menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Görünmezliğin ve korkunun ötesinde bir kimlik mücadelesi

10 0
20.05.2025

Suriye’de 2011 yılında başlayan iç savaş, milyonlarca insanı yerinden etti, kentleri harabeye çevirdi, toplumsal yapıyı parçaladı. Bu yıkımın en ağır faturasını ödeyen topluluklardan biri de Arap Alevileri oldu. Hem kimliklerinden dolayı hedef oldular, hem de Esad rejimiyle özdeşleştirildikleri için suçun ve düşmanlığın odağına konuldular. Türkiye’de yaşayan Arap Alevileri ise bu süreci sadece endişeyle değil, aynı zamanda kimlik, aidiyet ve dayanışma arayışıyla karşıladı.

Suriye’nin Lazkiye kentinden Hüseyin*, savaşın ve mezhep temelli ayrımcılığın ne demek olduğunu iliklerine kadar hissetmiş biri. 14 yıl süren çatışmalar sırasında hem malını hem güvenliğini kaybetmiş:

“Evime baskın yapıp arabamı gasp ettiler. Kızım o korkunç anları donup kalarak izledi. Bu görüntü aklımdan çıkmıyor.”

Arap Alevi kimliğinin savaşla birlikte hedef haline getirildiğini belirtiyor Hüseyin:

“Alevi olmak, Hz. Ali ve Ehlibeyt’in izinden yürümek demek. Ama biz Beşar Esad’ın yaptıklarının sorumlusuymuşuz gibi gösterildik. Oysa Esad rejimi sadece Alevilere dayanmıyordu, destekçileri arasında Sünniler de vardı.”

Güvende olmadıklarını dile getiren Hüseyin, ailesiyle birlikte günlerini korku içinde geçirdiklerini anlatıyor:

“Akşam olur olmaz evimize kapanıyoruz. Sokağa çıkmak tehlikeli. Göç etmeyi düşünüyoruz ama nereye gideceğimizi, nasıl geçineceğimizi bilmiyoruz.”

Suriye’deki gelişmeler, Türkiye’de yaşayan Arap Aleviler üzerinde de derin izler bırakıyor. Mersin’de yaşayan Ece, ilk duyduğunda olayların ciddiyetini kavrayamadığını, ancak gerçekleri öğrendikçe tedirginliğinin arttığını söylüyor:

“Doğduğumdan beri kendimi Türk vatandaşı olarak biliyorum. Mezhebim farklı ama bu aidiyetimi değiştirmiyor. Yine de Arap Alevi olduğumuz için farklı muamele görüyoruz.”

Adana’dan Dilayla ise sosyal medyada gördüğü haberlerin ardından yaşadığı yalnızlığı şöyle anlatıyor:

“Bu şiddet medyada çok az yer buluyor. Destek veren az olduğu için yalnız hissediyoruz. Konuşmaktan çekinen çok insan var. Bazıları da ses çıkardığı konularda başka şeylere susmak zorunda kaldığı için vicdan azabı çekiyor.”

Her iki kadın da, Esad’ın Arap Alevi kimliğinin tüm bir topluluğa mal edilmesinden rahatsız. Dilayla, bu olayların hem mezhepsel hem politik boyutunun olduğunu belirtiyor:

“Bir insanın yaptığı yanlış tüm halka mal edilemez. Rejimle aynı kimliği taşımak, o rejimi desteklemek anlamına gelmez.”

Mersin’de faaliyet gösteren Kilikya Nehir Derneği’nin Yönetim Kurulu Üyesi Metin Solunoğlu, Suriye’deki Arap Alevilerine yönelik şiddeti “insanlık dışı” olarak nitelendiriyor:

“Oradaki masum insanlar öldürülüyor. Bu vahşeti gerekçelendirmek mümkün değil. Mezhepsel ve politik nedenlerin birleştiği bu süreçte, Aleviler dinsiz, imansız olarak görülüyor. Bu anlayış korkunç. O insanların da canı var, çocukları, anneleri var.”

Solunoğlu’na göre, Türkiye’de yaşayan Arap Aleviler için de tehdit algısı yüksek. Yine de devlete güven duyduklarını belirtiyor:

“Suriye’deki terör örgütleri ‘Arap Alevileri öldürün’ diye çağrılar yaparken biz burada nasıl rahat olalım? Ama biz Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşıyoruz, bayrağımıza bağlıyız, devletimize güveniyoruz.”

Kilikya Nehir Derneği olarak sınırda basın açıklamaları yaptıklarını, zincir yürüyüşleri düzenlediklerini ve yardım topladıklarını belirten Solunoğlu, devlet ve medya desteğinin yetersiz kaldığını söylüyor:

“Devletin bu zulme sessiz kalmaması gerekiyor. Bu insanlar aç, çocuklar okula gidemiyor, çorba içemiyor. Sadece Esad zulüm yaptı diye, başka bir zulümle karşılık verilmemeli. Zulüm kimden gelirse gelsin, lanetliyoruz.”

Suriye’deki savaşın gölgesinde hem fiziksel hem kimlik olarak hayatta kalmaya çalışan Arap Alevileri, Türkiye’de de benzer bir görünmezlikle mücadele ediyor. Mezhepsel önyargılar, politik etiketlemeler ve medyada yer bulamama sorunları, bu topluluğun varoluşunu daha da zorlaştırıyor.

Suriye’de kızının gözleri önünde yaşananları anlatan Hüseyin’in sözleri, bu korkunun boyutunu gözler önüne seriyor. Türkiye’de ise Ece ve Dilayla, kimliklerini açıklarken yaşadıkları endişeyi, yalnızlığı ve yanlış anlaşılmaları dile getiriyor. Hepsi, ortak bir talebi paylaşıyor: Görünür olmak.

Kilikya Nehir Derneği yetkilileri de devletin ve toplumun bu sese kulak vermesi gerektiğini vurguluyor. Yapılan eylemler, yardım kampanyaları ve açıklamalar, bir halkın yalnız olmadığını göstermek için.

Tüm bu anlatılar, Arap Alevilerinin sadece yaşamak değil, kimlikleriyle birlikte var olmak istediklerini ortaya koyuyor. Artık sessizlik değil, görünürlük istiyorlar.

(EK/Mİ)

“Bu mücadele çok ama çok ağır ve acılarla dolu.”

Bu sözler 2007’de oğlunu kaybeden Meksikalı Diana Iris García’nın dudaklarından zorla dökülüyor. Oğlunu kaybettikten sonra, Meksika’daki birçok anne gibi onu arama mücadelesine girişiyor. Oğlunun neşeli, konuşkan olduğunu söyledikten sonra, küçüklüğünden bu yana bisiklete binmeyi, dans etmeyi sevdiğini de ekliyor. Hangi anne evladını böylesi sözlerle tanımlamaz ki?

Sadece Meksika’da değil; Arjantin, Cezayir, Bosna Hersek, Lübnan’da da benzeri ağır anlatımlarla karşılaşmak mümkün. Oğlunun bulunduğunu düşündüğü bir toplu mezardan çıkarılan kemiklere adli tıp sürecini bekleyemeyen Iraklı bir anne, “Ben onu kokusundan tanırım” demişti.

Ve tabii Türkiye. Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın, zorla kaybedilen her bir yakınının hikayesini böylesi yürek burkan anılarla dinliyoruz. Berfo Ana, “Benim evladım gelir diye kapıyı bacayı açık bıraktım. Ay geçti, gün geçti, sene geçti, benim çocuğum gelmedi. Benim çocuğum ölmüşse, cenazesini bana versinler” diyordu. Hangi yürek dayanır bu sözlere?

Cumartesi Anneleri/İnsanları, 17-31 Mayıs Gözaltında Kayıplara Karşı Mücadele Haftası programını yayımladı. Hafta boyunca mezar........

© Bianet