menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Hikmet Çetinkaya Troya’da…

25 1
previous day

Troya’dan İyonya’ya… Aşkların, tutkuların, sevgilerin ve savaşların coğrafyası...

7 Temmuz günü yazısına nokta koydu. Bakmadı bile... Göndermedi de... Her zaman gönderirdi! Bir tuhaflık vardı. Sonra ne olduğunu öğrendik!

Artık arayanları duymuyordu. Yanıt vermiyor, gülmüyordu…

Yazılarında “demokrasi bir yaşam biçimidir” cümlesini çok kullanırdı ve severdi…

Demokrasi bitti… Yaşam bitti…

Yazmıştı…

“Kuru Bir Umutsuzluk

Bir annenin çığlığı televizyon ekranından fırlayıp yüreğimizin tam orta yerine bir ok gibi saplanıyor…

Cezaevi aracı ağır ağır uzaklaşıyor…

Jandarmalar, polisler, anneler, babalar kardeşler…

Anne çırpınırken hıçkırıklarını tutamıyor…

Diyor ki;

“Götürmeyin yavrumu, götürmeyin bir tane mi…O daha çocuk…”

Saat 23.45’i gösteriyor…

Pencerenin perdesi açık...

İçeriye ay ışığı sızıyor. İstinye sırtlarında bir ışık yumağı oluşuyor...

Bir adam yıllar öncesine gidiyor sabahları sisli, Spil Dağı’nın yamaçlarında geziniyor. Karaköy’den çıkıp belki kız enstitüsünün, öğretmen okulunun önünde tur atıyor…

Akşam saatlerinde parkta arkadaşlarıyla buluşup sohbet ediyor. (…)

Çocuğunun peşinden koşan anne ve anneler…

Çocuklarından korkan, çocuklarını yargısız infazlarda kıran, çocuklarını işkenceden geçiren, çocuklarını demir parmaklıklar arkasına gönderen bir toplum!...

Biz, bizler ölümlere alkış tutuyorduk…

Biz, bizler ülkeyi saran “ölüm çeteleri” karşısında “Ne var bunda” diyebiliyorduk.

Biz ve bizler ülkenin bölünmez bütünlüğünü ağzımızda sakız gibi çiğneyip bir boş vermişlik çizgisinde gidip geliyorduk…

Adam ay ışığını aradı.

Televizyondan taşıp odanın içini kaplayan annenin çığlığını yüreğinde hissetti:

“Götürmeyin yavrumu, götürmeyin bir tanemi... o daha çocuk…”

Cezaevi aracı ağır ağır uzaklaştı.

Jandarmalar, polisler, anneler, babalar ve kardeşler bir film şeridi gibi geçip gitti…

Çocukların yaşları 15-18 arasındaydı…

Adam televizyonu kapadı, tüm ışıkları söndürdü. Biraz Spil dağları eteklerinde dolaştı, biraz da hüzün topladı.

Efraim Puerta’nın, alacakaranlığın sessizliğinden yola çıkıp çamurun, soğuğun tükenen mırıltılarını dinledi.

Karanlığın sesinde kuru bir umutsuzluk vardı…”

“Kuru Bir Umutsuzluk” başlıklı Cumhuriyet gazetesinin 1 Aralık 1996 tarihli bu yazısında; Spil dağı eteklerinde biraz dolaşan, ay ışığını arayan Hikmet Çetinkaya, kendisini yazmıştı!

Biraz hüzün toplayan, ay ışığında soğuğun mırıltılarını dinleyen bir gazeteci, bir yazar!...

Duygularıyla ve yazılarıyla böyle yaşadı, böyle yazdı… Sonra tüm ışıkları söndürdü ve gitti…

Yıllar önce “Troya’dan İyonya’ya” adlı Günizi Yayıncılık’tan 2001 yılında çıkan kitabında “Aşkın ve Savaşın Dağı” dediği İda Dağı’nı, “Hüzünlerimizin buluşma yeri” olarak adlandırdığı Troya ve İyonya’yı yazılarında anlattı.

“İda Dağı (Kaz Dağı) eteklerindeyim…

Binlerce yıllık tarih gözümün önünde canlanıyor, Güre Köyü sisli bir sabahta karşıma çıkıyor…

Ben ilkokul öğrencisiyken kapının........

© Bianet