menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

KONDA’nın verileri ile erkek şiddeti: Peki komşular nerede?

8 1
29.11.2025

Uzun zamandır üzerinde kafa yorduğum bir konu var. O da şu: Komşular.

Ne demek istiyorum, biraz detaylandırmak da yarar var.

bianet erkek şiddeti çetelesine yansıyan verilere göre, erkekler kadınlara en çok ev içinde zarar veriyor. Cinayetler evlerde işleniyor, erkekler kadınları evlerde yaralıyor.

2024 verilerine göre öldürülen kadınların en az yüzde 67’si ev içinde yaşamını yitirdi, yaralama vakalarının da çoğu yine evlerdeydi. Şiddet çoğunlukla dört duvar arasında, “yuva” denilen yerde.

Peki o dört duvarın hemen yanındaki evde oturanlar bu şiddet seslerini duyunca ne yapıyor? Yine şiddete tanık olan yakın çevre mesela, ne yapıyor?

Bu konuda bireysel anlatılar dışında neredeyse hiç veri yok. Sadece KONDA’nın 25 Kasım’da yayınladığı “Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet: Algı ve Tutum Değişimleri” Araştırması’nda buna dair bir kapı aralanıyor.

KONDA bu şiddet araştırmasını 2020’de de yapmıştı, 2025’te tekrarlayınca yıllar arasındaki değişimi görme imkânı da ortaya çıktı. Aynı sorulara verilen yanıtlar üzerinden hem İstanbul Sözleşmesi gibi hayati bir konuda toplumun düşüncesini hem de şiddete karşı toplumsal reflekslerin nereye evrildiğini görebiliyoruz.

İzniniz olura bu yazıda raporun tamamına değil, özellikle “yakın çevre ne yapıyor?” sorusuna ışık tutan bulgulara odaklanmak istiyorum.

Yıllar arasındaki değişen refleksleri, toplumsal etki ve tepkileri görebilmek verisel anlamda çok önemli. Her ne kadar Erdoğan “Kadın cinayetlerini verilerle konuşmayalım” minvalinde cümleler kursa da veriler bize bir değil hatta çok sayıda gerçeği gösteriyor, olaylar ve olgular arasında muhakeme yapabilme imkanını sağlıyor.

Gelelim araştırmaya…

Araştırmanın en çarpıcı bulgularından biri şu:
Kadınlar da erkekler de çok büyük oranda “Birisi şiddete veya tacize maruz kalsa bunu yakın çevresine duyurmalı” diyor. Bu oran kadın ve erkeklerde toplamda yüzde 87.

Yani kağıt üzerinde toplumun büyük çoğunluğu, şiddet gören kişinin yalnız kalmaması gerektiğini, en azından yakın çevresine söylemesi gerektiğini düşünüyor.

Fakat aynı raporda bir başka soru soruluyor:

“Çevrenizde şiddete uğrayan ama konuşmayan, konuşamayan birileri olduğunu düşünüyor musunuz?”

Görüşülen herkesin yüzde 22’si “Evet, çevremde var” diyor.
Yüzde 51 “Hayır” diyor, yüzde 28 ise “Bilmiyorum” diye yanıt veriyor.

Cinsiyete göre ayrıştırınca bakalım bir de:

Bu soru tam olarak gerçek gözlemleri ölçmese de algıyı gösteriyor. Ve bu algı bize önemli bir şey söylüyor:

Kadınlar, kendi çevrelerinde de, sessizce şiddet yaşayanların varlığını erkeklerden çok daha fazla görüyor, hissediyor.

Boşanmış, 35–44 yaş arası, çalışan ya da eğitimli kadınlarda bu oran daha da yükseliyor. Yani hayatta kalma stratejilerini bilmek zorunda bırakılmış kadınlar, kendi çevrelerindeki sessiz çığlıkları daha net duyuyor.

Şiddetin yaşandığını biliyor fakat bildiğini söylemiyor olabilirler. Ya da bildiğini itiraf etse bile, müdahale etmenin hâlâ “fazla” sayıldığı bir kültürel kodla baş başayız.

KONDA, toplumun “şiddete ya da tacize uğrayan kişiye sorumluluk yükleyen” kalıp yargılara bakışını 10 yıl arayla yeniden ölçtü.

2015 Barometresi’nde yönelttiği “Kadınlar tacize ve şiddete maruz kalma ihtimaline karşı ne yapsın?”sorularını 2025’te tekrar ederek, “O saatte orada ne işi varmış?” ya da “Giyimine dikkat etseydi” gibi yaygın önyargıların toplumdaki karşılığının nasıl değiştiğini inceledi.

Bulgular, toplumun kadınların özgürlüğünü kısıtlayan bu yargılara giderek daha az katıldığını gösteriyor, hem kadınlarda hem erkeklerde bu dönüşüm belirgin biçimde güçlenmiş durumda.

Rapora göre bireyler, çözümü kadının davranışını sınırlamakta değil, toplumsal bilinç ve kurumsal mekanizmaları güçlendirmekte görüyor.

Rapora göre bu fark, “kol kırılsın yen içinde kalsın” anlayışının kentlerde hâlâ çok güçlü. Geleneksel-muhafazakâr pratikler, şiddet ya da taciz yaşansa bile bunu duyurmamayı “onur koruma” biçimi gibi sunuyor.

Yani evlerde şiddet yaşanırken, komşu veya yakın çevre çoğu zaman şunu düşünüyor:

KONDA’nın verileri, bu sessizliği rakama döküyor. Bir yandan “Şiddet duyurulmalı” diyen yüzde 87’lik büyük çoğunluk, öte yandan çevresinde konuşamayan birilerinin olduğunu bilen yüzde 22 ve “Sus, ayıptır” diyen yerleşik bakış açısı.

Raporda İstanbul Sözleşmesi’ne dair sorular da hatırlatılıyor. 2020’de, henüz sözleşmeden çıkma kararı verilmeden sorulduğunda:

“Çıkılmalı” diyordu. Toplumun yarısından fazlası ise “Fikrim yok” demişti.

2020 araştırmasında “çıkılmalı” diyenlerin demografisine baktığımızda, asıl ayrımın cinsiyetten çok seçmen davranışları üzerinden, yani kutuplaşma ekseninde şekillendiği görülüyordu.

2025’e geldiğimizde ise, “İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak doğru muydu?” sorusunda kadın ve erkeklerin toplamında büyük bir farklılaşma yok gibi görünse de önemli bir detay var:

Yaş ilerledikçe “fikrim yok” diyenlerin oranı artıyor, genç ve yüksek eğitimli kadın ve erkekler ise sözleşmede kalınması gerektiğini çok daha yüksek oranda savunuyor.

Peki bu ne demek? Ne anlama geliyor?

Gençler, özellikle genç kadınlar, şiddetle mücadelenin uluslararası, bağlayıcı bir hukuk zemini olması gerektiğini biliyor. Bunun yokluğunun, komşunun kapıyı çalmasını bile etkilediğini görüyor.

Devletin, imza attığı sözleşmeden çekildiği bir ülkede, “karışma, aile meselesi” cümlesi daha kolay kuruluyor. Çünkü komşunun duvarı, aslında siyasal iklimin duvarının tuğlalarını da kuruyor.

KONDA, “Sizce şiddet gören biri öncelikle nereye başvurmalı?” diye soruyor.

İlk akla gelen hâlâ devlet:

2016’dan bu yana kolluk kuvvetlerine başvuru önerisi 10 puan düşmüş, adli makamlara (savcılık) yönelme artmış. Raporda bu, “şikâyetten çok çözüme odaklanma” arayışı olarak yorumlanıyor.

Kadın ve erkeklerin yanıtları çok büyük biçimde ayrışmıyor ama kritik bir fark var:

Yıllar içinde “şiddete şiddetle karşılık verme” eğilimi, özellikle erkeklerde artmış durumda. Kadınlarda ise polise başvurma eğilimi yükselirken erkeklerde düşüyor.

Bu tablo bize ne söylüyor? Komşu kapısı değil, devlet kapısı: Toplum, hâlâ ilk çözüm adresi olarak komşuyu ya da aileyi değil, polis ve savcılığı görüyor. Kadınlar dayanışma ve kurum arıyor: Kadınlar, hem kolluğa hem sivil topluma yönelmeye erkeklerden daha eğilimli.

Bu, bir yandan umut verici: Şiddet, “ev içinde halledilecek” bir mesele olmaktan çıkıyor. Öte yandan komşu ve yakın çevre, dayanışmanın en hızlı halkası olması gerekirken hâlâ çok gölgede.

Şimdi en baştaki soruya raporun verileri ile tekrar dönelim:
Evlerde erkekler kadınlara şiddet uygularken komşular, yakın çevre ne yapıyor?

Bütün bunları yan yana koyduğumuzda komşuların büyük bir kısmı şunu yapıyor diyebiliriz:

Yani aslında tam da bu yüzden, bence bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, komşu cesareti.

Şiddete tanık olan yakın çevre için mesele “karışmak/karışmamak” ikilemi değil. Mesele, hayatta kalmaya çalışan birine yalnız olmadığını göstermek.

Raporun tamamını

© Bianet