menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Azınlığın azınlığı, çoğunluktan gelirse: Katalonya’nın İspanyol göçmenleri

35 1
12.07.2025

İspanya’daki 17 özerk bölgeden biri olan Katalonya’yı ulusal kimlik mücadelesi ile tanıyoruz. Uzun yıllar Katalan dili-kimliği çeşitli kısıtlamalara ve yasaklara maruz kalır. Ancak bugün her ne kadar bağımsızlık talebi zayıflamış olsa da Katalanlar, eğitimden sağlığa son derece geniş bir özerkliğe sahiptirler.

Buraya kadar konuya hakimiz. Hatta Katalonya’nın İspanya’nın en zengin bölgelerinden biri olduğunu ve bu yüzden bağımsızlıkçıların da sağ ve sol olarak iki kutba ayrıldıklarını biliyoruz. Fakat bu bölgeye biraz daha yakından baktığımızda tablonun renklendiğini görüyoruz.

İspanya içerisindeki ulusal bir azınlık olan Katalanların yaşadığı bölgenin endüstriyel niteliği, yeni bir sınıfsal/kültürel azınlık yaratır. Katalonya, gelişen sanayi ile birlikte 1950’lerden itibaren Güney İspanya’dan ciddi bir göç alır. Kentlerin emekçi mahalleleri İspanyolca konuşan bu yeni işçilerle dolup taşar. Sınıfsal ve kültürel fark nedeniyle yeni gelenler hor görülür, aşağılayıcı isimlendirmeler kullanılır.

Zaman içerisinde özerkliğinin genişlemesiyle birlikte bazı siyasi çevreler ‘Katalan’ tanımını bu grupları da kapsayacak şekilde güncellemeye çalışır. Ciddi bir ortak zemin yaratılsa da kültürel/sınıfsal farkın ortadan kalktığını söylemek güç. Sağ ve sol Katalan ulusal hareketlerinin farklı yaklaştığı İspanyolca konuşan kesimlerin hikayesi, bir matruşkayı andırırcasına yer yer çelişkilerle iç içe geçmiş bir ulusal/sınıfsal kimlik hikayesi sunuyor.

Faşistlerin galibiyetiyle sonuçlanan İspanya İç Savaşı’ndan (1936-1939) sonra ülkede 1976 yılına kadar sürecek Francisco Franco dönemi başlar. Bu süre içerisinde baskılar sadece komünistler/sosyalistler ile sınırlı kalmaz özellikle Katalonya ve Bask Bölgesi’ndeki ulusal kimlik ciddi şekilde hedef alınır. Yine de Franco döneminde her iki bölge de endüstriyel gelişimini sürdürür.

İspanya’nın tarım ekonomisine dayalı Endülüs ve Extremadura gibi Güney ve İç bölgelerinden sanayi kentlerine doğru büyük bir göç başlar. Katalonya’daki endüstriyelleşme hamlesini kimileri ‘Franco’nun göç ve sanayi yoluyla bölgedeki hakimiyetini arttırması’ olarak görüyor. Kimileri ise ‘hali hazırda endüstriyel bir merkezin, dünyadaki diğer benzer örneklerde olduğu gibi hızlı sanayileşmesinin doğal süreci’ olarak değerlendiriyor.

Zamanlama ve karakter olarak Türkiye’de yaşanan iç göçe benzer bir şekilde, yeni gelenler başta inşaat, tekstil ve hizmet sektörleri olmak üzere düşük ücretli çalışma alanlarında çalışırlar. Bugün hâlâ sınıfsal-kültürel farkın rahatlıkla gözlemlendiği sanayi kentlerinde yeni işçi varoşları inşa edilir. Katalonya, 1950’den itibaren 25 yıl içerisinde 1 buçuk milyondan fazla göç alır.

Çoğu Güney İspanya’dan gelen bu göçmenlerin sayısı tarihler 1975’i gösterdiğinde Katalonya nüfusunun yüzde 35-40’ına denktir. 1999 yılına geldiğimizde Katalonya nüfusunun yaklaşık yüzde 60’ının bir şekilde 20. Yüzyıldaki iç göçe dayandığı yönünde araştırmalar ortaya çıkacaktır. Başka kaynaklar ise 2020’lerde yapılan araştırmalar sonucunda Katalonya nüfusunun yüzde 51'ini İspanyolca anadilli, yüzde 36'sının ise İspanya içi göçmen olduğunu söylüyor.

Dünyadaki tüm diğer iç ya da dış göç örneklerinde olduğu gibi yeni gelenler ile yerleşikler arasında net bir ayrım ortaya çıkar. Sınıfsal düzlemde ortak mücadele hattına varma, göçün ilk dönemlerinde pek kolay değildir. Hatta bir şekilde toplumsal mutabakat sınıfsal ya da ulusal olarak sağlanmazsa ayrım kronikleşebilir.

Katalonya’ya gelen İspanyol göçmenler de dil, kültür ve sınıf farkları sebebiyle hor görülürler. Hatta aşağılayıcı isimler takılır: Katalanların göçmenler için kullandığı ötekileştirici Çarnego[1] ifadesi ileride kimi İspanyol göçmenler tarafından sahiplenilir.

Göçmenlerle yerliler arasındaki fark siyasi olarak da birkaç hat üzerinden şekillenir. Franco’nun ölümüyle birlikte İspanya’da kurulan parlamenter demokrasi modeli bunu daha kolay gözlememize olanak sağlıyor.

Erken dönem seçimlerden itibaren İspanyol göçmenler beklendiği üzere geleneksel İspanya partilerine yönelir. Örneğin Barcelona’nın çevresindeki l’Hospitalet, Cerdanyola, Badalona gibi yerleşimler İspanyolca konuşan emekçi mahallelerindir ve tarihsel olarak sol partilere oy çıktığı için şehir merkezini çevreleyen bu semtler -Kızıl Kemer- olarak anılır. Farklı dönemlerde güç ağırlığı değişse de sosyal demokrat İspanyol Sosyalist İşçi Partisi-PSOE, İspanyol Komünist Partisi-PCE ya da Podemos’un bel kemiği hep bu Kızıl Kemer olagelir. Bu bölgelerin nüfusunun yarısından fazlası İspanya kökenlidir.

Ne Katalanca konuşanları ne de İspanyolca konuşanları tek bir ekonomik, siyasi ve kültürel küme içerisine almak mümkün değil. Her ne kadar göreceli olarak karşılaştırmalar yaparak bir takım genellemeler yapsak da iki grubun da çok parçalı bir yapısı yapısı var. İspanyol göçmen grupları arasında sadece sol partiler değil, aynı zamanda İspanya’nın geleneksel muhafazakar-milliyetçi Halk Partisi (Partido Popular-PP) ve hatta aşırı-sağcı Vox da yankı buluyor. Çünkü herkes aynı sınıfsal ya da kimlik lensine sahip değil. Hatta bir ölçüde Katalan bağımsızlıkçı sol partileri de etki alanına sahip. O sebeple keskin sınırlar çizmek kolay değil.

Ekonomik olarak da sadece genel bir çerçeve çizebiliyoruz. Evet, bugün hâlâ bir Extremaduralı göçmen hanelerin ortalama geliri yıllık 18 bin Euro civarındayken Katalan ortalaması bu rakamdan yaklaşık 10 bin euro daha fazla. Asgari ücret ya da işsizlik oranlarında da yine göçmenler aleyhine bir tablo çıkıyor. Fakat bu, ‘Katalan = zengin’, ‘İspanyol göçmeni = yoksul’ demek değil. Sadece göreceli bir ‘ortalama’ hesabı yapabiliriz. Kendimizi genellemeye çok kaptırırsak her iki grubun çok parçalı yapısını ihmal etmiş oluruz.

Kimlik konusunda yine karışık bir tablo var: Katalonya’daki bağımsızlıkçı-milliyetçi akımların bir bölümü ‘Katalan’ tanımını ulusal olarak değil, Katalonya’da yaşamak üzerinden tanımlıyor. Bugün Katalonya’daki tüm okullarda -Bask Bölgesi’ndeki çeşitli formüllerin aksine- sadece Katalanca eğitim veriliyor. Hatta 2021'de İspanyolca konuşanların yüzde 44'ü kendini ‘Katalan’ olarak görüyor.

Ancak gerçekten bu ortak kimlik şemsiyesini yaratmak o kadar kolay mı? Örneğin Katalan hisseden İspanyolca konuşanların oranı birebir bağımsızlık talebine yansımıyor. Çünkü bu yüzde 44’ün bir kısmı mevcut federal çözümü yeterli buluyor. Geriye kalanların ortaklaştırılmış ‘Katalan’ kimliğini reddetmesinin sebebi, ya devam eden hor görü dolayısıyla kendilerine sunulan toplumsal mutabakatın yetersizliğinden ya da her açıdan sınıfsal kimliğin daha ön plana çıkışından kaynaklanıyor.

Ortak kimlik arayışları bir ölçüde başarılı olsa da tam olarak oturduğunu söylemek güç. Kimin ‘çarnego’ olduğu soyadlardan ya da evlerde konuşulan dillerden gayet iyi biliniyor. Özellikle sağ-milliyetçi Katalanlar için ‘biz’ ve ‘öteki’ tanımı, İspanya yönetimi ile özdeştirdikleri bu grup üzerinden inşa ediliyor.

Dışlanma, entegrasyon ve asli kimliğe dönüş üçgeni, sadece Katalonya’ya has olmayan bir durum ne de olsa.

Söz konusu Katalonya oldu mu Türkiye’de yapılan ilk yorum, sadece tarihi kültürel-linguistik baskı ve ulusal azınlık durumundan yola çıkarak ‘İspanya’nın Kürtleri’ olacaktır. Elbette hakim ulusal anlatının izleği düşünüldüğünde belli periyotlar Türkiye’de Kürtlerin yaşadıkları ile benzeştirilebilir. Fakat böylesi farklı koşulları aceleyle aynı kefeye koymadan önce eldeki örnekleri çok yönlü değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır. Çünkü tam tersinden bakarsak, Katalonya’ya göçen İspanyolların hikayelerinde de Kürtlerin 20. yüzyıl tarihinden izler bulabiliriz.

Her ne kadar bir azınlık özerk bölgesi olsa da Katalonya’da yaşanan endüstriyel göçün kültürel/sınıfsal yansımalarını, aynı yıllardan başlayarak İstanbul, İzmir, Bursa, Ankara gibi sanayi kentlerinde yaşanan durumun sınıfsal/kültürel çıktılarıyla birlikte düşünelim, benzerlikler son derece net.

Yani halklar arasındaki dayanışma çok değerli olsa da “İspanya’nın Kürtleri kimler?” sorusuna üstünkörü yanıtlar aramanın çok da bir önemi yok. Bir hikayenin özünü kavramak istiyorsak, tanımları seçtiğimiz referanslara sığdırmaya çalışmamalıyız. Evet, meseleyi eğip bükerek belki varacağımız sonucu dilediğimiz kalıba sıkıştırabiliriz. Fakat bunu yaparsak pek çok veriyi kabın dışına sıçratıp değerli bilgileri heba ederiz.

Kültürel benzeştirme uğruna sınıfsal-çoklu kimlik yapısını göz ardı ederiz, tam tersini yaparsak da Madrid’in tarihsel olarak diğer halklarla kurduğu kültürel ilişkiyi kaçırırız. O sebeple her iki gözümüzü açık tutmalı, Katalonya’daki dinamikleri farklı koşulları benzeştirmeye ya da farklılaştırmaya uğraşmadan ele almalıyız.

Amacımız ‘en garibanı’ ya da ‘ötekinin de ötekisini bulmak’ değil. Son yıllarda moda olsa da bu arayışın bir sonu yok. Katalonya örneğinde dikkat çekici olan, ulusal azınlığın da içinde oluşan yeni azınlığın, ulusal çoğunluktan geliyor oluşu. ‘En ötekiyi’ arayanlar genelde sosyal kümeler arasında kurdukları düz bir çizgi gibi düşünürler. Oysa Katalonya örneğinde karşımızda bir daire şeklinde dönen birden fazla çizgi var. Demek ki pusulamızı peşin hükümlerden arındırmalıyız.

Sözün özü her yerin kendi özgül koşulları vardır. Aceleci yorumlar yapmadan önce ceplerimizdeki sığ yaklaşımları boşaltmak gerek.

[1]Katalanca: Xarnego, İspanyolca: Charnego

(KA/HA)

Afganistan’da 1978’de yapılan devrimi bir takım reformlar takip etti. Kadınların örgütlenmesi, kadın hakları için mücadele daha güçlendi. Toprak reformu ile topraksız köylülere toprak verildi. Eğitim ve sağlık alanlarında yapılan düzenlemeler ile her ikisine erişim kolaylaştırıldı. Kız çocuklarının eğitime daha çok ulaşabilmesi hedeflendi. Reformlar toplumsal hayatı olumlu etkilemiş olmasına rağmen yeterince hayata geçirilemedi.

ABD’nin emperyalist çıkarları açısından Asya önemliydi. Sovyetler Birliği’nin burnun dibindeki Afganistan demokratik cumhuriyet rejimi hedefiyle yeni bir yola koyulmuşken, bir de Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler içindeyken bu durum ABD’nin keyfini kaçırıp dikkatini oraya yoğunlaştırmasına neden oluyordu.

Aralık 1979’da itibaren Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a girmesi, siyasi açıdan etki alanını genişletmesi, devrimle başa gelen iktidarın gerici güçleri zayıflatan reformlar yapması ABD açısından kaygı vericiydi. Bu nedenle resmen Carter Doktrini olarak ilan edilen, kamuoyunda “Yeşil Kuşak” adıyla bilinen antikomünist stratejisini devreye soktu.

ABD’nin emperyalist çıkarları için Orta Doğu ve Asya’daki varlığını güçlendirmesi gerekiyordu. Sovyetler Birliği ile Orta Doğu ve Asya’da yürüttüğü komünizm karşıtı mücadelenin arkasında bu nedenler bulunmaktaydı.

ABD bölgeye İslam dini üzerinden girmeyi planladı ve bunun stratejisi olan Yeşil Kuşak Projesini devreye soktu. Pakistan’da ve Afganistan’da 43 farklı ülkeden topladığı cihatçı erkeklere yıllarca silah eğitim verdi. 1982’den 1992’ye dek 35 bin cihadist Afganistan ve Pakistan’daki kamplarda, medreselerde buluşturuldu, yan yana getirildi, örgütlenmeleri için olanak ve destek sağlandı.

Farklı ülkelerden gelen cihatçıların aralarında kurdukları iletişim ağları daha sonra dünyanın başına bela olacak radikal İslamcı cihadist çeteler ve örgütler kurmalarına neden olacaktı.

Tahminlere göre bu dönemde 100 binden fazla radikal unsur Pakistan ve Afganistan’a giderek ABD’nin kontrolü altında antikomünist mücadeleye katıldı. Demokratik Afganistan Cumhuriyeti’nin yerine mücahitlerin kurduğu radikal İslamcı Afganistan kurulur. Artık lafta ABD karşıtı olsa da pratikte ABD’nin çıkarları için ve onun stratejisi doğrultusunda savaşan on binlerce Radikal Müslüman savaşçı vardı.

ABD’nin Yeşil Kuşak Projesi nedeniyle sadece Afganistan radikal İslamcılar tarafından yaşanamaz bir cehenneme (en çok da kadınlar açısından) dönüştürülmekle kalmadı, özellikle Orta Doğu bugünlere dek gelen savaşların, katliamların yaşandığı bölge olmaya devam etti. Afganistan’daki cihadist gruplar, El Kaide, IŞID, Suriye’deki HTŞ gibi radikal İslamcı örgütler ABD ve Batı’nın stratejileri ile desteklenerek güçlendirilmiş, kimi örgütler de bizzat ABD tarafından kurulmuş ya da kurdurulmuştu.

Soğuk Savaş döneminde ABD, İslam’ı bir........

© Bianet