menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Filistin’de dijital sömürgeciliğe karşı direniş

9 9
06.11.2025

İsrail’in yerleşimci sömürge rejimi, Filistin topraklarında yalnızca insanları, sınırları ve kaynakları değil; iletişimi, bilgiyi ve dijital altyapıyı da doğrudan denetim altında tutmaya çalışıyor. “Üretici Güçten Yıkıcı Güce: Filistin’de Dijital Sömürgecilik” başlıklı bir önceki yazımızda, dijital sömürgeci bu yapının nasıl işlediğini üç temel düzlemde incelemiştik: iletişim altyapısının İsrail denetiminde tutulması, gözetim teknolojilerinin Filistinliler üzerinde sistematik biçimde kullanılması ve çevrimiçi ifade alanlarının daraltılması.

Okuyacağınız bu yazı ise dijital sömürgeciliğe karşı geliştirilen farklı direniş biçimlerine odaklanıyor.[1] Elbette, yerleşimci sömürgecilik ve apartheid rejimi tamamen son bulmadan bahsedeceğimiz bu pratiklerin etkisi de sınırlı. Ancak yerleşimci sömürgeciliğin duvarlarında açılan her bir gedik mücadele zeminini genişletmeye devam ediyor.

Filistin’de dijital sömürgeciliğe karşı mücadele, donanım ve iletişim altyapısı söz konusu olduğunda en çetin hâlini alıyor. İsrail, Filistin topraklarındaki telekomünikasyon ve internet ağlarını sıkı biçimde denetimi altında tutuyor. Oslo Anlaşmaları’yla 1990’larda bazı yetkiler kısmen Filistin Yönetimi’ne devredilmiş olsa da İsrail altyapının kritik unsurları üzerindeki denetimini hiçbir zaman bırakmadı. Bu durum, Filistin’de bağımsız bir dijital ağın gelişmesini engelledi; İsrail’e ise kitlesel gözetim uygulamalarını sürdürme ve Filistinlilerin dijital haklarını kısıtlama olanağı sağladı. Altyapı üzerindeki bu tahakküm, Filistin topraklarının farklı bölgelerinde farklı biçimlerde işliyor.

Gazze’de İsrail, iletişim altyapısını hem teknik hem de siyasal yollarla denetliyor; bu altyapı, aynı zamanda saldırıların doğrudan hedefi hâline geliyor. Ekim 2023’te başlayan saldırı süreciyle birlikte bu müdahaleler daha da yoğunlaştı: Elektrik santralleri, baz istasyonları, fiber hatlar ve medya merkezleri sistemli biçimde vuruldu. Gazeteciler de bu saldırılarda özellikle hedef hâline getirildi. Access Now’ın Kasım 2023’te yayımladığı analizde de bölgedeki internet bağlantısının yüzde 80’in üzerinde azaldığı raporlanırken, Associated Press’e göre Ağustos 2024 itibarıyla Gazze’deki toplam telekom altyapısının en az yüzde 70’i tahrip olmuş durumdaydı.[2][3]

Tüm bu yıkıma rağmen, Gazze’de yaşayanlar uzun süredir iletişim üzerindeki bu ablukayı aşmak için yeni yöntemler geliştiriyor. Ekim 2023 sonrasındaki ağır saldırı koşullarında bile bu direniş kesilmedi: eSIM bağış kampanyaları, taşınabilir hotspot cihazları, telsiz sistemleri ve komşu ülkelerden yakalanan mobil sinyallerle yeniden bağlantı kurulmaya çalışıldı.

Ekim 2023’teki büyük iletişim kesintisinin hemen ardından Gazze’yi dünyaya yeniden bağlamak için uluslararası bir kampanya doğdu. Mısır’dan Lübnan’a, Avrupa’dan Amerika’ya uzanan gönüllüler, eSIM teknolojisi üzerinden Gazze’deki insanlara internet erişimi sağlamak için seferber oldular.[4] Diasporadaki Filistinliler ve dünyadaki destekçiler kendi ülkelerindeki operatörlerden eSIM paketleri satın alıp QR kodlarını Gazze’ye ulaştırdılar. Bu dayanışmanın en görünür örneklerinden biri Kahire merkezli gazeteci Mirna El Helbawi’nin başlattığı #ConnectingGaza kampanyası oldu. El Helbawi, 28 Ekim’de X üzerinden yaptığı çağrıyla, bireyleri eSIM paketleri satın alarak bunlara ait QR kodları Gazze’deki insanlarla paylaşmaya davet etti.[5]

Kampanya kısa sürede küresel bir dayanışma hareketine dönüştü. El Helbawi’nin açıklamalarına göre Aralık 2023 ortası itibarıyla 94 farklı ülkeden gelen bağışlarla 1,25 milyon dolar değerinde eSIM gönderildi; bu sayede 50.000’den fazla Gazzeli yeniden internete bağlanabildi.[6] Bağışçılar, kendi ülkelerindeki mobil operatörlerden eSIM paketleri satın alıyor, bu paketlere ait QR kodları El Helbawi’ye e-posta veya mesaj yoluyla iletiyordu. El Helbawi ve gönüllü ekibi bu kodları Gazze’de internete hâlâ sınırlı erişimi olan kişilere ulaştırıyor, ardından bu kişiler kodları kullanarak çevrelerindeki telefonlara da bağlantı sağlıyordu.

*Mirna El Helbawi’nin X üzerinden eSIM çağrısı.

#ConnectingGaza kampanyasının yanı sıra başka inisiyatifler de gelişti. Ürdün merkezli Gaza Online gönüllü grubu, bağışlanan eSIM’leri doğrudan ihtiyaç sahibi ailelerle eşleştiriyor ve WhatsApp üzerinden teknik destek sağlıyor. Ayrıca dijital hak örgütü 7amleh gibi kuruluşların da katılımıyla oluşturulan #ReconnectGaza kampanyası, yalnızca eSIM bağışlarını değil; uydu interneti, acil iletişim istasyonları ve mobil bağlantı çözümlerinin Gazze’ye ulaştırılması için uluslararası baskı çağrıları yapmayı sürdürüyor.

Gazze’de internet bağlantısını yeniden kurmaya yönelik en önemli çabalardan biri, İtalya merkezli Associazione di Cooperazione e Solidarietà (ACS) tarafından yürütülen GazaWeb projesinin geliştirdiği “ağ ağaçları” oldu.

Bu sistemin çalışma prensibi basit ama etkili: Sınır bölgelerinde hâlâ çekim gücü bulunan İsrail veya Mısır’a ait baz istasyonlarının sinyalleri, eSIM yüklü akıllı telefonlar aracılığıyla yakalanıyor. Bu telefonlar, sinyalin en güçlü olduğu binaların çatılarına veya yüksek direklere, su geçirmez kaplar içinde powerbanklerle birlikte yerleştiriliyor ve hotspot özelliğiyle çevreye kablosuz internet (Wi-Fi) sağlıyor. Böylece ortaya çıkan yapılar, halk arasında mecazî biçimde “ağaç” olarak adlandırılıyor; bu sistemleri kuran ve bakımını yapan gönüllüler ise “bahçıvanlar” olarak anılıyor.

2024 yılı başından itibaren GazaWeb ekibi, Gazze Şehri, Refah, Deyr el-Balah ve Cibaliye gibi farklı bölgelerde en az 15 erişim noktası kurmayı başardı. Ancak bu noktaların inşası ciddi güvenlik riskleri taşıyordu. Sinyalin güçlü olduğu bölgelerde çok sayıda kişinin aynı anda bağlanmaya çalışması, İsrail güçleri tarafından “şüpheli kalabalık” olarak görülerek saldırı gerekçesi addedilebiliyordu. 26 Haziran 2024’te Cibaliye mülteci kampında bir ağ ağacının yakınında toplanan sivillerin üzerine bomba atıldı; en az sekiz kişi yaşamını yitirdi. Euronews’a konuşan ACS proje koordinatörü Manolo Luppichini, bunun benzer nitelikteki üçüncü saldırı olduğunu ve Gazze’de internet bağlantısı kurmaya çalışırken hayatını kaybedenlerin sayısının 20’yi geçtiğini belirtti.[7]

Tüm bu saldırılara rağmen GazaWeb gönüllüleri çalışmalarını sürdürmekte kararlı. Son dönemde, insanların açık alanda hedef olmasını önlemek için “ağaç” sistemleri ev içine taşınmaya başlandı. Özellikle kadınlar ve çocukların sokaklara çıkmadan bağlantıya erişebilmesi amacıyla telefonlar balkonlardan ya da pencerelerden sarkıtılıyor; bu sayede 2-3 kilometre menzilli sinyaller iç mekânlara ulaştırılabiliyor.

Batı Şeria’da internet altyapısı Gazze kadar fiziksel olarak tahrip edilmemiş olsa da, dijital hareket alanı ağır biçimde kısıtlanmış durumda. İsrail, telekomünikasyon ağının tüm kritik bileşenlerini -frekans tahsisi, omurga erişimi, cihaz izinleri vb.- doğrudan denetimi altında tutuyor. Bu yapısal bağımlılık, Filistinli operatörlerin kendi ağlarını geliştirmesini engellediği gibi, kullanıcıları da sansürü aşmak ve bağlantıda kalmak için alternatif yollar aramaya zorluyor.

En yaygın yöntemlerden biri, İsrail operatörlerine ait SIM kartların kullanımı. Kapsama alanı ve bağlantı hızı açısından çok daha avantajlı olan bu kartlar, Batı Şeria’da yüz binlerce kişi tarafından tercih ediliyor. Reuters’ın verilerine göre 2016-2018 yıllarında bölgede 370.000 ila 500.000 arasında İsrail SIM kartı kullanıldı.[8] Bu durum, hem ekonomik hem de siyasi açıdan çelişkili bir tablo yaratıyor: Filistinliler, sömürgeci denetimin dayattığı kısıtlamaları aşmak için aynı denetim ağının ürünlerine başvurmak zorunda kalıyorlar.

Benzer biçimde, sınır bölgelerinde yaşayanlar da Ürdün şebekesinin sinyal taşmasından (“spillage”) yararlanarak alternatif bağlantılar kuruyor. Özellikle Eriha ve Şeria Vadisi çevresinde Ürdün mobil operatörlerinin sinyalleri zaman zaman Batı Şeria topraklarına ulaşıyor ve bu bölgelerde Ürdün SIM kartlarıyla bağlantı kurulabiliyor.[9]

Bölgedeki internet erişimi sistemli biçimde kısıtlanmış olsa da, radyo ve internet radyosu gibi alternatif iletişim araçları Filistinliler tarafından aktif biçimde kullanılıyor. Örneğin Ajyal Radio Network, Batı Şeria’nın farklı noktalarında 22 farklı frekansta yayın yapıyor: Ramallah’ta 103.4 MHz, Cenin’de 92.8 MHz, Eriha ve Ürdün Vadisi’nde ise 100.4 MHz üzerinden yayınlar sürüyor. Bu dağılım, coğrafi olarak erişim sınırlarına takılan topluluklar arasında radyo aracılığıyla iletişimi mümkün kılıyor. Bir diğer önemli örnek, kadınların sesi olmayı hedefleyen Radio Nisaa. Nisaa, kadın muhabir ağlarıyla haber akışını sağlıyor ve toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesinde kadınların sözünü büyütüyor.[10]

Radyo yayıncıları yalnızca geleneksel FM/AM bandında değil, internet tabanlı platformlar aracılığıyla da faaliyet gösteriyor. Örneğin Mart 2020’de Beytüllahim’de kurulan Radio Alhara, “marjinal” seslere alan açan bir internet radyosu olarak öne çıkıyor. COVID-19 döneminde “Sonic Liberation Front” başlığıyla 72 saatlik canlı yayınlar düzenleyerek uluslararası dayanışma ağlarıyla bağlantı kurdu.[11][12] Bu tür internet radyoları, bant genişliğinin sınırlı olduğu bölgelerde düşük hızlı bağlantılar üzerinden erişim sağlayarak iletişim sürekliliğini mümkün kılıyor.

Radyo ve internet yayıncılığı, dijital altyapının bilinçli olarak zayıf bırakıldığı sömürgeci denetim koşulları altında bilginin dolaşımını sürdürebilmek için geliştirilen esnek iletişim pratikleri olarak öne çıkıyor. Bağlantının kesildiği, mobil şebekelerin gözetim ya da frekans kısıtları nedeniyle kullanılamadığı anlarda, radyo hâlâ en güvenilir “ulaştırıcı” araç olmaya devam ediyor.

İşgal altındaki Filistin’de gözetim, gündelik hayatın her alanına sızmış bir denetim biçimi anlamına geliyor. İnsanlar, sürekli kayıt altında olduklarını bildikleri için sokakta sosyalleşmekten ya da kameraların gözetiminde protesto etmekten çekinir hâle geliyorlar.[13] Dijital hak örgütlerinin raporlarına göre Doğu Kudüs, El Halil ve Nablus, bugün dünyanın en yoğun kamera ağlarından bazılarına sahip durumda.[14]

Filistinliler, bu yaygın gözetimi boşa çıkarmak için hem teknik hem de yaratıcı yöntemler geliştiriyor. Yüz tanıma sistemlerini yanıltmak amacıyla maskeler, kefiyeler ve ışık yansıtıcı gözlükler kullanmak; kameraların kör noktalarını sprey boyayla veya lazer işaretçilerle geçici olarak kapatmak en sık başvurulan pratikler arasında yer alıyor.

Bir diğer strateji ise dijital mahremiyet araçlarına yönelmek. Gözetim risklerinin arttığı koşullarda birçok Filistinli, Meta’ya ait uygulamalardan uzaklaşıp uçtan uca şifreleme sağlayan alternatif mesajlaşma servislerine geçiyor. Saha gözlemleri, özellikle genç kullanıcıların Tor tarayıcı, VPN ve benzeri kimlik gizleyici araçları günlük yaşamlarının parçası hâline getirdiğini gösteriyor. Pek çok haber ve rapor Batı Şeria’da dijital hak savunucularının büyük bölümünün artık bu araçları “gündelik yaşam pratiği” hâline getirdiğini belirtiliyor.

Gözetim yalnızca veri trafiğiyle sınırlı değil. 2021 yılında, aralarında insan hakları örgütü çalışanlarının da bulunduğu çok sayıda kişinin telefonunda İsrailli NSO Group tarafından geliştirilen Pegasus casus yazılımı tespit edildi.[15] Bu vakalar, Filistinli sivil toplumun doğrudan hedef alındığını ve işgalin dijital boyutunun ulaştığı derinliği gözler önüne serdi.

İsrail ordusunun sahada kullandığı Blue Wolf ve Red Wolf adlı yüz tanıma uygulamaları, işgal altındaki şehirlerdeki nüfusun fotoğraflarını toplayarak devasa bir biyometrik veri tabanı oluşturuyor. Askerler, bu uygulamalar sayesinde kontrol noktalarında kişilerin kimliğini birkaç saniyede tarayabiliyor; uygulamalar “kırmızı”, “sarı” ve “yeşil” kodlarla kimin geçebileceğini ya da gözaltına alınacağını belirliyor. Buna karşılık Filistinliler, karşı-haritalama pratikleri geliştirerek gözetim sistemlerini tersine çevirmeye çalışıyorlar. Telegram kanalları üzerinden asker devriyelerinin konumları paylaşılıyor, kontrol noktaları işaretleniyor ve sürücüler alternatif güzergâhlara yönlendiriliyor.[16] El Halil ve Nablus çevresinde “kamera tespit” grupları, yeni yerleştirilen gözetim kameralarını fotoğraflayarak sivil toplum örgütlerine bildiriyor; bu veriler daha sonra açık kaynak haritalara işleniyor.

Uluslararası düzeyde de bu gözetim teknolojilerini sağlayan şirketlerden hesap sorma çabaları artıyor. Çin menşeli Hikvision ve Hollanda merkezli TKH Security gibi firmalar, Doğu Kudüs ve El Halil’deki yüz tanıma destekli gözetim ağlarının altyapısında yer alıyor.[17] İsrail’le bağlantılı bu şirketler, itibar kaybını önlemek için “insan haklarına duyarlı gözetim teknolojisi” gibi pazarlama söylemlerine ve yeniden markalaşma stratejilerine başvuruyor. Ancak pek çok dijital hak örgütü bu yaklaşımı “teknolojik aklama” olarak nitelendiriyor.[18]

Özgür Filistin anlatısını kurma mücadelesi, dijital sömürgeciliğe karşı geliştirilen en önemli direniş biçimlerinden birini temsil ediyor. Önceki bölümlerde aktardığımız gibi, Filistinliler bir yandan iletişim altyapısının sistemli biçimde yok edilmesine, diğer yandan gözetim teknolojileriyle kuşatılmalarına rağmen kendi ağlarını, kendi kelimelerini ve kendi hakikat rejimlerini inşa ediyorlar. Bu çabanın özü, yalnızca “bağlı kalmak” değil; aynı zamanda kimin, neyi, nasıl anlatacağına dair bir mücadele yürütmek. Gazze’den Ramallah’a, diaspora kolektiflerinden uluslararası dayanışma ağlarına kadar uzanan bu çaba, sansürün ve algoritmik sessizliğin ortasında kendi karşı-anlatısını üretmeye yöneliyor.

Filistin’in dijital varlığı uzun yıllardır sistematik biçimde bastırılıyor. Meta, X (eski Twitter), TikTok ve YouTube gibi platformlar, Filistinli kullanıcıların içeriklerini sıklıkla “şiddet içerikli” veya “terörist faaliyet” bağlantılı olarak işaretleyip kaldırıyor, görünürlüklerini azaltıyor ya da hesaplarını kapatıyor. 7amleh’in 2024 tarihli “Erased and Suppressed: Palestinian Testimonies of Meta’s Censorship” adlı raporu, 2023 sonrasında özellikle Gazze’yle ilgili içeriklerin silinmesi ve hesapların askıya alınmasıyla ilgili ciddi vakaları belgeliyor. Benzer biçimde, Sada Social’un dijital izleme raporları da, sosyal medya şirketlerinin yalnızca içerik kaldırmakla kalmayıp algoritmalar aracılığıyla Filistin lehine konuşan hesapları görünmez kılma -yani “gölge yasaklama” (shadow banning)- yöntemine başvurduğunu gösteriyor.

Bu koşullar altında Filistinli kullanıcılar, sosyal medyada “var olabilmek” için hem teknik hem kültürel stratejiler geliştiriyor. Platformların Filistin’le ilgili içerikleri orantısız biçimde kaldırdığına dair raporların ardından, kullanıcılar algoritmik sansürü aşmak için yaratıcı “algospeak” biçimleri kullanmaya başladılar.[19] Arapça ve İngilizceyi bilinçli biçimde karıştırmak, noktalama işaretlerini kaldırmak ya da kelimeleri bozarak yazmak (örneğin “Gazze” yerine “Gzz”, “Palestine” yerine “Plestn”) bu pratiklerin en yaygın örnekleri arasında. Big Data & Society dergisinde yayımlanan bir çalışma bu tür dilsel oyunları “algoritmik direniş”, yani dijital sömürgeciliğin dil düzeyindeki ihlallerine karşı bir karşı-yazım pratiği olarak tanımlıyor.[20] Bu bozuk yazımlar, yalnızca filtreleri atlatma aracı değil; aynı zamanda kimliği silinmek istenen bir halkın dijital varoluşunu sürdürme biçimi olarak da okunuyor.[21]

Taktiksel direnişin ötesinde, kurumsal düzeyde de karşı-sansür mekanizmaları oluşturuluyor. 7amleh tarafından geliştirilen “7or” adlı dijital hak ihlalleri gözlemevi, kullanıcıların maruz kaldığı sansür vakalarını sistematik biçimde belgeliyor. Her raporlanan içerik, hem istatistiksel hem de hukuki savunuculuk malzemesine dönüşüyor; bireysel deneyimler kolektif bir veri tabanına bağlanıyor. Sada Social da benzer biçimde sosyal medya şirketleriyle doğrudan iletişime geçerek haksız yere kaldırılan sayfaların yeniden açılmasını sağlıyor.

7amleh, Access Now ve SMEX gibi oluşumlar, teknoloji şirketlerinin uyguladığı sansür ve gözetim politikalarına karşı ortak açıklamalar yaparak Meta, Google ve Amazon gibi şirketleri şeffaflık ve hesap verebilirlik konusunda sorumlu tutuyor. Örneğin, artan kamuoyu baskısının ardından Meta, 2023 sonunda Filistin’le ilgili içeriklerin hatalı biçimde kaldırıldığını kabul etmek zorunda kaldı ve politikalarını “daha adil ve şeffaf hâle getirme” sözü verdi.[22]

Sahadaki gazeteciler ve yurttaşlar da bu dijital anlatının kilit aktörleri hâline geliyor. Eye on Palestine adlı bağımsız haber hesabı, 2014’ten bu yana Instagram ve X üzerinden sahadan içerikler yayımlıyor; milyonlarca takipçili bu hesap defalarca askıya alınarak sansürün doğrudan hedefi oldu. Institute for Middle East Understanding (IMEU) ise Filistinli gazetecilerden gelen görüntüleri doğrulayıp İngilizce infografiklerle küresel medyaya servis ediyor. Öte yandan, Filistinli doğrulama çabası Kashif, WhatsApp ve Facebook üzerinden yanlış bilgiyle mücadele eden bir Arapça doğrulama platformu olarak, dezenformasyona karşı “içeriden denetim” ağı kuruyor.

Sosyal medya mücadelesinin bir diğer boyutu, platformların doğrudan hedef alınmasıydı. 2021’de Şeyh Cerrah mahallesindeki zorla tahliyeler sırasında Filistinli kullanıcılar, Facebook ve Instagram’ın sansür uygulamalarına tepki olarak kitlesel bir kampanya başlattılar. On binlerce kişi bu uygulamalara bir yıldız vererek App Store ve Google Play’de puanlarını düşürdü; bu eylem, dijital sansürün küresel ölçekte görünür olmasını sağladı.[23]

Tüm bu örnekler, sosyal medyanın yalnızca bir propaganda alanı değil; aynı zamanda bir veri adaleti mücadelesinin cephesi hâline geldiğini gösteriyor. Filistinli dijital hak örgütleri, “dijital adalet” kavramını öne çıkararak ifade özgürlüğünü teknik şeffaflık ve hesap verebilirlik talepleriyle birleştiriyor.

Filistinlilerin anlatı mücadelesi yalnızca görünürlük elde etmeye değil, aynı zamanda hakikatin nasıl kanıtlandığına dair yürütülen bir bilgi savaşına dayanıyor. İsrail’in yüksek teknolojiyle görünmez kılmaya çalıştığı ihlalleri belgelemek, hem araştırmacı gazetecilik hem de dijital adli analiz yöntemleriyle mümkün hâle geliyor.

Bu hattın en önemli örneklerinden biri, araştırmacı gazeteci Yuval Abraham’ın 972 Magazine’da yayımladığı, bizim de hem çok faydalandığımız hem de bir kısmını Türkçeye çevirdiğimiz araştırmalar diyebiliriz. Abraham’ın ortaya çıkardığı “Lavender” ve “Habsora” adlı yapay zekâ destekli sistemler, İsrail ordusunun hedefleme süreçlerinde otomatikleştirilmiş ölüm kararları verdiğini belgeledi. Abraham’ın, Filistin’e yönelik dijital savaş altyapısını deşifre eden çalışmaları yalnızca bu iki sistemle sınırlı değil. Bu bağlamda Abraham İsrail’in teknoloji stratejilerinde dev şirketlerle kurduğu ilişkileri de ortaya koyan bir dizi ifşaya imza attı. Yine yaptığı araştırmalar, Microsoft’un İsrail istihbarat birimi Birim 8200’ün altyapısına hizmet sağladığını ve bu işbirliği kapsamında Filistinlilere ait büyük çaplı verilerin analiz için depolandığını ortaya koydu. Abraham, aynı zamanda Amazon’un da İsrail Savunma Bakanlığı’yla ortak projeler geliştirdiğini ve Filistinlilerin gözetiminde rol oynayan platformlar arasında yer aldığını belgeledi.

Bu hattın adli-uzamsal ayağını güçlendiren en önemli kolektiflerden biri Forensic Architecture (FA). Londra’daki Goldsmiths Üniversitesi bünyesinde kurulan FA, uydu görüntüleri, açık kaynak videolar, 3B modelleme, akustik analiz ve zaman-mekân eşleştirmesi gibi yöntemleri bir araya getirerek Gazze’deki saldırıları ve diğer pek çok vakayı kanıta dayalı biçimde çözümlüyor.

FA’nın 2024 tarihli “Gazze’de İnsani Şiddet” raporu, İsrail ordusunun “güvenli bölge” ve “tahliye koridoru” söylemlerini sivilleri yeniden konumlandırma aracı olarak kullandığını ortaya koyuyor. Uydu görüntüleri, kuzeyden güneye zorla yönlendirilen nüfusun kısa süre içinde aynı bölgelerdeki bombardımanlarla hedef alındığını açık biçimde gösteriyor. FA’nın “Gazze’de Sağlık Altyapısının Yok Edilmesi” başlıklı çalışması da 28 hastanenin sistemli biçimde vurulduğunu belgeleyerek bu saldırıların “tali zarar” değil, sağlık sistemini çökertmeyi hedefleyen planlı bir strateji olduğunu ortaya koyuyor. Bir diğer çalışmaları “Yaşam İzi Yok: Gazze’de İsrail’in Ekokırımı (2023-2024)”, tarım alanlarının, seraların ve balıkçı barınaklarının sistematik biçimde hedef alındığını kanıtlıyor; ekolojik yıkımı Filistinlilerin yaşam koşullarının imhasıyla ilişkilendiriyor.

Bu çalışmaların bir devamı niteliğindeki FA incelemesi, Uluslararası Adalet Divanı’nda (ICJ) Ocak 2024’te görülen Güney Afrika’nın İsrail’e karşı açtığı “soykırım” davası sırasında sunulan görsel materyalleri mercek altına aldı. İsrail savunma heyetinin, Gazze’deki saldırılarını meşrulaştırmak için mahkemeye sunduğu harita, fotoğraf ve videolardan oluşan materyallerin çoğu “Hamas’ın sivil alanları askeri amaçlarla kullandığı” iddiasını desteklemek üzere hazırlanmıştı. Ancak FA’nın analizi, bu görsellerin önemli bir bölümünün manipüle edildiğini ortaya koydu: “roket rampası” olarak........

© Bianet