Türkiye boykotunun arkasında ne var?
Hindistan’ı 10 seneyi aşkın bir süredir yöneten Narendra Modi, 8 yaşından itibaren Hindu milliyetçisi paramiliter örgüt RSS ile yakın bağları olduğunu hiçbir zaman inkâr etmemiş bir politikacı. Moğol akınlarından beri Müslüman düşmanlığının derinden beslendiği geniş diyarda sevimsiz liderin mazisinde zaten karanlık noktalar var.
Mesela 2002 yılında Gucerât’ta Müslümanlar’ın pogroma uğramasıyla Modi’nin daha yeni eyalet siyasi lideri olduğu zamanın çakışması tesadüf mü?
Tecavüzler, yangınlar, talan ve benzeri saldırılar bir yana, bazı kaynaklara göre iki bin, bazılarına göre dört bin kişi öldürülürken polisin pasif kalması şaşırtıcı sayılmaz.
Akabinde Modi’nin “Gucerât kasabı” ilan edilmesi ve hakkında ABD’ye girme yasağı konması bile hızını kesmiyor; aksine, milliyetçi çevrelerde statüsü yükseliyor.
Zaten iktidara geldiği zamandan itibaren memlekette Müslümanlar’a yönelik linç yüzdesi fazlasıyla artmış vaziyette. İneklerin kutsallığı ön planda tutularak Müslümanlar sık sık linç ediliyor, deyim yerindeyse bir çeşit Müslüman avı sürdürülüyor. Milliyetçi çeteler avlarını ve kanun dışı tutuklamaları kameralar aracılığıyla teşhir etmekten çekinmiyor, hatta bununla gurur duyuyor. Sonuçta yaptıkları yasal olmasa da cezalandırılmayacaklarını biliyorlar. Moğol akınları unutulmamış olduğundan yüzyıllara dayanan intikam duyguları artık resmen şahlanıyor.
Geçtiğimiz haftalarda işte belki benzer hislerle Hindistanlılar’ın Türkiye’deki lüks düğünleri iptal edildi, Türkiye’ye (ve Azerbaycan’a) yönelik turistik seyahatlerin iptal edilmesi yönünde çağrılar yapıldı; ne de olsa Türkiye çatışmalarda resmen Hindistan karşıtı olarak saf tutmuştu.
Pakistan’ın Türkiye yapımı insansız hava araçlarını kullandığına dair iddialar sonucunda da Hindistan hükümeti Türkiye şirketleri ve üniversiteleri ile bağını kesmeye karar verdi. Çelebi’nin lisansı iptal edildi, boykot hareketinin Türkiye’ye pahalıya patlayacağı öne sürüldü.
“Önce millet” sloganıyla yürütülen boykotta mermer ve elma dışında, çikolata, gofret, reçel, bisküvi, cilt bakımı ürünleri ve muhtelif giyim markaları da yer aldı. (Aklınıza bir zamanlar Türkiye’de İtalya karşıtı protestolar ve boykotlar gelmiyor mu?)
Hindistan, nefretin ideolojisi (Inde, l’idéologie de la haine/Indien, hasse als ideologie) adlı belgesel dünya liderlerinin bağrına bastığı Modi’nin kirli çamaşırlarını teferruatıyla ortalığa saçıyor.
Hugo Van Offel imzasını taşıyan, 2024 yapımı, ARTE prodüksiyonu, 54.9 dakikalık belgesel televizyon için öngörülen geleneksel formata sahip. Meseleyi belki tek taraflı ele alan, sansasyonel hadiseleri ön plana çıkaran tavrı eleştirilebilir, fakat karşı tarafın da icraatlarını pek inkâr etmediğini rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz.
Belgeselin akışını neredeyse birebir takip ederek olası sürprizlerden sizi mahrum edeceğim için şimdiden özür diliyorum.
Film Justin Trudeau’nun Kanada parlamentosunda Hindistan devletini resmen suçladığı konuşmasıyla açılıyor. Artık ülkenin başında olmayan siyasi lider bir Kanada vatandaşının sokakta güpegündüz öldürüldüğünü ifade ederken güçlü bir Batı devleti liderinin Modi’yi açık açık suçladığına şahit oluyoruz.
Kurban, Sih cemaatinin Modi’ye muhalif liderlerinden biri olan Hardeep Singh Nijjar‘dı; kısa bir süre sonra New York’ta da bir Sih muhalif öldürülüyor ve RSS hakkındaki perde yavaş yavaş aralanmaya başlıyor.
RSS (Rashtriya Swayamsevak Sangh/Ulusal Gönüllü Örgütü) yalnız Hindistan hudutları çerçevesinde değil, dünya coğrafyasında söz sahibi olan, ülkenin farklı din mensuplarına ve genel manada rejim muhaliflerine savaş açmış karanlık bir örgüt. Fakat uzun zamandır kendilerini gururla teşhir edecek kadar da küstahlar; zaten onlara dur diyecek kimse de kalmadı.
Hindu milliyetçiler 10 seneyi aşkın bir süredir kendilerini ülkenin yeni yöneticileri sayıyor ve dünyanın en büyük paramiliter gücüne sahip olmanın hoyratlığıyla yollarına rahatça devam ediyorlar.
Modi’nin beraber eğitim aldığı RSS yöneticisi, Moğol takıntılı Pravin Togadia şöyle diyor:
“Dünya cihatçı teröristlerin tehdidi altında… Biz 13. yüzyıldan itibaren bu tehditlere alışkınız… Meseleyi halletmek için halkımızı ziyadesiyle eğittik!”
RSS şiddete başvurmaktan kaçınmayan bir hareket. Müslüman, Hristiyan, Sih ve Budistler’den müteşşekkil 200 milyondan fazla nüfüs artık ülkenin fanatikleştirilmiş Hindu kesiminin hedefinde. Oysa Hindular geniş nüfusun ’ini oluşturmalarına rağmen, mevzubahis örselenmiş ruhlar dinlerinin tehdit altında olduğunu ifade edecek kadar patetikler. Örgütün uzun kolları Hindistan’ın dışına, diasporaya kadar uzanıyor; hatta dış ülkelerdeki siyasi seçimlere müdahale edecek kadar da yayılmış durumdalar.
2024 yılında Modi’nin açılışına gururla katıldığı Ayodhya’daki Rama Tapınağı 32 sene önce yıkılmış bir caminin enkazı üzerinde yükseliyordu. 1992’de sözkonusu cami öfkeli bir güruh tarafından önceden organize edildiği anlaşılan bir saldırıyla yerle bir edilmiş; Hinduizm adına, gene Moğol mirasıyla alakalı nefret kendini serbestçe dışa vurmuştuı. Oysa Hindistan 1947’den itibaren laik ve çoğulcu inanç temellerine dayandırılmıştı. Mahatma Gandi’nin projesinin bambaşka olduğu ve bunun birilerini rahatsız ettiği muhakkaktı.
Kısa bir süre sonra onu öldürenin bir RSS militanı olması tesadüf müydü?
1925 yılında kurulmuş paramiliter örgüt RSS’in üyeleri için diğer dinlere inananlar tehdit oluşturuyor, iç mihrak olarak görülüyordu. Sistemleri Mussolini’nin faşizmine fazlasıyla öykünüyor, 30’ların Nazi hareketinden de esinleniyor ve zamanla radikalleşiyordu.
Gandi’nin katledilmesi üzerine Nehru hareketi yasaklamış, 20 bin kişiyi hapse attırmıştı. Fakat örselenmiş fanatikler şekil değiştirip gecikmeli olsa da BJP partisi olarak aktif politikaya geçtiler ve “nihayet” 2014 yılında iktidara geldiler. Lakin sistemin içine, sivil topluma, idari kurumlara, polis teşkilatına, orduya, eğitim ve adalet sistemine metodik olarak çoktan sızmışlardı. Hindistan dünya ekonomisine açıldıkça yeni toplumsal bir orta kesim kimliğini Hindu milliyetçiliği üzerine kurmuş ve yıllardan beri memlekete hâkim seküler ve sosyalist siyasi eliti yerinden etmeye koyulmuştu. Çağımızın otokratik sistemi bu arada ekstremist hareketleri beslemekten de geri durmuyordu.
Modi’nin kankası yaygaracı Pravin Togadia’ya dönecek olursak: Kendisini günümüzde, özgüveni cami yıkımının yöneticileri arasında yer aldığı günlere kıyasla kat kat artmışken izliyoruz. Hindu rönesansı olarak adlandırdığı hareketin fiyakalı propagandasını yaparken dinleyici profilinin testosteron yüklü örselenmiş erkeklerden müteşekkil olduğu gözden kaçmıyor. Esasen ayrımcı ve ırkçı konuşmasının niyetlerinden biri de şiddetin banalleştirilmesi! Arsız ve çirkin provokatör, istikballe alakalı pek bir ümidi olmayan gaza gelmiş güruhların azdırılma ve bir şeylere alet edilme ihtimalinin her zaman (her yerde) çok yüksek olduğunun bilincinde.
Belgeselde aktarıldığı kadarıyla Hindistan’daki Hristiyan cemaat de topun ağzında.
Mesela “cennet” veya “cehennem” kelimelerinin okulda, bir müdür tarafından bile olsa kullanılması hapis cezasına yol açabiliyor.
Hristiyan bir ailenin kutladığı doğum gününde söylenen “Mutlu yıllar sana” şarkısı toplantıda bulunan Hindu çocukları Hristiyan dinine devşirme çabası olarak görülüp suçlamaya sebep olabiliyor; ardından tutuklama bile gelebiliyor. Son 10 yılda Hristiyanlar’a yönelik şiddette de büyük artış olduğunu öğreniyoruz. Hükümet temsilcileri veya devlet başkanı buna karşı tavır almıyor, hatta herhangi bir söylemde bile bulunmuyor. Kiliselere karşı sık sık saldırılarda bulunuluyor, insanlar ve bilhassa rahipler kendilerini korumasız hissediyorlar.
Geniş diyarın eğitim sistemine de metodik bir müdahale var. İlkokuldan üniversite seviyesine, müfredat kitaplarının içerikleri değiştiriliyor: Tarih baştan yazılıyor, dezenformasyon desen gırla!
Dijital ordu iştirakçileri milyonları buluyor. Sosyal medya manipüle edilip yalan haber anında viral hale getiriliyor, enformasyon savaşı ortalığı tehditkâr bir arenaya dönüştürüyor.
Hindistanlı fanatikler bilhassa ABD’de çok güçlüler; fakat hayır işlerinde faal olduklarını iddia ederek bunu bir vitrin olarak kullanıyorlar. Hükümetin insan haklarını yok sayan icraatlarının üstünü örtmek de başlıca faaliyetlerinin arasında.
Aynı zamanda akademik araştırma kisvesi altında politik aktivizm yapılıyor. RSS dünya çapında (150 ülke) bir ağı zaten çoktan oluşturmuş durumda.
Bilhassa genç erkeklerden müteşekkil maskeli çeteler, mesela Büyük Britanya’nın mültikültürellüğüyle tanınan bir kasabasında (Leicester) sloganlar atarak sokakta dehşet saçmaktan çekinmiyor; resmen kabadayılık tasladıklarını söylersem yalan olmaz!
Kaos stratejisinden medet umulurken korku saçılarak insanlar sindirilmeye çalışılıyor.
Bob Blackman, Priti Patel gibi Büyük Britanyalı politikacılar da RSS’nin maşasına dönüşebiliyor.
RSS 2020’de AB’ye resmen sızmayı da başarıyor. Thierry Mariani gibi figürler Avrupa’nın da gündeminden düşmeyen Müslüman düşmanlığını Hindistan lehine bir argümana dönüştürmeye soyunuyor.
Zaten dünya liderleri iktisadi çıkarları ve neo-liberal kapitalizmin sözde dengesi için birbirlerini desteklerken vaziyetin değişmesini beklemek abes.
Kirli sicili bilinmesine rağmen Modi’yle bir ara el sıkışmış olan, Müslüman ülkelerden Pakistan, Türkiye ve Mısır’ın liderleri en başta olmak üzere, Macron, Trump, Biden, Putin, Zelenski, Lula, Maduro, Merkel, Meloni, Şi, Sunak gibi isimler Hindistan’daki azınlık haklarının çiğnendiğinin farkında değiller miydi?
Hindistan’ın demokratik değerlerden uzaklaşmasını ve toksik faşist bir rejime dönüşmesini nasıl hazmedebiliyorlardı?
Yoksa Afganistan’dan Pakistan’a, Nepal’den Bangladeş’e, Myanmar’dan Tayland’a, Filipinler’den Endonezya’ya yayılan bir Büyük Hindistan ülküsü fiilen hayata geçirileceği zaman mı mesele ciddiye........
© Bianet
