Filistin’de bizler de tutsağız
Kazasızlık ve belasızlık için
küçük harflerle
alçak tonlarda
düşük yoğunluklu
bir yaşamı seçmişsek eğer
kazaya ve belaya
zaten uğramışız demektir...
Savaş sanayisinin en gelişmiş silahlarını kullanarak ölüm ve yıkım kusan İsrail; kadınları, çocukları, bebekleri öldürüyor. Hastaneleri, okulları, ambulansları vuruyor. Yaralıların tedavisini; ilaç sevkini önlüyor. Yaralılarda uranyum tespit ediliyor. Gazze üzerine fosfor bombaları yağıyor. Sonra da bununla yetinmiyor, Trump’ın Gazze’nin boşaltılması ve “eğlence merkezi” yapılması hedefine ulaşmak üzere soykırımı açlıkla öldürme biçiminde sürdürüyor.
Kim bu İsrail; bu gücü, bu cüreti nereden alıyor? İsrail söz konusu olunca uluslararası hukuk neden iflas eder? Birleşmiş Milletler neden karar alamaz veya alsa da kararların neden bir hükmü olmaz?
Çünkü İsrail’in arkasında küresel sermayenin gücü, dünyanın en büyük teröristi ABD ve hatta bugün “Filistin devletini tanıyacağız” diyen Fransa, İngiltere, Almanya var. Bu nedenle Arap ülkeleri dahil bölgedeki tüm devletler ya suskun ya da timsah gözyaşları döküyor. Bu savaş, Yahudi-Müslüman savaşı değil, emperyalizmin bölge halklarını sindirme, direniş eğilimlerini ehlileştirerek teslim alma savaşıdır. Bu saldırıya ABD ile işbirliği yapan tüm bölge devletleri ortaktır. Filistin’in gerçek dostları halklardır.
Dünya halkları İsrail’i, barış gönüllüsü Rachel Corrie’yi buldozerle ezerek öldürmesinden, insanların kemiklerini taşla kırarak yaptığı işkencelerden, onlarca yıldır işgal altında tuttuğu Golan Tepeleri’nden, Sabra-Şatilla’dan, Cenin Kampı’ndan, soykırıma varan sayısız katliamdan tanıyor.
Bir ülke düşünün ki yarısı her türlü zorbalık sonucu gasp edilmiş, diğer yarısı ise işgal edilmiş; sudan elektriğe, ısınma imkanlarından yiyeceğe kadar tüm ihtiyaçlar işgalci gücün elinde keyfi bir denetime tabi tutulmuş ve insanlar yarı tutsak bir yaşama mahkum edilmiştir. Orada çocuklar savaşın içinde doğar. İlk tanıştıkları oyuncak silah, ilk silahları sapan, ilk mermileri taştır. Erken büyür Filistin’de çocuklar. Her an öldürülme ihtimali, ölümü sıradanlaştırır.
Filistin’de tüm yaştan insanlar direniş kuşağıdır; direniş, bir yaşam biçimidir. Öyle bir direniştir ki şarkılara, şiirlere taşınmış; yönetmenlerin, ressamların esin kaynağı olmuştur.
Filistin’e nasıl destek verileceği veya İsrail’e karşı nerede ve nasıl durulacağı doğru saptanamadığında hedef şaşırma olasılığı yüksektir. ABD’ye ve onun işbirlikçisi devletlerin uygulamalarına karşı durulmadan İsrail’e karşı durulamaz.
Filistin Ortadoğu’nun kalbi, emperyalizme ve onun işbirlikçilerine karşı verdiği mücadele ile dünya halklarının onurudur. Filistin’in teslim alınması, tüm bölge halklarının geleceğini etkileyecektir. Oradaki kuşatmada bizler de tutsağız. Gazze’den yükselen duman bizim de genzimizi yakıyor. Onlarla aç, onlarla ilaçsız ve yaralıyız. Onları sahiplenmek kendi onurumuzu, kendi geleceğimizi sahiplenmektir. Gazze’deki ablukayı dağıtmak, saldırıyı durdurmak ve İsrail’i işbirliği yaptığı güçlerle beraber teşhir etmek için herkesin yapabileceği bir şey mutlaka vardır. O halde vakit geçirmeden harekete geçelim. Gazze yanıyor. Filistin aç, Filistin susuz, Filistin ilaçsız, Filistin öldürülüyor.
Bir an için son günlerde okuduğumuz haberleri düşünelim; yangınlar, deprem dahil yıkımlar, hastalıklar, ölümler, doğaya dair ihmaller ve istismarlar; hastalıkta, beslenmede, eğitimde, barınmada vb. yetersizlikler, haksız yere tutsaklıklar bizleri üzüyor, öfkelendiriyor ve eyleme geçirebiliyor.
İnsan empati yeteneği olan bir canlıdır. Şimdi bir düşünelim; öfkelendiğimiz, üzüldüğümüz veya bizi eyleme geçiren hangi mesele, Filistin’de yaşanandan daha acil veya daha önemli? Bunu düşünürken, Gazze’nin bir hapishane olduğunu ve tecavüzden işkenceye kadar her türlü insanlık dışı uygulamayı meşru gören İsrail tarafından tutsak alındığını da unutmayalım.
7 Ekim 2023’te İsrail’in tarihinin en büyük darbesini aldığı direnişten sonra öne çıkan kimi tartışmalar, “demokratik kamuoyu” olarak tanımlanabilecek zeminde daha önce rastlanmamış boyutta savrulmaların, yanılgıların ve hatta akıl tutulmalarının olduğunu gösterdi. Bunun nedenleri üzerine çok şey söylenebilir ama 1990’a kadar İsrail-Filistin ikileminde sorun ne olursa olsun koşulsuz biçimde Filistin’den yana olunan solda (demokratik kamuoyunda) bugün şaşırtıcı biçimde bir farklılaşma, hatta bazen İsrail’i haklı görmeye varan yanlış saflaşma halleri gözleniyor.
Sınıfsal bakışın dışında kalma, kimlik siyasetinin etkisinde saf belirleme, bu bağlamda İsrail’le de ABD’yle de gelecek tasarımı yapabilme hallerini bu yazı kapsamı dışında tutarak söylersek, İsrail-Filistin savaşı, kimin haklı olduğunun tartışılacağı bir konu değildir. Diğer bir ifadeyle tartışılıp sonuca bağlanmış bir konudur. Marksizmin bu alandaki okumalarını doğru/yeterli yapabilmiş olanlar için Filistin her durumda haklıdır. Bu, bir dil sürçmesi değil; evet Filistin her durumda haklıdır. Kimi araç ve yöntemlerde yanlış yapması durumunda dahi olgunun özü değişmiyor. Bu nedenle, 7 Ekim sonrasında İsrail ve işbirlikçileri tarafından yayılan haberlere itibar ederek düşülen yanılgıya bir daha düşülmemelidir. Unutmamak gerekir ki insanın değerlerini eğip bükmesi, vicdanını da onurunu da zayıf düşürür; kendine yalan söylemek ise yalanların en tehlikelisidir.
Anımsatmak bağlamında İsrailli gazeteci Gideon Levy’nin o süreçte yaptığı açıklamayı tekrar paylaşıyorum: “Gazze bir kafes, dünyanın en büyük hapishanesi. (… ) 17 yıldır bir kafeste yaşayan insanlar direnmek istiyorlar ve imkânları varsa bunu yapıyorlar. (…) Ben Gazze etrafındaki o bariyerleri biliyorum. Onları inşaa etmek için milyarlarca dolar harcandı. Yerin altında ve üstünde inanılmaz bariyerler, elektronik araçlar.” (Aktaran, L. Doğan Tılıç, BirGün, 10 Ekim 2023)
Benzer şekilde o süreçte Filistin Halk Kurtuluş Cephesi yetkililerinden Marwan Abed Al, direnişin salt Hamas’la, eylemin sivil ölümleriyle eşitlenmesini bir çeşit “şeytanlaştırma” olarak değerlendirmiş ve bu şeytanlaştırma çabasının bizzat İsrail ürünü olduğunu, İsrail’e yaradığını söylemişti.
Hemen herkesin en kolay ortaklaşacağı bir yerden, bugün okuduğum bir bilgiyi paylaşayım: “İki yıldır katliamları, açlığı, yani soykırımı dünyaya duyuran El Cezire muhabirlerinden Enes eş-Şerif, Şifa Hastanesi yanındaki basın çadırına düzenlenen İsrail bombardımanında öldürüldü. Diğer gazeteciler Muhammed Kurayka, İbrahim Zahir, Mümin Alive ve Muhammed Nevfel ile birlikte. Gazze’deki hükümetin Medya Ofisine göre, İsrail ordusunun 7 Ekim 2023’ten bu yana düzenlediği saldırılarda öldürülen gazetecilerin sayısı 238 oldu.”
Emperyalizmden bahsedilmeden İsrail anlatılmaz ve anlaşılamaz. Olguları adıyla çağırmak gerekiyor. İsrail yalnızca İsrail değildir; ABD’dir, İngiltere’dir, Fransa ve benzeridir. O bir devlet değil; bir karakol, vurucu bir güçtür.
Emperyalizmden bahsetmeden ne Kürt sorunu, ne Filistin sorunu, ne göçmenlik vb. tartışılabilir. Sağlıklı sonuca varılamaz. Araplık, Yahudilik, Müslümanlık derken konu dini ve etnik bir meseleymiş gibi anlaşılıyor. Gerçekte ise Filistin meselesi, ezilen tüm halkların meselesi gibi sınıfsal bir meseledir; dolayısıyla da Marksizmin konusudur.
İsrail gücünü, birincisi uluslararası sermayeyle ilişkilerinden, ikincisi emperyalizmin bölge taşeronu, vurucu gücü olmasından alıyor. Büyüklüğü veya etki kapasitesi, yüzölçümüne-nüfusuna vb. bakılarak yapılmamalıdır. Hele ki bugün artık küresel paylaşım ve hegemonya savaşında, savaşın yürütülüş biçimi itibarıyla İsrail daha da önem kazanmıştır; dünyada “İsrailler” de “Netanyahular” da çoğalmakta, ABD işini bu türden vekillerle sürdürmektedir.
Öyle görünüyor ki dünyada taşlar sadece egemen sınıflar için değil, kimi sol yapılar için de yerinden oynadı. Doğruluğu kanıtlanmış önermelerin, yüzyıllardan süzülerek gelmiş ve ortak kabul görmüş kavram setinin, içerik ve anlamların bugün yeniden tartışma konusu edilmesi, bir arayıştan çok planlı bir erozyonun ve ilklerde ray değiştirmenin ifadesidir; bir çeşit postmodern zehirlenmedir.
Yazının sınırlarını daha fazla zorlamadan son söz yerine: Bilinir ki acıları yarıştırmak, birini diğerinin karşısına koymak doğru değildir; her görevin, her sorumluluğun bir yeri bir karşılığı vardır. Ancak Gazze, bu tanımları zorlayan/aşan noktadadır. Bu nedenle ve Filistin yaralarını Arapça ağıtlarla tedavi ederken seyirci kalmak bize yakışmaz.
(MY/VC)
Dinmeyen fırtınaların çıkan yangınlarda yaptığı gibi, üzerimizden geçen bir başka fırtınanın yarattığı kaygı, korku, şaşkınlık içindeyiz.
Bu fırtınanın bir ucunda, siyasi bir krizden devlet krizine sürüklenmek şeklinde tarif edilecek, anlamakta geç kaldığımız büyük bir çöküş var. Hukuk dışı olduğuna herkesin inandığı, siyasetten bağımsız çalışmayan bir yargı sistemine mahkûm bırakılmış halimizle, neye güveneceğimizi bilmediğimiz topyekûn bir çürüme bu.
Bir ülkenin içeriden çökertilmesini tarif eden komplo teorisyenlerine inananlara bile dudak ısırtacak bir perişanlık içindeyiz, aslına bakarsanız.
Bu işin sonu nereye varacak sorusuyla başlayan ürkütücü, karanlık senaryoların içine gömülmüş; akılcı bir çözüm arayışından yoksun, kinik bir umursamazlık ve boş vermişlik de aynı anda yaşanıyor bu ülkede.
Ayrıca, bu boş vermişlik kadar, saplantılı düşüncelere esir kalmış bazılarının yaratmaya çalıştığı kötümser eleştiriler de geleceğin yolunu karartıyor. Tarihsel........
© Bianet
