menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İrlanda Büyükelçisi Brosnan: Barış süreçlerinde kadınların varlığı her şeyi değiştirir

9 0
19.11.2025

Uçan Süpürge Vakfı’nın 30. yılı kapsamında düzenlenen “Kadın Haklarının Dünü, Bugünü, Yarını” konferansında konuşan İrlanda’nın Ankara Büyükelçisi Clare Brosnan, hem kendi ülkesinin acılı fakat dönüştürücü kadın hakları mücadelesini hem de Türkiye’de gözlemlediği ortak yaraları ve umutları anlattı.

Brosnan, konuşmasında kadınların siyasal temsilindeki eşitsizliklerden, şiddetle mücadeledeki eksiklere; barış süreçlerinde kadınların dışlanmasından, kadınların kendi sözlerini yaratma gücüne uzanan geniş bir çerçeve çizdi.

Konuşmasının ardından bianet’e değerlendirmelerde bulunan Brosnan, iki ülkeyi birbirine bağlayan ortak noktayı şöyle özetledi:

“Her iki ülkede de yapılacak çok iş var ama kadınların görünürlüğü, umudu ve gücü ortak.”

Büyükelçi Brosnan, konuşmasının önemli bir bölümünü İrlanda’daki kadın hakları mücadelesinin göz ardı edilen dönemeçlerine ayırdı. Katolik Kilisesi’nin kadınların yaşamları üzerindeki uzun süreli etkisini hatırlattıktan sonra, kısa süre önce yaşamını yitiren Mary McGee’nin açtığı davanın ülke tarihinde yarattığı kırılmayı anlattı:

“Genç yaşta çok zor bir evlilik içinde olan Mary McGee, doktorundan doğum kontrol hapı alamadığı için mahkemeye başvurdu. O dönemin yasalarına ve Kilise’nin anlayışına tamamen aykırıydı ama McGee ve eşi davayı kazandı. Bu karar, kadınların bedenleri üzerindeki haklarına sahip çıkmaları açısından bir sembole dönüştü.”

Brosnan’a göre, Türkiye ile İrlanda arasında kadın hakları açısından pek çok benzerlik bulunuyor:

“Her iki ülkede de kadınların siyasette temsili hâlâ çok yetersiz. Ayrıca kadınlara ve aile içi şiddete dair sorunlar, hem Türkiye’nin hem İrlanda’nın ortak mücadele alanları. Bu alanlarda yapılması gereken çok şey var.”

İrlanda’nın AB’ye katılımının, kadınların iş gücüne katılımını nasıl dönüştürdüğünü anlatan Brosnan, Türkiye’ye yönelik doğrudan bir reçete vermekten kaçınsa da şu vurguyu yaptı:

“Kadınların eğitimde ve iş gücünde daha görünür olması toplumları güçlendiriyor. İrlanda'da bunun olumlu sonuçlarını gördük. Türkiye için bir reçete sunamam ama kadınların ekonomik hayata katılımının her toplum için çok değerli olduğunu söyleyebilirim.”

Brosnan, İrlanda barış sürecinin ilk yıllarında kadınların dışlandığını, ancak kadınların bu duvarı aşmak için kendi siyasi yollarını açtığını hatırlattı:

“Kadınlar, ‘Kadın Koalisyonu Partisi’ni kurarak müzakere masasına oturdu. Bu, Good Friday Anlaşması’nın oluşumunda önemli bir etki yarattı. Kadınların barış süreçlerinde aktif olması, toplumun gerçek ihtiyaçlarının masaya gelmesini sağlıyor.”

Son dönemde Diyarbakır’ı ziyaret eden Brosnan, kentteki kadın hareketine ve gençlere dair izlenimlerini heyecanla aktardı:

“Diyarbakır’da sivil toplumda ve özellikle gençler arasında kadınlar konusunda çok olumlu bir hava hissettim. Bu bana Türkiye’nin her kesimi için büyük bir fırsat olduğunu gösterdi. Umarım kız çocukları, erkek çocukları ve tüm Türkiye için barış ve eşitlik daha da güçlenir.”

Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü yaklaşırken Brosnan, sessizliğin kendisinin de bir şiddet biçimi olduğunu vurguladı:

“Geçmişte bu konunun konuşulmaması, aslında sorunun bir parçasıydı. Kadına yönelik şiddet konusunda ne kadar çok konuşur, anlar ve kolektif çözümler üretirsek o kadar ilerleriz. Diyalog ve açıklık hayati.”

Mary McGee, İrlanda’da 1935 yılında yürürlüğe giren ve doğum kontrol araçlarının satışını/ithalatını yasaklayan bir yasaya karşı dava açtı.

Kendisinin hamileliği sırasında ciddi sağlık sorunları olmuştu; doktoru bir daha hamile kalması halinde hayatının tehlikede olduğunu belirtmişti.

McGee ve eşi, İngiltere’den diyafram ve sperm hücrenini yok eden jeli sipariş ettiler, ancak gümrükte el kondu. Bunun üzerine dava açıldı.

19 Aralık 1973’te McGee v The Attorney General davası sonucunda İrlanda Yüksek Mahkemesi, evli çiftlerin doğum kontrolünde karar verme hakkının anayasal olarak korunması gerektiğine hükmetti (oy hakkı 4-1).

Bu karar, İrlanda’daki toplumsal dönüşümün önemli bir kıvılcımı sayılıyor; kadınların bedensel özerkliği, mahremiyet hakları ve devletin aile içi kararları üzerindeki düzenleyici rolüne dair tartışmaların önünü açtı.

McGee’nin hayatının kaybetmesi üzerine İrlanda genelinde “modern İrlanda’nın kahramanlarından biri” olarak anıldı.

(EMK)

“Süreç, toplumsal hafızanın cesurca yüzleşmesini gerektirir”

*“Bir yüzyılı daha heba etmeyelim”

* “Kalıcı ve onurlu barış mümkündür”

*“Barış ve demokrasi halkın geleceğidir”

*“Toplumsal rıza üretmek için onarıcı adalet şart"

*"Batılı ülkeler bize gösterdikleri “şefkat ve üzüntülerini” şimdilerde CHP’ye gösteriyorlar."

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) eski Eş Başkanı, mahpus Kürt siyasetçi Leyla Güven, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü öncesinde Sincan Cezaevi’nden sorularımızı yanıtladı.

Güven, cezaevinden gönderdiği kapsamlı değerlendirmelerde 1990’lardan bugüne Kürt meselesinin seyrini, kadın hareketinin dönüştürücü gücünü, cezaevlerindeki kadın emeğini, toplumsal barış arayışını ve devlet politikalarının yarattığı tarihsel tahribatı anlattı.

Sözlerinin daha en başında, hem kişisel hem siyasal bir kırılma anı olan açlık grevi dönemine dönüyor ve o günlerde taşıdığı sorumluluk duygusunu şöyle ifade ediyor:

“Eylem boyunca kendime hep şunu sordum. Neden ben değil de onlar diye sordum.
Oysa ben demiştim, mücadelemizin en ağır yükünü hep gençler taşıdı, bu kez de ben anne, kadın siyasetçi olarak bu yükü ben taşıyayım, önde olayım, onların yerine bedeli ben sırtlanayım ama olmadı.
Hepsini saygıyla, minnetle anıyorum.”

Güven’in bu sözleri, yalnızca bir siyasetçinin kişisel deneyiminin değil, aynı zamanda bir halkın ve özellikle kadınların kuşaklar boyu sürmüş direniş çizgisinin de özeti niteliğinde.

Onun anlatısında hem 1990’ların karanlığı hem bugünün çoklu krizleri hem de geleceğe dönük kararlı bir barış çağrısı yan yana duruyor.

1990’lı yılların Kürt halkı üzerindeki etkilerini nasıl tarif edersiniz?

1990’lı yıllar Kürt sorununun çözümsüzlüğünde ısrar eden kesimlerin devleti rutin dışına çıkardığı, hak, hukuk ve yasaların askıya alındığı, vatan millet naralarıyla her türlü baskının, zulmün halka uygulandığı yıllardı.
Bugün hangi eve gitseniz ak saçlı bilge nene ve dedelerimiz o karanlık günleri tek tek anlatırlar, zira kendileri o günlerin canlı tanığıdırlar.

O dönem tüm bu karanlığa rağmen halkın tutumu nasıldı, korku mu yoksa direniş mi öne çıktı?

Buna rağmen halkımız korkup geri çekilmek yerine meydanlara ve partimize akın etti, inanılmaz serhildanlar (direniş) yaşandı.

Yıkılan köylerdeki insanlar metropollere göç etmek zorunda kaldı, geldikleri kentlerde ilk sordukları adres siyasi partimiz oldu. 90’lar vahşetini yaşayanlar elbet geriye çekilmezdi. Dünyanın neresine gitmiş olursa olsun mutlaka örgütlü yapıya dahil oldu. Tarihe 1990 karanlığı olarak geçen bu dönemin yarattığı travmalar hâlâ sağaltılmayı bekliyor.

Bugüne geldiğimizde, o dönemden miras kalan tablo ile bugünkü krizleri nasıl ilişkilendiriyorsunuz?

Bugün barış ve çözüm için çabalayanların öncülüğünü Cumartesi Anneleri ve Barış Anneleri yapıyor, çünkü onlar o sürecin en yananlarıdır. Ancak Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümüne dair mücadelesinde maalesef değişen fazla bir şey olmadı. Gelinen noktada ülkede neredeyse yolunda giden bir şey yok. Çoklu krizler yaşanıyor, ekonomik sorunlar var.
Adaleti önceden mumla arardık, ancak şimdi karanlıkta adaleti aramak için mum da arıyoruz.
Gelişmişlik farkı ve gelir dağılımındaki eşitsizlik her geçen gün artıyor, kentlerde uyuşturucu kullanma yaşı 10’lara düşmüş durumda.

Bu krizlerin temelinde Kürt sorununun çözülmemiş olmasının payını nasıl görüyorsunuz?

Elbette bunların tek nedeni çözülmeyen Kürt sorunu değil, başka sorunlar da var.
Ancak biz Kürt sorununu çözen bir ülkede kalkınmanın, refahın, huzurun, eşitliğin ve hukuksuzluğun daha hızlı giderilebileceğini biliyoruz. Kendisi ile barışık, halkı ile barışık ülke mümkündür. Bunu da hep birlikte inşa edeceğiz.

Sizce devletin Kürtlere yönelik tarihsel yaklaşımının temel çizgisi nedir?

Yıllardır yaşananların başında gelen uygulamalar şunlardı: Kürt aydını, yazar, sanatçı, siyasetçi, doktor, hemşire, öğretmen ve daha niceleri ya gözaltına alınarak ya da faili meçhullerde katledildi.
1960’lardan itibaren başlayan süreçte halkın iradesi yok sayılıp baskı politikaları dayatıldı.
Bu süreçlerde faili meçhuller, köy boşaltmaları, yakmalar, gözaltılar, işkenceler ve Kürtçe konuşulan her alanın yasaklanması gibi ağır baskılar........

© Bianet