Lazca için ben de bir şey yaptım mı demek İstiyorsun?
Lazca bugün belki sokakta daha az duyuluyor, belki birçok evde artık Lazca konuşan kalmamış durumda. Lazca çocuklarımızın anadili olmaktan çıktı, ata dili haline geldi.
Ama henüz herşey bitmiş değil. Bir yanıyla Lazca şehirleşmeye, teknolojiye yenilmiş gibi görünse de, diğer yanıyla yapay zeka teknolojisi ile yeni imkanlar doğuyor ve sesini geleceğe taşıma fırsatı sunuyor.
Ancak bu, Laz toplumunun büyük kararlılığıyla olabilecek birşey.
Şimdi, tam da böyle bir eşikteyiz.
Mozilla’nın Common Voice projesiyle birlikte Lazca ilk kez yapay zeka ile tanışacak, bu kapsamda ve bu dijital derinlikte kayıt altına alınacak.
Amacımız basit değil ve küçük bir heves hiç değil.
Biz, Lazcanın bugününü ve geleceğini yapay zekânın hafızasına kazımaya, dijital dünyanın eksenine yerleştirmeye hazırlanıyoruz.
Ve bunun için Lazcayı bilen, Lazcayla bağı olan herkesin sesine ihtiyacımız var.
Bu çalışma bittiğinde yapay zekâ, Lazcayı tanıyacak, anlayacak, yazıya dökecek, Lazca konuşabilecek. Şiveleri ayırt edecek.
Yarın bir gün herhangi bir uygulamanın içine “Lazca konuş” dediğinizde size Lazca cevap verebilecek. Bir çocuğun sesi, Arhavili bir teyzenin aksanı, Ardeşenli bir amcanın sesi algoritmaların içinde birer değer, birer iz hâline gelecek.
Yapay zeka var olduğu müddetçe Lazca da var olmaya devam edecek. Lazca geleceğe taşınmış olacak. Bu yalnızca teknolojiyle ilgili değil elbette.
Lazcanın toplum nezdindeki görünürlüğü artacak; dil bir folklor nesnesi olmaktan çıkıp yaşayan bir varlık olarak yeniden sahneye dönecek. Bugün üniversitelerde, akademide Lazca üzerine çalışmak isteyen bir araştırmacı sıfırdan başlamak zorunda kalmayacak; karşısında devasa bir ses veri bankası bulacak. Dilimizin 2020’lerdeki hâli, geleceğin dilbilimcilerine bir miras olarak kalacak.
Ve daha fazlası var. Bu süreçte en az bin kişi Lazca okuyacak; çoğu belki hayatında ilk kez yüksek sesle Lazca metinle karşılaşacak. Bu bile başlı başına bir toplumsal uyanıştır.
Farklı köylerden, şehirlerden, ülkelerden Lazlar aynı işin bir parçası olacak; dil ortak bir hareketin merkezine oturacak. Bizim kuşağın yapacağı bu katkı, gelecek kuşaklara “Lazca için biz de bir şey yaptık” deme hakkı verecek.
Kısacası, dijital çağın kapıları Lazcaya açılıyor. Bizim yapmamız gereken tek şey sesimizi duyurmak: Cümleleri kontrol etmek, seslendirmek, yeni cümleler eklemek… Ve en önemlisi, bu büyük kolektif çabanın bir parçası olmak.
Bütün bunları gerçekleştirebilmemiz için LAZCA BİLEN GÖNÜLLÜLERE ihtiyacımız var.
Lazcanın sesini geleceğe taşımak isteyen herkesi bu çalışmaya davet ediyoruz.
Lazca için gönüllü olun, hikaye yarıda kalmasın!
Not: Gönüllülük için laz.enstitu@lazenstitu.com adresine mail atabilirsin.
(İAB/Mİ)
Avrupa Birliği’nin (AB) hikâyesi, yıkılmış bir kıtanın küllerinden yeniden doğma çabasıyla başlar. II. Dünya Savaşı’nın ardından imzalanan anlaşmaların, sadece ekonomik birlik değil, aynı zamanda barış, insan onuru ve özgürlük üzerine kurulmuş bir ortak idealin ifadesi olduğu anlatılır. “Bir daha asla” lafı, hem savaşın hem de baskının yarattığı yıkıma karşı bir söz vermedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile de bunun en somut hali ortaya konur: Kıta, insan haklarının evrensel bir değer olduğunu tüm dünyaya gösterecektir.
Ancak tarih, ideallerin çoğu zaman sınır kapılarında tökezlediğini gösteriyor bize. Bugün Brüksel’in salonlarında hâlâ “evrensel haklar” konuşula dursun, aynı Avrupa kendi kapılarında o haklar uğruna mücadele edenleri geri çeviriyor. Yeni yayımlanan raporumuz “Closing the Door?” (Kapıyı Kapatmak) tam da bu çelişkiyi anlatıyor.
Vize kısıtlamasına tabi olan 104 ülkede yıllardır yüzlerce insan hakları savunucusunun seyahatini kolaylaştıran 42 uluslararası örgüt ve vize süreçlerini tecrübe etmiş 32 insan hakları savunucusuyla görüşülerek hazırlanan raporumuz, Avrupa’nın Schengen vize politikalarının insan hakları savunucularını, özellikle de Afrika, Asya ve Orta Doğu’dan gelenleri, nasıl fiilen dışarıda bıraktığını belgeliyor.
Kuruluş ilkelerinde “insan onuru, eşitlik ve dayanışma” vurgulanan AB, bugün bu idealleri kendi sınır politikalarının duvarları arasında hapsediyor adeta. Söylemde evrensel, uygulamada ise ayrımcı bir Avrupa bu: İnsan haklarını savunma ayrıcalığı dahi, pasaportun rengine ve doğulan coğrafyaya göre değişiyor. AB, insan haklarını dünyanın dört bir yanında savunanlarla “doğal müttefik” olduğunu iddia ediyor. Brüksel’deki söylemler, bildiriler ve fotoğraf kareleri hep aynı mesajı veriyor: “İnsan hakları evrenseldir.” Ama rapor, Avrupa’nın dünyaya insan hakları dersi vermeyi sürdürürken, bu evrenselliğin sınırlarında nasıl son bulduğunu açıkça gözler önüne seriyor.
Nijeryalı bir kadın savunucu, Paris’teki bir konferansa katılabilmek için aylarca uğraştığını anlatıyor: “Avrupalı meslektaşlarım uçağa atlayıp gelirken ben belgeler, randevular ve elçilik kuyruklarıyla uğraşıyorum. Hazırlanmak yerine bunlarla mücadele ediyorum.”
İnsan hakları savunucuları, kendileriyle ilgili hayati kararların tartışıldığı uluslararası toplantılara katılmak, BM mekanizmalarında konuşmak, geçici koruma programlarına erişmek için bu vizelere ihtiyaç duyuyor. Ama sonuç çoğu zaman aynı: Gecikme, reddedilme ya da sessiz bir kapı kapanışı.
Schengen bölgesine vizeyle girebilen 104 ülkenin vatandaşlarının büyük kısmı eski sömürgeler; çoğunluğu siyah, Asyalı ya da Müslüman topluluklardan geliyor. Bu ayrım esasen bir tesadüf değil, tarihsel bir süreklilik: Modern vize sistemi,........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Beth Kuhel