menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Koltanın kanlı laneti

32 0
23.08.2025

1996’dan günümüze takriben 6 milyon kişinin ölmesine sebep olduğu söylenen koltan madeni kaynaklı çatışmalar Kongo Demokratik Cumhuriyetinin üzerine bir lanet misali çökmüş vaziyette.

Daha 2023 yılında ülkedeki asilerle ordu arasında çıkan çatışmalarda siviller hedef alınmış, sayısız insan hakları ihlalleri yaşanmış, tecavüzler, cinayetler, esasen halkın mağdur olmasına yol açmış.

Milyonlarca insan yerinden edilmiş, geniş boyutlu bir insanlık krizi yaşanmış, kolera en başta olmak üzere tehlikeli hastalıkların başgöstermesi bir yana, sağlık kurumları ve personeline yönelik şiddetli saldırılar olmuş, insan kaçırma olayları ve talanlar gerçekleştirilmişti.

Memleketindeki bu ağır meseleye dikkat çekmeye girişmiş tecrübeli sinemacı Petna Ndaliko Katondolo 38 dakikalık son eserinde her zamanki renkli dilini kanayan yaraya parmak basmak üzere kullanıyor.

2025 yapımı KDC, ABD ortak yapımı "Katasumbika (Coltan)" adlı 38 dakikalık belgeselin coğrafyaya derinlemesine nüfuz etmemizi sağladığı şüphe götürmez.

Belgesel dünyasının alternatif eserlere en çok yer veren etkinliklerinden Marsilya’nın uluslararası film festivali FID Marseille’in 2025 programında yer alan bu çarpıcı belgesel girift tarzıyla meseleyi teferruatlı biçimde yüzümüze vuruyor; seve seve kullanılan elektronik aletlere bizi neredeyse mecbur bırakan sistemi layıkıyla sorgulamamızı da sağlıyor.

Afrika’nın kolonyal güçler tarafından asırlar boyunca sömürülmesinin faturası kadim halklar tarafından hâlâ ödeniyor. Zengin kaynaklarına göz dikmişlerin günümüzde de farklı taktikler kullanarak talana devam ettikleri düşünülürse KDC gibi memleketlerin belini doğrultamamış olması ne yazık ki kaderin bir dışavurumuymuş gibi algılanabiliyor.

Usta belgeselci Katondolo memleketinin Belçika sömürgesi olduğu zamandan kalma propaganda filmleriyle günümüz manzaralarını harmanlarken bunları peş peşe sıralayarak değil de birbirlerine yedirerek, akışkanlıktan ödün vermeden yapıyor ve bu süreçlerin aslında ne kadar iç içe geçtiğini bize hatırlatmış oluyor.

Muhteşem ses yönetimi filmde sesin bir aksesuar olmaktan çok belgeselin ana kahramanlarından biri olmasını sağlıyor. Yönetmenin ifade ettiği gibi, ses düzeni görüntülere eşlik etmekle kalmayıp filmin nefesi haline geliyor. “Temposunu yitirmiş dünyayı ritme davet ediyorum” da diyor, içeriğine rağmen zarif olmayı başaran, deneysel sayılabilecek sinema eserinin yaratıcısı. Mısır tanelerinin dibeklerde dövülme ritmi, ufalanmış kobaltın üzerinde hareket eden ilkel traktörlerin sesiyle birleşiyor; uzaktan belli belirsiz duyulan radyo yayınlarıyla Kivu gölünde esen rüzgâr birbirine karışıyor; kalp atışları sanki hepsinin altyapısını oluşturuyor.

Koyu bir yavruağzıyla kahverenginden müteşekkil gayet estetik kaya dokusunun neredeyse statik görüntüleriyle başlayan ve sona eren filmde seyirciyi en çok tesir altında bırakan sekanslar, ordunun insan cesetlerini kamyona çuval gibi yüklemesini belgeleyenler. Katondolo bunu da kör gözüm parmağına şeklinde değil de Belçika Krallığı’nın kolonyal mazisini teşhir eden arşiv filmlerinde açtığı küçük bir pencereye mevzubahis görüntüleri yerleştirerek kotarıyor.

Elektronik aletleri kullanmak hususunda herhangi bir ödün vermeye hazır olmayan dünya halklarından usulca dayanışma talep ederken, şiddetin tüm gezegende olduğu gibi memleketinde siyasi bir araç olarak kullanıldığını belirtiyor; bunun sistemsel bir icraat haline getirilerek normalize edilmeye çalışıldığını hatırlatıyor.

Ülkeye hâkim kaosu bastırmak üzere Goma’da üssü bulunan Birleşmiş Milletler organı MONUSCO, kifayetsizliği ve adeta işgalci konumuyla afişe ediliyor; Lumumba ve Kabila gibi liderlerin katledildiği zamanlarda da BM’nin coğrafyada konuşlanmış olduğunun altı çiziliyor.

Fazlasıyla ilkel şartlarda işletilen ve binlerce iş cinayetinin gerçekleştiği madenler bize tanıtılırken toprak kayması uyarılarına rağmen işçilerin mıntıkayı terk etmeye pek hevesli görünmemeleri de manidar.

Gene Katondolo’nun deyimiyle acılı diyarda toprak ağlıyor, toprak boğuluyor; zehirlenip adeta uzuvları koparılıyor.

Yönetmen coğrafyanın hafızasına kanla kazılmış son büyük katliamın anlatıcısı başta olmak üzere, kadınlara geniş yer ayırıyor; direnişin sürdürülmesinde, halkların çetin mücadelesinde ve ecdat mirasının yaşatılmasındaki katkılarından dolayı kadınlara Katondolo’nun ayrıca müteşekkir olduğu muhakkak.

Filme adını veren Katasumbika’nın Yira dilinde tantal madenini betimlemek için kullanıldığını belirtirken “yok edilemeyecek olan” manasına geldiğini söylüyor. Fakat bunun tasvirden çok bir titreşim, bir çağrı olduğunu ifade etmek istiyor.

Yani Katasumbika, ortadan kaldırılmayı bir reddetme hâli, imha edilemeyecek bir ruh bütünlüğü; toprağın hafızasında varolanın silinememesi, enerji devamlılığının zaruri bir dışavurumu!

(MT/EMK)

İsrail’in Filistin’de yürüttüğü soykırım karşısında pek çok hükümet sessizliğe veya suç ortaklığına gömülürken, dünyanın dört bir yanından sanatçılar dilleri ve müzik türlerini aşan bir dayanışmayla seslerini yükseltiyor. Bu dayanışma farklı biçimlerde kendini gösteriyor: Bob Vylan ve Kneecap gibi isimler konser sahnelerini Filistin bayrakları ve sloganlarla birer eylem alanına çevirirken, sayısız sanatçı da öfkesini, yasını ve umudunu yeni şarkılarla ifade ediyor.

Bu şarkıların her biri, bu küresel direnişin farklı bir yüzünü temsil ediyor. Kimi zaman Macklemore gibi ana akım bir isim aracılığıyla Batı medyasının ve hükümetlerinin ikiyüzlülüğünü ifşa eden bir manifestoya dönüşüyorlar. Kimi zaman da Almanya’dan PTK’nin dizelerinde olduğu gibi, bir ülkenin kendi tarihsel suçlarıyla acımasızca yüzleşmesine tanıklık ediyoruz. Bu eserler, Lowkey’in yaptığı gibi doğrudan eyleme çağrı yapıyor, İrlandalı annelerin sesinde olduğu gibi tarihsel acılar arasında güçlü bağlar kuruyor ya da Marwán’ın “ninni”sinde olduğu gibi enkaz altındaki bir çocuğa umut fısıldıyor. Bu derleme, işte bu küresel müzik cephesinin bir anlık fotoğrafı; öfkeyi, yası, umudu ve sarsılmaz bir adalet arzusunu notalara dökenlerin tanıklığı olma hedefi taşıyor.

“TikTok’u yasaklayabilir, bizi algoritmanın dışına atabilirsiniz
Ama artık çok geç, hakikati gördük, şahit olduk
Molozları, binaları, anneleri ve çocukları gördük
Ve öldürdüğün tüm insanları ve sonra bunu nasıl döndürdüğünü
Savunma hakkını kim alır, direnme hakkını kim alır?”

Amerikalı rapçi Macklemore’un şarkısı, yayımlandığı andan itibaren küresel bir dayanışma marşına dönüştü. Şarkı, adını Columbia Üniversitesi’nde öğrenciler tarafından işgal edilen ve Gazze’de İsrail güçlerince öldürülen 6 yaşındaki Hind Rajab’ın anısına “Hind’s Hall” olarak yeniden isimlendirilen Hamilton Hall’dan alıyor. Macklemore, dönemin ABD Başkanı Biden’ı doğrudan eleştiren, müzik endüstrisinin sessizliğine isyan eden ve geliri tamamen Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı’na (UNRWA) bağışlanan bu tavizsiz şarkıyla büyük bir etki yarattı.

İlk şarkının büyük ses getirmesinin ardından Macklemore, Filistinli sanatçılarla işbirliği yaparak “Hind’s Hall 2”yi yayımladı.

Bu devam şarkısında, Filistinli rapçi MC Abdul ve Filistin asıllı Amerikalı yazar ve komedyen Amer Zahr gibi isimler yer aldı. Bu proje, dayanışma mesajını bir adım öteye taşıyarak, mücadelenin sesini doğrudan Filistinli sanatçıların kendi ifadeleriyle duyurmayı amaçlıyordu.

“Filistin’de özgürlük
Yıllardır ayakta
Zamana karşı
Ve insanlıktan geriye ne kaldıysa
Seninle birlikte savaşıyor
Güçlülere karşı”

Yunanistan’ın........

© Bianet