İşbölümü, genel zekâ ve denetim: Makine Çağı (4)
“Makine Çağı” serimizin ilk üç bölümünde, kapitalizmin ortaya çıkışıyla birlikte hem kol emeğinin hem de zanaatkârların kuşaklar boyunca biriktirdiği beceri ve bilginin işbölümü aracılığıyla nasıl parçalanıp makinenin “ölü emeğine” hapsedildiğini izledik. İlk yazıda, mekanik dokuma tezgâhlarından hesap atölyelerine uzanarak, işbölümünün emeği nasıl basitleştirip zanaatkâr ustalığını parça işlere ve makine hareketlerine ayırdığını gördük; ikinci yazıda ise kendi okullarını, tartışma derneklerini ve gazetelerini kurarak hem emeğin vasıfsızlaştırılmasına hem de bilginin sermaye denetimine alınmasına karşı kolektif bir yanıt geliştiren Luddistlerden Çartist harekete uzanan işçi direnişini inceledik. Üçüncü yazıda da zaman çizelgeleri, nüfus istatistikleri, telgraf ağları ve delikli kart sistemleriyle sermayenin bu kolektif zekâyı nasıl sayılara, normlara ve otomatik denetim mekanizmalarına dönüştürdüğünü ele aldık.
Okuyacağınız bu son bölümde, tarihsel akışı Karl Marx’ın makine analizinin merceğinden yeniden kuruyoruz. Marx için makine yalnızca üretim kapasitesini artıran teknik bir araç değildir; bilginin mülkiyetini, emek süreçlerinin örgütlenişini ve sermayenin tahakküm biçimlerini kökten değiştiren somut bir toplumsal ilişkidir. Bu yazıda işbölümünün makineleşmeye nasıl zemin hazırladığını, makinenin denetimi nasıl teknik bir “zorunluluk” hâline getirdiğini ve Grundrisse’de beliren “genel zekâ” kavrayışının üretici güçler ile sermaye arasındaki çelişkiyi hangi düzlemlerde görünür kıldığını tartışacağız. Son olarak Marx’ın 19. yüzyılda kurduğu bu çerçevenin 20. yüzyılın üretim teknikleri için nasıl bir teorik ve siyasi zemin sunduğunu açığa çıkarmaya çalışacağız.
Adam Smith, Gaspard de Prony ve Charles Babbage’ın işbölümü üzerine geliştirdiği yaklaşımlar, kapitalist üretimde emek ile bilgi arasındaki ilişkiyi yeniden kuran kritik bir eşiğe işaret ediyordu. Adam Smith için iğne fabrikasındaki işbölümü, işçinin el becerisini artıran ve zaman kaybını önleyen bir verimlilik mucizesiydi. Ancak 19. yüzyıl sanayi üretimini analiz eden Charles Babbage için işbölümü, hızdan çok daha stratejik bir ekonomik yasaya dayanıyordu: emeğin değerinin analiz edilmesi, parçalanması ve düşürülmesi.
Matteo Pasquinelli’nin Harry Braverman’a atıfla “Babbage İlkesi” olarak detaylandırdığı bu yaklaşıma göre, işi parçalamak sadece üretim hızını artırmaz; her parça için gereken beceri ve gücü de tam olarak ölçülebilir kılar. Babbage’ın formülasyonuyla, işbölümü olmasaydı en basit işlem için bile en yetenekli (ve dolayısıyla en pahalı) işçiyi istihdam etmek gerekirdi. Oysa iş süreci en küçük parçalarına ayrıldığında sermaye, yüksek ücretli “usta” yerine, sadece o küçük parçayı yapacak kadar becerisi olan daha ucuz emeği -kadınları, çocukları veya vasıfsız işçileri- tam ölçüsünde satın alabilir.[1] Böylece işbölümü, zihin emeğini (planlama ve tasarım) fiziksel emekten (icra) ayıran, işçinin pazarlık gücünü kıran bir “değer ayrıştırma” mekanizmasına dönüşür.
Bu tarihsel arka plan üzerinde yükselen Marx’ın analizi, tartışmayı teknik bir verimlilik sorunu olmaktan çıkarıp toplumsal bir ilişki düzlemine taşır. Marx’a göre makine, dâhi bir mucidin zihninde bir anda beliren bir icat değildir; işbölümünün içinden türeyen ve onun çelişkilerini somutlaştıran tarihsel bir sentezdir. Bu nedenle makineye dair ilk büyük müdahalelerinden birini Felsefenin Sefaleti’nde, Proudhon’a yönelttiği eleştiriyle yapar. Proudhon, işbölümünü emeğin parçalanması, makineyi ise bu parçalanmayı telafi eden “birleştirici” bir ilerleme olarak okur. Marx ise tam tersini savunur: Makine, işbölümünün karşıtı değil, onun mekanik bir sistemde cisimleşmiş hâlidir. Matteo Pasquinelli’nin Babbage üzerinden yeniden kurduğu formülasyon bu mantığı berraklaştırır: “[İşbölümü sayesinde] her tekil [emek süreci] tek bir basit aletin kullanımına indirgendiğinde, bu aletlerin tümünün tek bir hareket ettirici güç kaynağıyla etkinleştirilen birliği bir makine meydana getirir.”[2] Bu bakış açısından makine, tekil bir dehanın buluşundan çok, daha önce işbölümü içinde parçalanmış emek süreçlerinin tek bir mekanizma altında bir araya geldiği bileşik bir düzenek olarak görünür.
Grundrisse’ye gelindiğinde Marx işbölümünü makinenin tarihsel önkoşulu olarak tartışır. İmalathanede zanaatkârın bütünsel ustalığı, belirli hareket dizilerine ve tekrarlanan işlemlere çözülür; her işçi giderek “mekanik mahiyeti artan” bir ayrıntı işi yerine getirir. Bu çözülme, emek sürecini zihinsel olarak analiz edilebilir, adım adım tarif edilebilir ve belirli işlem dizileri hâlinde yeniden kurgulanabilir kılar. İşçinin elinin ve bedeninin hareketleri artık birbirinden ayrılabilen işlevler olarak düşünülebilir. Marx’a göre makine tam da bu noktada devreye girer; işçinin elindeki alet ve o aleti kullanma hüneri, soyutlanmış işlemler hâlinde makineye devredilir. Bilim ve mühendislik bu sürecin ilk hareket ettiricisi değil, işbölümünün çoktan ürettiği bu zihinsel soyutlamayı daha ileri bir bileşkeye taşıyan ikinci momenttir.
Marx, Kapital’de bu dönüşümü “Manifaktür” ve “Makineli Büyük Sanayi” arasındaki yapısal fark üzerinden somutlaştırır. Manifaktür döneminde işbölümü “öznel” bir nitelik taşır; üretim süreci parçalanmış olsa da, her bir parça iş hâlâ işçinin el becerisine ve fiziksel yeteneğine bağımlıdır. Ancak makineli büyük sanayiye geçildiğinde, işbölümü “nesnel” bir karakter kazanır. Üretim süreci artık işçinin yeteneğine göre değil, makinenin teknik gerekliliklerine göre parçalanır. Marx, manifaktür tipi işbölümünü “zanaatçılık faaliyetlerini parçalarına ayırma, emek araçlarını özelleştirme, parça işçiyi (Teilarbeiter) oluşturma, bunları bir toplam mekanizma içinde gruplara ayırma ve birleştirme” süreci olarak tanımlar.[3] Bu süreçte işçi, üretim sürecinin bütününü kavrama yeteneğini kaybeder. Bir yandan her işçi yalnızca tek bir ayrıntı işle sınırlanır; öte yandan bu ayrıntıların toplamı, artık tek tek işçiler tarafından değil, sermayenin komutası altındaki bir üretim düzeni tarafından kontrol edilen bir “mekanizma” hâline gelir. İşçi, aleti kullanan özne olmaktan çıkar, makine sistemine hizmet eden bir eklentiye dönüşür.
Bu noktada Marx’ın tartışması, yalnızca ustalığın çözülüp “parça işçi”nin ortaya çıkmasıyla sınırlı kalmaz. İşbölümü, tek tek işçilerin elinden alınan becerilerin ve bilgilerin üretim sürecinin bütününe yayıldığı yeni bir toplumsal figüre -ileride ele alacağımız “toplam işçi”ye (Gesamtarbeiter)- doğru ilerler. Bu nedenle, bilgi ile emek arasındaki bağ Marx’ta bireysel ustalıkla değil, işbölümüyle çözülüp yeniden örgütlenmiş kolektif emek süreçleriyle kurulur. Pasquinelli’nin de vurguladığı gibi, Marx burada klasik “zihin emeği” tartışmasını tersyüz eder: Bilginin kaynağı ayrıcalıklı bir beyin gücü değil, dağıtılmış ve parçalanmış toplumsal emektir.
Marx’ın işbölümü tartışması bu yüzden yalnızca üretimin teknik örgütlenişine dair bir açıklama değil, makinenin soykütüğünü çıkarma çabası olarak da okunabilir. İşbölümü, zanaatkârın ustalığını parçalara ayırarak emeği basitleştirir ve denetlenebilir kılar; aynı anda bu parçalanmış emeği planlanabilir, hesaplanabilir ve nihayetinde tek bir üretim mekanizması içinde yeniden birleştirilebilir hâle getirir. Makine burada, işbölümünün ürettiği bu soyutlamaların yoğunlaşmış biçimi olarak belirir. Yazının devamında bu yoğunlaşmanın fabrikanın içindeki denetim ilişkilerini ve emek üzerindeki siyasi tahakkümü nasıl örgütlediğini ve pekiştirdiğini göstermeye çalışacağız.
Kapitalist üretim sürecinde denetim, Marx için iş organizasyonuna eşlik eden teknik bir ayrıntı ya da basit bir yönetim tercihi değil, sermaye ilişkisinin bizzat kurulma ve yeniden üretilme biçimidir. Emek süreci, işbölümü yoluyla parçalanıp makinenin bünyesine aktarıldığında, sermayenin üretime egemen olması artık yalnızca mevcut emek sürecini, üretim araçlarının mülkiyetine dayanarak sermayenin yönetimi altına almakla (biçimsel boyunduruk) yetinmez; emek sürecini baştan sona planlayıp hızını ve ritmini dışsal bir güç olarak belirlemekle de (gerçek boyunduruk) egemenlik kurar. İşbölümünün fabrikadaki uygulanışı tam da bu nedenle denetim mekanizmalarıyla iç içe geçer; birbirine bağımlı yüzlerce kısmi işin kesintisiz ve hatasız akabilmesi için, her işçinin yalnızca kendi görevini değil, bütünün temposunu dayatan sisteme mutlak bir uyum göstermesi gerekir.
Marx, Kapital’in “Makineler ve Büyük Sanayi” bölümünde fabrika rejimini, üretim ilişkilerinin geçirdiği yapısal dönüşüm üzerinden tarif eder. Fabrika, artık zanaatkârın alet üzerindeki hâkimiyetinin sürdüğü bir alan değildir; burası, işçilerin hareketlerinin makinenin tekdüze hareketine uyarlandığı “büyük otomat”ın egemenliğindeki bir mekanizmadır. Marx, bu örgütlenmenin işçi üzerindeki etkisini anlatırken, fabrika yönetmeliğinin “kışla disiplini”ni andıran bir rejim yarattığını belirtir. Bu rejim, işçileri gözetim işlevine göre böler ve bu ayrımı askerî bir hiyerarşiye taşır: “Sıradan sanayi erleri” ve bunların başında komuta eden “sanayi astsubayları” (iş gözcüleri, ustabaşılar).[4] Bu hiyerarşinin temel işlevi siyasidir: Emeğin yoğunluğunu artırmak ve işçinin iradesini makinenin iradesine tabi kılmak.
Bu çerçevede fabrika disiplini, Marx açısından emeğin sermaye tarafından gerçek boyunduruk altına alınmasının en görünür biçimlerinden biridir. Bir yandan, makineli üretimin gerektirdiği hassas koordinasyon sağlanır ve yüzlerce işçinin senkronize çalışabilmesi mümkün kılınır. Diğer yandan, tam da bu teknik zorunluluğa dayanarak işçinin bedeni ve zamanı sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden şekillendirilir. Makine, işçiden bağımsız bir hızla çalıştığı için, işçiyi kendi hareketlerine uymaya zorlar. Bu noktada üretim sürecinde, alet ile işçi arasındaki ilişkide kritik bir tersine dönme yaşanır. Marx’ın belirttiği gibi; artık alet işçiye hizmet etmez, aksine makine işçiyi kendisine hizmet ettirir. İşçi, aleti kullanan özne olmaktan çıkarak makine sisteminin “canlı bir eklentisi” hâline gelir.[5] İşgünü mücadelesinin Kapital’de bu kadar merkezi bir yer tutmasının nedeni de budur; işgününün sınırlandırılması, fabrika disiplininin yaşamın tamamını kuşatan bu temposuna karşı kolektif bir sınır çekme girişimidir.
Denetimin hukukî ve kurumsal boyutu ise sermayenin “Fabrika Yasaları” ve iç yönetmelikler aracılığıyla kurduğu doğrudan gözetim rejiminde somutlaşır. Fabrika yönetmeliği, işçinin hangi saatte makinenin başında olacağını ve işi aksattığında ne tür cezalarla karşılaşacağını ayrıntısıyla belirler. Marx, bu yönetmeliklerin kapitaliste fiilen özel bir yasama yetkisi verdiğini ve bu sayede işçiler üzerinde kendi otokrasisini kurduğunu vurgular. Toplumun geri kalanında burjuva hukuku ve sözleşme özgürlüğü geçerliyken, fabrika duvarları arasında kapitalistin mutlak yasakoyucu olduğu bu otokrasi hüküm sürer.[6] Görünüşte işin teknik gereklerinden ibaret olan kurallar, aslında itaatin ve hiyerarşinin cezai çerçevesini oluşturur.
Matteo Pasquinelli’nin “Patronun Gözü” kavramı, bu çerçevenin teknik soykütüğünü genişletir. Pasquinelli, fabrikadaki denetim rejiminin köklerinin yalnızca sanayide değil, plantasyonlardaki köle denetiminde ve Panoptikon hapishanelerinde yattığını hatırlatır.[7] Ancak makineyle birlikte “Patronun Gözü”, artık sadece ustabaşının fiziksel bakışında değil, üretim çizelgelerinde, hız göstergelerinde ve buhar kazanının basıncında cisimleşir. Burada gözetim, ustabaşının keyfiyetinden çıkarak makinenin teknik işleyişine gömülür; işçi artık patronun gözünden kaçabilir ama makinenin hızından kaçamaz.
Marx’ın “sanayi ordusu” analizi de bu bağlamda salt bir benzetme olmanın ötesine geçerek yapısal bir gerçekliği ifade eder. Disiplinin amacı, yalnızca üretimi sürdürmek değil, işçilerin ortak çalışmadan doğan kolektif güçlerini bölmektir. Sermaye, tarihsel olarak işçilerin direnişini kırmak için makineyi bir silah olarak kullanmıştır. Marx, Kapital’de dönemin sanayicilerinden alıntılarla, grevleri etkisiz hâle getirmek için nasıl yeni makineler icat edildiğini belgeler: “İşçilerin sermayenin otokrasisine karşı belirli aralıklarla giriştikleri ayaklanma, grev vb. hareketlerini ezmekte, makine, en güçlü savaş aracı olur”.[8]
Dyer-Witheford, Kjøsen ve Steinhoff ise bu tarihsel hattı günümüze taşır. Onlara göre yapay zekâ ve otomasyon, Marx’ın tarif ettiği bu savaşın 21. yüzyıldaki devamıdır. Sermaye, ne zaman emeğin “itaatsizliği” veya maliyet artışıyla karşılaşsa, insan emeğini devreden çıkaracak veya onu daha sıkı kontrol edecek, bugün algoritmik yönetim biçimini alan yeni teknolojilerle yanıt verir.[9] Denetim bu yüzden yalnızca verimlilik tekniği değil, sınıf mücadelesini işyerinin içinde bastırmanın, toplumsal zekâyı sermayenin komutası altında tutmanın aracıdır. Bu noktadan sonra Marx’ın tartışmasını denetim ile bilgi arasındaki bağ üzerinden sürdürebiliriz. Makinenin temposu, işgününü ölçen cetveller,........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
John Nosta
Daniel Orenstein
Beth Kuhel