menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kırılganlık, cesaret ve ihtimam: Kadınların 30 yıllık izleri

7 1
latest

Yıllar önce… Belki 20, belki 30. İki akademisyen aynı zamanda iki inatçı, iki ısrarcı kadın hakları savunucusu, düşüyor Cağaloğlu’nun dik yokuşlarına.

O zamanlar bütün gazeteler orada siyaset, medya, kavga, gürültü hepsi o sokaklarda. Kadınlar gazetelerin kapısını tek tek çalıyorlar tek bir amaçları var: 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için bir çağrı metni yayınlatmak.

Çoğu yerin kapısı yüzlerine kapanıyor. Sonunda Cumhuriyet’in kapısına gidiyorlar. O dönem yöneticiler iki erkek isteksiz, temkinli, “acaba?”larla bakan gözlerle. Akademisyenlerden biri bugün epey ünlü bir erkek gazeteci olan isme karşı net bir cümle kuruyor:

“Bu metni yayınlayacaksınız, yayınlamazsanız sonra hesap sorarız.”

Ertesi gün arka sayfada küçücük bir yer açılıyor metne. Üstelik başlığı: “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”. Kadınlar bu başlığa da kızıyor, “Her kadın emekçidir, niye ayırıyorsunuz?” Fakat yine de amaca ulaşıldığı için mutludurlar.

Ancak bir detay daha var. O da şu, 8 Mart haberinin hemen altında altında bir karikatür göze çarpıyor. Bir erkek ve bir kadın kol kola yürüyor. Kadının adımları başka bir yöne doğru gidiyor. Altında tek bir kelime yazmışlar: “Feminizm.”

Prof. Şube Aytaç’ın anlattığı bu hikâye, aslında Türkiye’nin hikâyesi. Kadınların ısrarının, inadının, mizahının, kapı kapı dolaşma cesaretinin hikâyesi.

Aytaç’ın yanında Cağaloğlu’nda gazetelerin kapısını çalan kişi de feminist hareketin asla unutmayacakları arasında ye alan Şirin Tekeli.

Aytaç’ı dinleme fırsatım, kadınların yıllardır sahadan sahaya, kapıdan kapıya dolaşarak büyüttüğü Uçan Süpürge Vakfı’nın 30. yılı için düzenlenen “Kadın Hareketinin Dünü, Bugünü, Yarını” konferansında oldu.

Konferansın açılışını Ayşe Ürün Güner yaptı. Konuşmasının başında “Bu odada yıllardır aynı hayali taşıyan kadınlarla yan yana olmak tarifsiz bir duygu” dedi. Uçan Süpürge’nin 30 yıllık yolculuğunu “tek bir kişinin değil, yüzlerce kadının emeği, hayali ve dayanışması” olarak tarif etti.

“Değişim büyük sözlerle değil, küçük bir dayanışma anıyla başlıyor” dediğinde salonun tamamı başıyla onayladı. Bu ülkede kadın dayanışmasının kaç kere hayat kurtardığını bilenler bilir.

Sözleri ilerledikçe, 30 yıllık yolculuğun hafızasını taşıyan ama artık aramızda olmayan kadınları andı. O an salona bir sessizlik çöktü feminist hafızanın acısı, özlemi ve gururu bir arada.

Ardından Prof. Dr. Yakın Ertürk kürsüdeydi. Guatemala’dan, Maya kadınlarının anlattığı “ilahi dişiliğe dönüş” hikâyesinden bahsetti. Feminist bir akademisyen olarak, önce bu anlatıya mesafeli oluşunu, sonra merakının ağır basıp araştırmalara dalışını anlattı. Maya kültüründeki kadınsı ve erkeksi enerjiler dengesi, internetin doğuşu, Covid döneminin tuhaf yakınlığı… Hepsi Ertürk’ün sözlerinde feminist bir eleştiriyle harmanlandı.

Sonra konu kadın hareketinin küresel hafızasına geldi. Pekin Konferansı, uluslararası insan hakları mekanizmaları, 16 Günlük Aktivizm… Kadınların dünyanın her yerinde tanıdığı o ortak dil: eşitlik. Fakat Ertürk uyarıyordu: Neoliberal politikalar feminizmi törpüledi, “gender” kavramı ataerki tartışmasını geriye itti, otoriter rejimler kazanımları hedef aldı.

Yani yol uzun ve hâlâ dikenli. Ama Ertürk’ün tarifiyle:
“Krizle ve dönüşümle iç içe geçen bu evre, feminist politikanın geleceğini belirleyecek.”

Prof. Dr. Yakın Ertürk, önemli bir noktaya daha dikkat çekti. Kürt Meselesi’nin çözümüne yönelik kurulan Komisyon’un kritik bir rol oynadığını, burada “Barışa İhtiyacım Var” Kadın İnisiyatifi’nin yaptığı sunumun ise çarpıcı bir etki bıraktığını anlattı. Sunumda Kürt illerinde yaşanan taciz ve tecavüz vakaları aktarılırken komisyonu dinleyen bazı erkek üyelerden “yok canım, olmaz, abartı, yalan” gibi homurdanmalara yükselmiş.

Ertürk, bu tepkinin kadınların yaşadığı şiddetin inkâr edilmesinin ne kadar köklü bir sorun olduğunu gösterdiğini belirtti ve Kürt Kadın........

© Bianet