menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Çatışmasızlıkta çocuk haklarıyla barış

5 0
13.11.2025

Türkiye’de yeniden konuşulan çözüm zemini, henüz başlığını ve yöntemini arıyor. Meclis koridorlarında komisyonlar kuruluyor, dinlemeler yapılıyor. Fakat önceki denemelerinde en görünür eksiği yerinde duruyor, çocuklar ve çocuk örgütleri. Tanıklığı en doğrudan taşıyan kesim dışarıda kalırken komisyon dinleme listelerine o kadar çok farklı aktörler girebiliyor ki. Oysa barış mimarisi, çocukların sözünü karar mekanizmasının tam merkezine yerleştirmek zorunda.

Barış siyasal bir mesele olmanın yanı sıra aynı zamanda toplumsal adaletin yeniden inşasıysa çocuk haklarının korunmadığı ve çocuk katılımının güvenceye alınmadığı bir barışın kalıcılık üretemeyeceği bir gerçek. Tüm bu çatışmayla geçen uzun yıllar sürecinde çocukların yaşadığı yerinden edilme, eğitim kopuşu, anadil engelleri ve güvenlik gibi deneyimler yalnızca dinlenmeyle elbette geçiştirilemez.

2025 yazında Diyarbakır’da yapılan “Çatışma Çözümü Süreçlerinde Çocuk” buluşması tam da bugünkü süreç eşiğini berraklaştırdı ve “barış, çocukların kolektif hafızasını ve güncel deneyimini sürecin eşit bileşeni sayarak kurulabilir” dedi. Sonuç metni, çocukları siyasal ve toplumsal özne olarak tanımanın yalnızca etik bir tercih olmadığını, sürecin başarısı için zorunlu bir yöntem olduğunu kayda geçirdi. Bugün masada tartışılan her komisyon başlığı, bu çıtayı referans almak zorunda. Dolayısıyla bu komisyon hattının çocuk perspektifini ana eksen yapmaması ve çocuk örgütlerine düzenli söz alanı açmaması, sürecin meşruiyetini ve etkisini sınırlayan yapısal bir eksiklik olarak kalacak.

Çatışmasızlık süreçlerini ve barış tartışmalarını bugün yeniden düşünürken, cezasızlığın sürdüğü, yerinden edilmenin mekansal hafızayı parçaladığı ve anadilde eğitim gibi temel başlıklarda idari bariyerlerin normalleştiği bir zeminde durduğumuzu kabul etmeliyiz.

Bugün, elli yıl önceki kuşağın çocukken yaşadıklarını, yalnızca on yıl önce aynı ailelerin yeni kuşağının yeniden yaşadığı bir gerçekliğin içinden konuşuyoruz. Henüz 10 yıl önce Nusaybin, Sur, Cizre, Silopi ve Yüksekova’da kent içinde yaşanan çatışmalar ve kesintisiz yasaklar; Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın dökümüne göre 16 Ağustos 2015–20 Nisan 2016 arasındaki resmi yasak dönemlerinde en az 338 sivil yaşamını yitirdi; 78’i çocuktu. Aynı veri seti, Sağlık Bakanlığı’na dayanarak en az 355 bin kişinin yerinden edildiğini bildirdi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği bulgularına göre Nusaybin’de yalnızca bir ilçede 1.786 bina hasar aldı, yüzlercesi tamamen yıkıldı. Bu kayıt, yerinden edilme ve acil hizmetlere erişimin kesilmesiyle birleşti. Sur ’da tablo eğitimle görünürleşti 15 okul doğrudan yasaklardan etkilendi, 7.450 öğrenci eğitim kopuşu yaşadı, bazı okulların güvenlik amaçlı kullanıldığına dair tanıklıklar raporlara yansıdı. Bu veriler bize, geçmişe bakıştan fazlasını söylüyor; 2015 sonundan 2016’ya uzanan kent içi çatışmalar ve uzun süreli yasaklar, Sur, Nusaybin, Cizre, Silopi ve Yüksekova gibi yerlerde çocukların hayatını baştan aşağı değiştirdi, çocukların ev–okul–oyun hattını tamamen parçalayarak çocukların evine, okuluna, oyununa, güven duygusuna ağır silahların gölgesini düşürdü, sokağın, mahallenin ve okul yolunun yerine sirenlerin, patlamaların ve sürekli denetimin sesi geçti. Çocukların yaşadığı kayıpların izini sürmek sadece geçmişin muhasebesi değil bugünkü onarımın başlangıcıdır, biliyoruz ki yüzleşme ve onarım adımları atılmadığında güvenin yeniden kurulması zorlaşıyor.

Tam da burada çatışmasızlık denilen aralığa baktığımızda yani silahlar sustuğunda çocukların hayatında neyin değişmediğini, hangi hakların görünmez bariyerlere takıldığını ve onarım olmadan güvenin neden kurulamadığını açıkça göreceğiz. Kent içi çatışmalar, uzun süreli yasaklar, ağır silahların kullanımı, mahallelerin haritalarından silinen sokaklar... Çatışmasızlık dönemlerinde bile bu izler kendini hatırlattı: gecikmiş uykular, ani seslere aşırı tepki, akran ilişkilerinde sertleşme, okuldan uzaklaşma, kız çocuklarının kamusal alana daha temkinli yaklaşması, anadil kullanımında geri çekilme gibi davranış örüntüleri yaygınlaştı. Çatışmasızlığın içindeki ihlaller başka türden baskı oldu. Çatışmasızlık, barış hakkının yalnızca çatışmanın yokluğu üzerinden tanımlanmasına izin vermez; adalet, eşitlik, anadil ve kültürel kimliğin tanınması, güvenli büyüme ve kamu hizmetlerine engelsiz erişimle anlam kazanır.

2015–2016’da yaşananlar, bu yaklaşımın neden zorunlu olduğunu açıkça gösterdi ki bugün de tablo farklı değil. Yasaklar kalktığında çocukların gündeliği kendiliğinden onarılmıyor. Günün sonunda çatışmasızlık denilen aralık, ihlallerin biçim değiştirip görünmezleştiği bir noktaya dönüşüyor. Bu, savaşın dumanı dağıldıktan sonra da çocukluk alanında süren bir sis. En sık karşılaşılan bariyerler yerinden edilmenin yarattığı kayıp nedeniyle okula tutunamama; anadil derslerinin kağıt üzerinde var olup pratikte öğretmen yetersizliği, idari isteksizlik ve damgalanma korkusuyla kullanım dışı kalması; akran zorbalığının ve ayrımcı disiplin pratiklerinin sıradanlaşması; okul–park–ev hattında güvenlik kaygısının sürmesi… son olarak bugün Diyarbakır’da ve Kürdistan’da çocuklar için bir başka düğüm noktası, adalet duygusu. Yaşam hakkı ihlallerinden zorla yerinden etmeye kadar kaydedilen suçlara dair etkili soruşturmalar, çocukların zihin dünyasında “devletle ilişki”yi belirliyor.

Tam da bu noktada çatışmaların bittiği süreçte........

© Bianet