
Ankara’nın sadece bağları değil “bebeleri” de meşhurdur. Behzat Ç. izleyenlerin bildiği o ağızlar onlarındır mesela. “La sen hayırdır”, bir soru cümlesidir örneğin.
Bu bebeler aşırı zayıftır, genelde siyah giyerler, saçları enginar gibidir. Arabaları kuzgun görünümlü kargadır, rengi başkadır. Araba başladığı modelde bitmez. İçi de bir âlemdir.
Sanki disko topu patlamış da arabaya saçılmış gibi morlu, allı, güllüdür. Şimdi bu bebeler arabalarını zıplatarak sürmeyi severler, üç şerit birden makaslarlar, dönüp arkalarına bakmazlar. Yaya görünce de yaramazlık yaparlar. Ama bu çocukların gözünün içine bakarsın, orada çok güzel gülen bir velet görürsün. Hınzırdır, yaramazdır, ne yaptığının farkındadır. Biri onu görsün ister, görürsün, güler geçersiniz.
Ankara’da bir de yeni türeyen tipler var. Çukurambar semtinin parlaması ve patlamasıyla yavaş yavaş sayıları artmaya başladı. Ama görünürlükleri zaman içinde bir arttı, bir azaldı. Ankara fukara kuzey, paralı güney diye bölündüğünde güneye doğru göç........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d