Amerika'nın keşfi: Din, kültür ve endüstriyel dönüşüm
Amerika'nın keşfi, insan evladının uygarlaşma yolculuğunda çok önemli bir mihenk taşı olup, gezegenin kaderi üzerinde de çok mühim etkilere neden olmuştur.
Avrupalı fatihlerin Amerika kıtasında kolonileşmesi, hem daha önce Amerika'da yaşayan yerli halklar hem de Avrupalı göçmenler açısından olumlu ve olumsuz pek çok değişime kapı aralamıştır. Yerli halkların nüfusunda ve gücünde çok ciddi oranda azalma olurken, yeni kıta, yeni gelenler için cennet arayışında bir umudu yeşertip, yeni fırsatlar ve yeni bir hayat kurma, yeniden başlama imkanı yaratmıştır.
Kristof Kolomb'un 12 Ekim 1492 günü ayak bastığı yer, günümüzde tam olarak bilinmeyen Bahamalar'a ait bir adaydı ve bölge yerlileri tarafından Guanahani olarak adlandırılıyordu.
Kolomb'un keşfi, tesirleri günümüzde de devam eden bir dizi siyasi, kültürel ve dini etkilere neden olmuştur. Kolonileşme ve sömürgeleştirme sürecini başlatmış, Avrupalıların taşıdıkları hastalıklar ya da uyguladıkları soykırım nedeniyle yerli halkların nufusunda ciddi oranda azalma olmuştur.
Dünyada kapitalist sistem ve endüstrileşme ile sonuçlanan bu gelişmeler, günümüzde de kültürel olarak bütün dünyayı etkileyen tüketim kültürünün gelişmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. Tüketim kültürünün gelişmesi de doğal olarak ekolojik denge üzerinde bir takım problemlere neden olmuştur.
Amerika'nın keşfinin siyasi, kültürel, ekolojik, bilimsel ve teknolojik pek çok etkisi olup, endüstriyel gelişimi ve kapitalizmi beslemiştir. Bildiğimiz anlamda kapitalizmin ortaya çıkışı 16. ve 17. yüzyıllarda gerçekleşmiştir.
Amerika kıtası, özellikle kolonizasyon dönemi, yeni kıtanın restorasyonu yoluyla cenneti yeniden yaratma umudu taşıyan, ilk yerleşen öncülerle doluydu. Bu keşif, dünyada politeist ve monoteist dinlerin mensupları arasındaki mücadelenin, monoteistler lehine gelişmesine neden oldu. Bunun sonucu olarak, Amerika'nın politeist çok tanrılı yerli halklarının nüfusu ciddi oranda azaldı.
Mücadelenin, monoteist, tek tanrıcı, hristiyanlar lehine sonuçlanmış olması endüstrileşme için uygun bir zemin yarattı. Çünkü, politeist çok tanrılı yerli halkların inançları, doğayı kontrol edip azami düzeyde ondan faydalanmayı hedeflemiyordu. Monoteist tek tanrılı inançlar doğanın rasyonalize edilmesine, bir diğer ifade ile doğanın işlenmesine daha uygun olduğu için, endüstrileşmeyi teşvik etti. Bu savaş aynı zamanda, doğa merkezli bir anlayışla, insan merkezli bir anlayış arasında gerçekleşmişti. Doğanın parçası olduğuna inanan çok tanrıcılarla, onu araçsallaştıran tek tanrıcılar arasındaki mücadeleyi tek tanrıcılar kazandı.
Amerika'nın keşfi, endüstrileşme ve teknolojinin gelişmesi ile beraber tektipleştirici, dünya insanlarını, birer tüketim figürüne dönüştüren sürecin başlamasında da çok etkili oldu.
Avrupalı fatihlerin binyılcı, mesihçi bir anlayışla gerçekleştirdikleri fetihlerle, hristiyanlığı bütün dünyaya yayma arzusu, kısmi de olsa gerçekleşti. Amerika'nın keşfi ve kolonizasyonunun kültürel, siyasi, ekonomik, sosyal ve bilimsel pek çok yönü var. Bu nedenlerin arkasında çok büyük ehemmiyet arz eden dini nedenler de var. Bu yazının konusunu ağırlıklı olarak dini nedenler teşkil etmektedir.
Amerika'nın keşfedilmesinde çok büyük etkileri olan binyılcı ve mesihçi hareketler, cennet ütopyası ve kehanetler üzerine, pek çok çalışma yapılmıştır.
Amerika'nın keşfi ve kolonileşmesi, eskatolojinin (dünyanın sonu ile ilgili inanışlar) etkisi altında gerçekleşmiş olup, çok önemli dini sonuçları olmuş, tek tanrılı dinlerin bütün dünyaya yayılmasına çok katkı sağlamıştır.
Dünyanın belirli aralıklarla düzeninin bozulduğu ve yenilenmesi gerektiği düşüncesi sadece ilkel toplumlarda değil tek tanrılı inanç sistemlerinde de gözlemlediğimiz bir şey.
Aslında dünyanın yok olması kötümser bir düşünce değildir. Dünya kendine özgü bir sürede yozlaşır ve çöker. Yozlaşan dünya yeniden yaratılır. Başlangıçların yetkinliği fikri önemlidir. Bu nedenle başlangıçların mükemmelliğine dönme arzusu hem çok tanrıcılar hem de tek tanrıcılar nezdinde gördüğümüz bir inanç olup, başlangıçtaki altın çağa dönüş isteği hep vardır.
Yeni bir çağın gelişi için, bir takım yıkıcı değişimlerin olacağını iddia eden binyılcılıkta olduğu gibi eskatolojinin Amerika'nın keşfinde çok önemli bir rol üstlendiğini görüyoruz.
Dünyevi hayat ve gezegen olarak dünyanın kaderi üzerinde çok önemli etkileri olmuş olan, yeni kıtanın keşfinin arka planında, gerilim ve büyük tutku içeren, kehanet, eskatolojik ve mesihi hareketlerin çok olduğu görülmektedir.
Büyük denizci Kristof Kolomb coğrafik keşiflerine eskatolojik bir anlam yüklüyor ve "Yeryüzü Cenneti"ne yaklaştığından şüphe etmiyordu. Kolomb için yeryüzü cennetini arama, İncil propagandasına açık yeni bir dünyadan daha fazla şeyi ifade ediyordu, keşif olayının eskatolojik bir değeri vardı. Kolomb, Prens John'a şöyle söylüyordu: "Tanrı beni yeni bir göğün ve yeni bir yeryüzünün elçisi yaptı. İşaya'nın ağzı ile konuştuktan sonra, Aziz Yuhanna'nın vahyinde ondan bahsetmişti ve bulunduğu yeri bana göstermişti."
Batı Avrupa'yı ciddi şekilde etkileyerek değiştiren okyanus ötesi seferler, mesihi ve apokaliptik bir atmosferde gerçekleşmişti. Çelişkili sebeplerine rağmen Avrupa'nın her yerinde dünyanın çok yakında yenileşeceğine inanılıyordu.
İki Amerika'nın kolonileşmesi eskatolojik bir düşüncenin etkisi altında gerçekleşmişti. Hristiyan dünyanın yenilenmesinin vaktinin geldiğine, gerçek yenileşmenin yeryüzü cennetine dönüş olduğuna inanılıyordu.
Bir diğer inanışa göre de kutsal tarih, Kutsal Kitap'ın bahsettiği olağanüstü hadiselerin tekrarı idi. O dönemin edebiyatında, vaazları ya da yazışmalarında bu inanışın etkisini görürüz. İngilizlerin gözünde Amerika'nın kolonileşmesinin kutsal tarihin tamamlamasından ibaret olduğunu, bu inanışa bir örnek olarak verebiliriz.
Protestan teologlar batıyı ahlak ve maneviyatın gelişimi ile bir tutmakta idiler. İngiliz teolog William Crashaw'un ifadesi ile "İsrail'in Tanrısı İngiltere'nin Tanrısıydı." Sir Humphrey Gilbert, İngiltere'nin geniş topraklara sahip olmasının Tanrının sözü sayesinde gerçekleştiğini ifade ediyordu. Doğuda başlamış bu dinin batıya doğru ilerleyip batıda duracağını söylüyordu.
Teolog Thomas Burnet, Archaeologiae adlı eserinde şöyle diyordu: "Tıpkı güneş gibi bilimde gelişimine doğuda başlamış, sonra uzun zamandan beri ışığından yararlanılan batıya dönmüştür."
Hristiyan düşünür, din adamı ve Anglikan piskoposu George Berkeley (1685-1753) meşhur şiirine "İmparatorluğun batıya doğru seyri, yolunu tutmuş" ifadeleri ile başlamış ve İngiltere'nin spiritüel rolünü yüceltmek için güneş benzerliğine başvurarak, güneş sembolizminden yararlanmıştı.
Avrupa'da Galilei ve Kopernik'in keşiflerinden sonra güneş sembolizmi Mısır uygarlığının da etkisi ile rağbet görüyordu. Avrupalılar, Kopenik'in keşfini yüz yıl gibi kısa denilebilecek bir zaman dilimi içerisinde sindirebilmişti. Artık güneşin, dünyanın etrafında dönmediği anlaşılmıştı. Güneş merkezcilik, ortaçağ gerikalmışlığına bir tepki olarak ilgi görüyordu.
Amerika'ya ilk yerleşen İngilizler kendilerini Tanrı'nın yardımı ile bütün Avrupa için bir reform örneği teşkil edecek şekilde, "Tepe üstünde bir şehir" kurmak gibi ulvi bir sebeple Tanrı tarafından seçilmiş olduklarına inanıyorlardı.
Reform dönemine kadar Amerika'nın Avrupalılardan gizlenmiş olmasının tanrısal bir inayet ve işaret olduğu düşünülüyordu.
Evrensel kurtuluşun ve ahlaki yenilenmenin kendileri ile başlayacağını, batıya doğru güneşi takip ederek, batının cennet bahçelerine ulaşıldığında bu ilahi hedefin gerçekleşeceğine inanıyorlardı. İngiliz şair George Herbert'in dizelerinde konu şu şekilde ifade bulur:
"Din, ülkemizde, denize uzanan burunda bulunuyor,
Amerikan sahiline geçmeye hazır vaziyette."
Bilginin ve gerçek dinin doğudan batıya doğru ilerlediğine dair inanış, öncülerin batıya doğru itilişlerinin sebebiydi.
Amerika, Protestan reformunun merkezi olmuş, yeryüzü cenneti olarak görülmüş, Kilise reformunun mükemmelleşmesi arzu edilmiştir.
İsviçreli hümanist bilim insanı ve reformcu Ulrich Hugwald, Amerika'nın keşfinden sonra insanlığın "İsa'ya, tabiata, cennete" döneceği kehanetinde bulunmuştu.
Amerikalı büyük Püritanist ve Harvard Üniversitesi rektörü Increase Mother konu hakkında şöyle diyordu: "İsa'nın krallığı bütün yeryüzünü doldurduğu zaman, bu yeryüzü, cennetsel hal içinde restore edilmiş olacaktır."
Amerika İsa'nın ikinci geliş yeri olarak seçilmiştir. Binyıl hareketine eşlik edecek olan inanç, içsel bir mükemmeliğin dış tezahürü olarak yeryüzü cennetinin değişimidir. Bu inanç Amerika'nın inşa edilmesinde, endüstrileşme hareketinde etkili olmuş gibi görünüyor.
Amerika'ya gelen öncüler yeni kıtayı cennet olarak görüyorlardı. İspanyollarla ve Osmanlılarla savaşmış olan İngiliz maceracı, paralı asker, yazar ve kaşif olan John Smith, New England sahilleri boyunca seyehat ederek şu ifadeleri kullanmıştı: "Gök ve yer insanın yerleşmesi için bir yer oluşturmak üzere daha önce hiçbir yerde hemfikir olmamışlardır. Biz tesadüfen Tanrı'nın böyle yaptığı bir ülkeye geldik."
İngiliz yazar George Alsop Maryland'i, "Yeryüzü Cenneti"ne benzeyen tek yer olarak sunar.
Kolonizasyon hakkında kitabı da bulunan, Amerika'ya yerleşen öncülerden olan tüccar Edward Johnson ise Massachusetts için "Tanrı'nın yeni bir cennet ve yeni bir yeryüzü yaratacağı yer" ifadesini kullanır.
Bostonlu bir püriten olan John Cotton ise Massachusetts için gemiye binmeye hazırlananlara, "Adem'e ve onun soyuna verilen kutsal yasanın inayeti ile Tanrı'nın imtiyazını elde ettiklerini" müjdeliyordu.
Amerika'ya giden öncülerin ifadelerinden Amerika'nın yeni bir cennet tasavvurunda ne kadar önemli bir rol oynadığını görüyoruz.
Avrupalı güçler, okyanus ötesi dünyanın kolonileşmesinde rekabet halinde idiler. Roma ve Katolik milletler şeytanlaştırılmıştı. Bu konu İngiliz koloni edebiyatında işlenmiştir.
İngiliz püriten, avukat ve öncü figür olan John Winthrop'a göre New England'ın ilk vazifesi, genel merkezi Roma olan katolik tarikatı Cizvitler tarafından oluşturulacak olan mesih karşıtı kralığa karşı sur inşa etmekti.
İngiliz koloni edebiyatına bir süre için şu konu hakim olmuştu: İnsanın muhteşem zaferini yıkmak isteyen Anti İsacı hareket olarak........
© Bianet
