menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Dijital medyanın kuşatılması ve bağımsız gazeteciliğin hayatta kalma mücadelesi

13 43
24.07.2025

Bağımsız gazeteciliğin kaderi, uzunca bir süredir üretimlerinin niteliğinden veya okuruyla kurduğu bağdan ziyade Silikon Vadisi’ndeki birkaç dev şirketin keyfi ve denetimsiz kararlarına terk edilmiş vaziyette. Dijital platformların, bilgiye açılan birer “kapı” işlevi gören “arama motorları”ndan, yakın zamanda duyurulan ve yapay zekâyla beslenerek bilgiyi kendi içinde sunan “yanıt motorları”na evrilmesi, bu süreci geri dönülmez bir noktaya taşıyor. Bu dönüşüm, dijital müştereklerin çitlenmesinde son perdeyi temsil ederken bağımsız gazeteciliğin hem kamusal görünürlüğüne hem de hayatta kalma mücadelesine doğrudan bir darbe vuruyor.

Oysa tablo her zaman böyle değildi. Türkiye’de internetin son kullanıcıya yayıldığı ilk dönemlerde popüler bir slogan vardı: “İnternet özgürlüktür”. Gerek sistemi yürütenler gerekse muhalifler için her zaman kritik bir “rıza oluşturma” aracı olmuş olan medyanın topluma yön verme gücünün, çok düşük maliyetlerle herkesin yayıncılık yapabileceği bu yeni alana taşınacağı ve bunun gerçek anlamda bağımsız gazeteciliğin önünü açacağı düşünülüyordu. Ancak dijitalleşmenin getirdiği bu özgürlük vaadi, kısa sürede bir yanılsamaya dönüştü.

Dijitalleşmenin hâkimiyet kurduğu bu zamanda bağımsız, muhalif ya da alternatif, kendilerini nasıl adlandırdıklarından bağımsız birçok kurum ana akımın küçük kopyalarını yaratmaktan öteye gidemedi. Tıpkı bir zamanlar tencere-tava dağıtarak okur bulmaya çalışan gazeteler gibi, onlar da okur ile doğrudan bir bağ kurmak yerine Google algoritmalarını hedefleyerek SEO (arama motoru optimizasyonu) uyumlu haberler ile ayakta kalmaya çalıştı. Finansman modeli, okurdan değil, arama motorlarında daha çok görünür olup daha fazla reklam almaktan ibaret oldu.

Trafik ve reklam odaklı bu model, gazetecilik pratiğini de derinden yaraladı. Daha çok haber girmek ve ajanstan gelen içeriği herkesten önce yayımlamak gibi öncelikler, muhabirleri sahadan çekip masa başına hapsetti. Farklı sitelerden haber kopyalamaya ve ajanslara bağımlı kalmaya dayalı bu anlayış, birbirinin aynısı yayınları ortaya çıkardı. Bu kısır döngüde, formasyon sahibi deneyimli gazeteciler “yüksek maliyetli” görülürken, onların yerine fareyi hızla kullanabilen, mesleğe yeni başlayanlar tercih edildi.

Gelinen noktada haber siteleri arasında yüksek trafik yakalayabilenler artık bir süpermarket gibi çalışmaya başladı. Üretmek yerine farklı sitelerin haberlerini alıp kendi sitelerinde “...haberine göre” diye vermeyi tercih ediyordu. Ancak Google’ın yaptığı algoritma değişikliği her şeyi bir anda altüst etti.

1990’lı yıllarda internet kullanıcıları, aradıkları içeriğe ulaşmak için büyük ölçüde iki farklı yönteme bağımlıydı: Yahoo! gibi editörler tarafından manuel olarak kategorize edilen web dizinleri ve AltaVista ile Lycos gibi web’i otomatik tarayan ilkel arama motorları. Web dizinleri, o dönemin ilk haber siteleri ve forumları için temel görünürlük kaynağıydı. İnternetin bu editoryal yapısı, 1998’de Google’ın faaliyete geçmesiyle önemli ölçüde değişti. Google, web sitelerini popülerliklerine ve aldıkları bağlantıların niteliğine göre otomatik olarak sıralayan PageRank algoritmasını kullanarak bilgiye erişim yöntemlerini yeniden şekillendirdi ve kısa sürede baskın bilgi kaynağı hâline geldi. Bu teknolojik değişim, geleneksel medyanın işleyişini derinden etkiledi. Yüzyıllardır haber akışını kontrol eden matbu gazetecilik, okuyucuların anlık ve ücretsiz habere yönelmesiyle tiraj ve reklam gelirlerinde ciddi bir düşüş yaşadı. Ayakta kalmaya çalışan basın kuruluşları, hızla dijital dünyaya uyum sağlamak zorunda kaldı; önce web siteleri kurdular, daha sonra abonelik ve ödeme duvarı gibi yeni gelir modelleri denediler ve metin odaklı üretimlerini video ve podcast gibi multimedya formatlarıyla zenginleştirdiler.

Fakat bu yeni düzen, medyayı başka bir gücün yörüngesine soktu. Google, arama sonuçlarını sıralama kabiliyetiyle, hangi haberin kime, ne kadar ulaşacağını belirleyen modern bir “eşik bekçisi” konumuna geldi. Medya kuruluşları, görünürlük kazanmak ve hayatta kalmak için Google’ın sürekli değişen algoritmalarına uyum sağlamak zorunda kaldılar. Bu durum, “algoritmanın tiranlığı” olarak tanımlayabileceğimiz süreci başlattı. Artık editoryal kararlar, sadece haberin değeri veya kamu yararı gözetilerek değil, aynı zamanda algoritmanın önceliklerine göre optimize edilmiş anahtar kelimeler, başlıklar ve formatlar düşünülerek alınıyordu. Bu da gazetecilik önceliklerini SEO pratiklerine endeksleyerek editoryal bağımsızlığı aşındırdı. Google’ın bu pazardaki hâkimiyeti, kendi hizmetlerini ve zaten büyük olan medya devlerini kayırma potansiyeli taşıyarak küçük ve bağımsız yayıncılar için hayatta kalmayı zorlaştırdı ve sonuç olarak medyadaki ses çeşitliliğini de tehdit eder hâle geldi.

Bu algoritmik kontrolün olumsuz sonuçları, 2024’ün son aylarından itibaren Türkiye’deki bağımsız medya üzerinde belirgin bir şekilde görüldü. Çok sayıda bağımsız haber sitesi, Google’ın “Discover” (Keşfet) ve “News” (Haberler) gibi platformlarından gelen trafikte ani ve çok sert düşüşler yaşadığını bildirdi. T24, Medyascope, Diken, BirGün, Kısa Dalga, Artı Gerçek, Ekonomim, Gazete Pencere ve İlke TV gibi platformlar bu süreçten doğrudan etkilendiklerini ve Google’ın bu düzenlemesinin bir “ambargo” olduğunu belirten bir açıklama yayımladılar.[1] Google’ın yanıtı “yayıncılık yapmaya başlarken bize güvenmeyin” oldu. Bu noktada Google’ın uzun bir dönem Demirören grubunu fonlarla desteklediğini hatırlatmakta fayda var. Benzer şekilde, ana akım medyanın “muhalif” kanadında yer alan Halk TV gibi yayın organları da trafiklerinde ciddi kayıplar olduğunu duyurdu.[2]

Bu ani çöküş, reklam gelirlerinde önemli bir düşüşe sebep oldu. Aynı zamanda, Türkiye’de resmi ilanların dağıtımında bir kriter olarak trafik sayılarını dikkate alan Basın İlan Kurumu’ndan gelen potansiyel gelirleri de riske attı. Bu iki yönlü finansal baskı, zaten çeşitli zorluklarla uğraşan medya kurumlarının mali yapıları için ciddi bir tehdit oluşturdu. Medya kuruluşlarının temsilcileri, konuyla ilgili Google ile diyalog kurma girişimlerinin sonuçsuz kaldığını belirtti. Google yetkilileri ise yaptıkları açıklamalarda, “Haber ekosistemindeki kaliteyi artırmak adına bağımsız kurumlara büyüklerle rekabet edebilmeleri için fırsatlar sunuyoruz,” diyordu.[3]

Bu noktada, Google’ın algoritmasının çalışma prensipleri ile Türkiye’nin siyasi ortamı arasındaki kritik etkileşimi anlamak önemli. Google, algoritmasının teknik olarak tarafsız olduğunu belirtse de, bu sistemin temel mantığı, Türkiye gibi medyanın mülkiyet yapısının belirli gruplarda yoğunlaştığı ve siyasi kutuplaşmanın yüksek olduğu bir ülkede farklı sonuçlar doğurabiliyor. Google’ın kullandığı E-E-A-T (Deneyim, Uzmanlık, Otorite, Güvenilirlik) gibi “kalite sinyalleri”, bağımsız gazetecilerin çeşitli şekillerde “güvenilmez” olarak nitelendirildiği bir ortamda, iktidara yakın ve büyük holdinglere bağlı medya grupları lehine işleyebiliyor.

İktidar yanlısı medyanın sahip olduğu büyük kaynaklar ve resmî kurumlarca sıkça referans gösterilmesi, algoritma tarafından “otorite” ve “güvenilirlik” işareti olarak algılanabiliyor ve bu durum onların sıralamada yükselmesine neden olabiliyor. Buna karşılık, bağımsız medyaya yönelik olumsuz kampanyalar veya erişim engelleri, algoritma tarafından “düşük güvenilirlik” sinyali olarak yorumlanıp bu mecraların sıralamada gerilemelerine yol açabiliyor. Sonuç olarak, Google’ın küresel ölçekte uyguladığı teknik bir güncelleme, Türkiye’nin özgün medya ortamına uygulandığında, belirli yayınları desteklerken eleştirel seslerin görünürlüğünü azaltan fiili bir etki yaratabiliyor.

Google’ın algoritmik sisteminin etkileriyle karşılaşan bağımsız medya, şimdi de arama motorlarının işleyişindeki daha temel bir değişimle yüzleşiyor. Platformlar, kullanıcıyı bir bilgi kaynağına yönlendiren bir “arama motoru” işlevinden, sorulan soruya doğrudan yanıt üreten üretken yapay zekâ tabanlı bir “yanıt motoru” modeline geçiyor. Bu yeni yaklaşımda amaç, kullanıcıyı farklı bir web sitesine göndermek yerine arama sonuçları sayfasında tutmak. Google’ın “AI Overviews” (Yapay Zekâ Özetleri/Genel Bakış) adını verdiği özellik Mayıs 2024’ten itibaren ABD’de, sonrasında ise kademeli olarak diğer ülkelerde denenmeye başlandı.[4] Bu özellikle birlikte artık kullanıcı bir arama yaptığında, Google artık sadece ilgili bağlantıları (linkleri) listelemekle kalmıyor, aynı zamanda farklı sitelerden aldığı bilgileri sentezleyerek sayfanın en üstünde bir özet sunuyor. Bu durum, kullanıcının bir bağlantıyı tıklama ihtiyacını azaltarak “sıfır tıklama” (zero-click search) olarak bilinen olguyu yaygınlaştırıyor.

Yapılan ilk analizler, bu yeni özelliğin yayıncıların trafiği üzerinde önemli etkileri olduğunu gösteriyor. Bir arama sonucunda yapay zekâ özeti gösterildiğinde, en üst sıradaki organik sonucun tıklanma oranının (CTR) yüzde 34,5 ile yüzde 60 arasında düştüğü belirtiliyor.[5][6] Örneğin İngiliz gazetesi Mail Online’ın SEO birimi, Google’ın yapay zekâ özetleri belirdiğinde kendi sitelerine gelen tıklamaların masaüstünde yüzde 56,1, mobilde yüzde 48,2 oranında azaldığını ortaya koydu. Hatta Mail Online yetkilileri, spesifik bir aramada (örneğin “Noor Alfallah news” gibi bir sorgu) kendilerinin Google’da birinci sırada olmalarına rağmen, yapay zekâ özeti gösterildikten sonra ilgili habere gelen tık sayısının 6.000’den 100’e düştüğünü belirterek bu etkinin “şok edici” boyutta olduğunu vurguladılar.[7] Benzer şekilde, eğitim platformu Chegg, Google aramalarına entegre edilen yapay zekâ yanıtları nedeniyle sitelerinin trafiğinde yüzde 49’a varan düşüşler yaşandığını açıkladı.[8] Şirket, arama motorunun artık kendisine yönlendirmediği kullanıcılar yüzünden abonelik tabanlı iş modelinin sarsıldığını ve bu gidişat sonucunda kendisini satma veya özel bir şirkete dönüşme gibi seçenekleri dahi değerlendirmek zorunda kaldığını duyurdu.

Web sitesi trafiklerindeki bu denli büyük bir düşüş, dijital haberciliğin temel taşı olan reklam gelir modelini doğrudan tehdit ediyor. Çünkü daha az site ziyareti, kaçınılmaz olarak daha az reklam gösterimi ve nihayetinde daha az gelir anlamına geliyor. Nitekim raporlar da bazı yayıncıların reklam gelirlerinde yüzde 50’ye varan kayıplar yaşadığını gösteriyor.[9] Google, yapay zekâ özetleri içeren sayfaların geleneksel arama sonuçlarıyla benzer gelirler yarattığını savunsa da bu argüman, çoğunlukla platformun kendi reklam ekosistemine odaklanıyor.[10] Buna karşılık, yayıncı tarafında azalan site trafiğinin yol açtığı gelir kaybı gerçeğini ise göz ardı ediyor.

Bu yeni duruma karşı hukuki alanda atılan en önemli adımlardan biri, The New York Times’ın (NYT) 2023 sonunda OpenAI ve Microsoft’a açtığı telif hakkı davası oldu.[11] Bu dava, üretken yapay zekâ ve telif hakkı konusundaki temel anlaşmazlıkları görünür kılması açısından bir dönüm noktasıydı.

NYT, davasını basit bir telif hakkı ihlalinin ötesine taşıyan argümanlar sunuyor. Gazete, milyonlarca makalesinin yapay zekâ modellerini eğitmek için izinsiz kullanılmasının yanı sıra, bu modellerin ürettiği yanıtların kendi iş modelini işlevsiz kıldığını savunuyor. NYT’ye göre ChatGPT gibi araçların, makalelerinden birebir alıntılar veya detaylı özetler sunması, kullanıcıların orijinal kaynağı ziyaret etme ve abonelik gibi hizmetler için ödeme yapma ihtiyacını ortadan kaldırıyor. Gazete, bu durumun bağımsız gazeteciliğin finansmanını baltalayarak toplum için de ciddi bir maliyet yaratacağını iddia ediyor.

OpenAI ise savunmasında NYT’nin, bu tür birebir çıktılar alabilmek için sistemi kasıtlı olarak manipüle eden komutlar kullandığını ileri sürdü.[12] Ayrıca, davanın bir parçası olarak NYT’nin kullanıcı verilerinin saklanmasını talep etmesinin mahremiyet ihlali oluşturabileceğini belirtti. Davadaki en dikkat çekici taleplerden biri, NYT’nin, içeriğini barındıran tüm yapay zekâ modellerinin ve eğitim verilerinin imha edilmesini istemesi oldu.[13] Bu talep, taraflar arasındaki uzlaşmazlığın ne kadar derin olduğunu açıkça gösteriyor.

Öte yandan Google, OpenAI ve Apple gibi şirketler, davalardan kaçınmak ve veri akışını güvence altına almak için bazı büyük yayıncılarla lisans anlaşmaları yapma yoluna gidiyor. Örneğin, OpenAI’ın Associated Press, Axel Springer (Business Insider, Politico’nun sahibi) ve Le Monde ile Apple’ın ise Condé Nast (Vogue, The New Yorker’ın sahibi) gibi yayıncılarla içeriklerini kullanmak için anlaşmalar yaptığı biliniyor.[14]

Arama motorlarının “yanıt motoru” modeline evrilmesi, dijital alandaki üretim zincirini de kökten değiştirecek. Bu yeni yapıda, gazetecilerin üretimleri, yapay zekâ modelleri için bir girdiye dönüşüyor ve kullanıcılara özetlenmiş bir yanıt olarak sunuluyor. Ancak bu süreçte, içeriği üreten orijinal kaynağa çok daha az trafik yönlendiriliyor. Dijital medyanın en temel gelir kalemlerinden biri olan bu trafik akışının azalması, yayıncıların finansal sürdürülebilirliğini daha tehlikeye atacak.

Dijital medyanın karşı karşıya olduğu bu varoluşsal tehdit karşısında sihirli bir çözüm yok. Ancak yasal mücadelelerden sektörel dayanışmaya ve platformlardan bağımsızlaşmaya uzanan çok yönlü bir direniş, bağımsız gazeteciliğin geleceği için bir umut vaat ediyor. Bu direnç stratejisi; düzenleyici hamleler, okurla doğrudan bağ kurma, teknik önlemler ve kolektif eylem gibi birbirini tamamlayan adımlardan oluşuyor.

Özellikle Avrupa’da, teknoloji tekellerinin denetimsiz gücüne karşı kamu otoriteleri düzenleyici hamleler yapıyor. Bu alanda atılmış en kapsamlı ve model niteliğindeki adımlardan Avrupa Birliği’nin Dijital Piyasalar Yasası (Digital Markets Act - DMA), Alphabet (Google) ve Meta (Facebook) gibi büyük platformları “eşik bekçisi” olarak tanımlayarak onlara net yükümlülükler getiriyor.[15] Bu yükümlülükler arasında, kendi hizmetlerini rakiplerine karşı kayırmama ve kullanıcıların cihazlarındaki önceden yüklenmiş uygulamaları silebilmesine izin verme gibi tekelleşmeyi engellemeyi hedefleyen kurallar bulunuyor. Yasalara uymamanın bedeli ise şirketin küresel cirosunun yüzde 20’sine varabilen devasa para cezalarıyla oldukça ağır. Avrupa’dan doğan bu düzenleyici dalga, başka ülkelerde de karşılık buluyor. Örneğin Avustralya, Google ve Facebook gibi şirketlerin haber içeriği kullanımı için yayıncılara ödeme yapmasını zorunlu kılan bir kanunu dünya çapında ilk uygulayan ülke oldu.[16] Her ne kadar Google ve Facebook başlangıçta haber hizmetlerini durdurma tehdidiyle karşılık verseler de, en nihayetinde bazı ödeme anlaşmaları yaparak uyum sağlamak durumunda kaldılar. Buna benzer şekilde, Kanada ve Kaliforniya gibi yerlerde de teknoloji devlerinin reklam gelirlerinden bir kısmını haber fonlarına aktarmasını öngören düzenlemeler gündeme geldi. Ancak bu gibi çözümlerle medya finansmanını Google ve Facebook’un başarısına bağımlı hâle getirmek, ileride bu şirketleri dağıtmayı veya internetin yapısını demokratikleştirmeyi çok daha zor hâle gelecektir.[17]

Türkiye’de de Rekabet Kurumu’nun Google’a yönelik geçmişteki yaptırımları ve Avrupa’dakilere paralel yeni düzenleme sinyalleri, bu mücadelenin yerelde de karşılık bulabileceğini gösteriyor. Nitekim Türkiye’deki bağımsız medya kuruluşlarının Google’a karşı Rekabet Kurumu nezdinde topluca girişimde bulunmaları ve ortak bildiri yayımlamaları, bu dayanışma ruhunun bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Ancak Türkiye özelinde, düzenleyici kurumlarda toplanan gücün siyasi iktidarlar tarafından yeni bir sansür mekanizmasına dönüştürülme riski de göz ardı edilmemeli. Basın İlan Kurumu (BİK) ve RTÜK gibi organların geçmişte iktidar lehine kullanıldığı, Ekim 2022’de yürürlüğe giren, kamuoyunda “Dezenfornasyon Yasası” olarak bilinen, 7418 Sayılı “Basın Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” gibi düzenlemelerin eleştirel medyayı baskı altına aldığı bir ortamda, teknoloji platformlarını denetlemek amacıyla oluşturulacak yeni mekanizmaların da kolayca birer sansür aracına dönüşme tehlikesi mevcut.

Yasal düzenlemelerin yanı sıra, uzun vadede en sürdürülebilir stratejilerden biri platformlara bağımlılığı kırarak doğrudan okur ve izleyiciyle sağlam bir bağ kurmaktan geçiyor. Bu yaklaşım, gelir modellerini ve dağıtım kanallarını çeşitlendirmeyi zorunlu kılıyor. Güvenilirliği düşük ve oynak dijital reklam gelirlerine aşırı bağımlılığı azaltmak kritik önem taşıyor. The New York Times gibi devlerin abonelik sistemiyle kurduğu doğrudan okur ilişkisi, bu modelin en bilinen örneklerinden biri. Türkiye’de ise bazı yeni nesil yayıncıların, okurlarına özel içerikler ve reklamsız deneyimler sunarak ödeme yapan sadık bir kitle oluşturma çabaları dikkat çekiyor. Okurlardan düzenli destek (abonelik, üyelik veya bağış gibi) alabilmek, geleneksel reklam modeline kıyasla çok daha istikrarlı bir finansman sağlayabilir. Ayrıca e-posta bültenleri ve özel mobil uygulamalar gibi araçlar, aradaki algoritmik aracıları devre dışı bırakıp okurla doğrudan iletişim kurmanın en etkili yollarından. Nitekim dünya genelinde haber tüketiminde e-posta bültenlerinin yeniden yükselişe geçtiği gözlemleniyor; bu sayede yayıncılar, sosyal ağların veya arama motorlarının insafına kalmadan üretimlerini doğrudan ilgilisine ulaştırabiliyor.

Okurla birebir bağ kurma çabalarına ek olarak, kolektif eylem de önemli bir güç yaratabilir. Tek bir medya kuruluşunun dev bir teknoloji şirketiyle pazarlık masasına oturması neredeyse imkânsızken, sektör çapında bir dayanışma bunu mümkün kılabilir. Türkiye’de bağımsız medya platformlarının Google’ın trafik kesintilerine karşı bir araya gelerek ortak açıklamalar yayımlamaları ve hukuki girişimler başlatmaları, bu dayanışma ruhunun önemli örnekleriydi. Benzer şekilde uluslararası düzeyde de medya konsorsiyumları veya yayıncı birlikleri, teknoloji devlerine karşı ortak tavır alarak hem kamuoyu oluşturma hem de pazarlık gücü yaratma potansiyeline sahip. Örneğin 2023’te Fransa’da yayıncıların baskısı sonucu Google, haber içeriklerine ödeme yapmayı kabul etmek zorunda kaldı.[18] Yine de bu tür ittifakların kalıcı başarısı için, sadece savunmada kalmayıp alternatif ekosistemler ve araçlar da geliştirmeleri gerekebilir.

Teknik önlemler de, bağımsız medyanın platform tekelleri karşısında alabileceği temel savunma adımlarından biridir. Yayıncılar, arama motorlarının yapay zekâ botlarının sitelerine erişimini sınırlandırarak üretimlerinin izinsiz biçimde veri havuzlarında kullanılmasını azaltabilir. Öte yandan RSS bültenleri, e-posta listeleri ve ActivityPub gibi merkeziyetsiz dağıtım kanallarını canlı tutmak, okuru aracı algoritmalara gerek kalmadan doğrudan habere ulaştırır. Özgür sosyal ağlar ve kendi barındırma altyapısını kullanmak da bu ekosistemi güçlendirir. Böylece gazeteciler hem emekleri üzerindeki denetimi koruyabilir hem de ani trafik kayıplarının ekonomik etkisini hafifletirken okuyucuyla kesintisiz bir bağ kurar. Öte yandan yayıncılara Google gibi arama motorlarının yörüngesinden çıkabilecekleri bir hareket alanı sağlar.

Dijital medyanın içinde bulunduğu kriz tesadüfi değil, aksine kamusal denetim eksikliği, tekelleşmenin ilerlemesi, bağımsız medya kanallarının ekonomik ve siyasi baskılarla eritilmeye çalışılması ve bağımsız medyanın ayakta kalabilmek için platformlara bel bağlamak haricinde pek bir seçenek geliştirememesi gibi bir dizi faktörün bir sonucu. İnternetin açık ve adil bir kamusal alan olma vaadi, yerini günümüzün kapalı, veri sömürüsüne dayalı ve tekelci ekosistemlerine bırakmış durumda. “Yanıt Motoru” tehlikesi var olan bu krizi daha da derinleştirecek. Bu dönüşüm, kaçınılmaz bir teknolojik ilerlemeden çok, kamusal alanın bilinçli bir “çitleme” süreciyle özel mülke dönüştürülmesinin bir ürünü olarak karşımızda duruyor. Türkiye’deki bağımsız medyanın Google karşısında yaşadığı boğucu tecrübe bu denetimsiz gücün ve bu güç karşısında bir alternatif üretememenin yıkıcı sonuçlarını en somut şekilde gözler önüne seriyor.

Bağımsız gazeteciliğin geleceği ne piyasanın acımasız koşullarına ne de Silikon Vadisi’ndeki birkaç teknoloji devinin keyfi kararlarına terk edilebilir. Bu sorun, topyekûn bir toplumsal sorumluluk ve yeni bir kolektif mücadeleyi gerektiriyor. Bu krizden çıkış yolu ise ekosistemin (okur, yayıncı, siyasetçi, yazılım geliştirici vb.) tüm bileşenlerinin üzerine düşeni yapmasından geçiyor.

Bu bağlamda okurların, ekosistemdeki pasif tüketiciler değil, önemli failler olduklarını fark etmesi büyük önem taşıyor. Güvendikleri bağımsız gazetecileri doğrudan (abonelikler, üyelikler veya küçük bağışlarla) desteklemeleri, bu dayanışmanın ilk adımı. Haberleri aracı platformlar yerine mümkün olduğunca doğrudan kaynağından (yayının kendi sitesinden, bülteninden veya uygulamasından) takip etme alışkanlığı ise görünmez engellemeleri kırmanın ve bağımsız sesleri yaşatmanın en etkili yollarından biri.

Düzenleyici kurumlar cephesinde ise kamunun haber alma hakkını tekelci platformların insafından kurtaracak, şeffaflığı ve hesap verebilirliği dayatan yasal çerçevelerin bir an önce oluşturulması şart. Bu düzenlemeler, ifade özgürlüğünü ve çoğulculuğu zedelemeden, büyük teknoloji şirketlerinin “ya kurallara uy ya pazardan çekil” ikilemiyle karşı karşıya kalacağı kadar güçlü olmalıdır. Aksi takdirde, yarım önlemlerle dev platformların lütfuna muhtaç kalmaya devam ederiz.

Medya kuruluşları için ise platformlara bağımlılıktan kurtulup kitle odaklı, doğrudan gelir modellerine geçişi hızlandırmak, ertelenemez bir sorumluluk olarak önlerinde duruyor. Bu, yalnızca finansal bir dönüşüm değil, aynı zamanda okurla daha derin ve anlamlı bir bağ kurmayı gerektiren editoryal bir faaliyet olmalıdır. Yenilikçi formatlar denemek, niş alanlarda derinleşmek ve teknoloji devlerine karşı kolektif pazarlık gücünü artırmak üzere dayanışmayı güçlendirmek, geleceğin kapısını aralayacaktır.

Nihayetinde bağımsız gazeteciliğin rotası, bir sonraki algoritma güncellemesini veya gelişen teknolojiyi memnun etmeye çalışmakla çizilemez. Aksine, kendi topluluğuyla doğrudan, şeffaf ve güvene dayalı bir ilişki inşa etmeye odaklanmakla çizilebilir. Bu da sadece gazetecilerin değil, demokratik bir toplumda yaşamak isteyen herkesin ortak mücadelesidir. Bağımsız medya, yalnızca haber vermekle kalmaz; aynı zamanda bir toplumun kolektif hafızası ve vicdanıdır. Bu hafızayı yaşatmak ve vicdanı güçlendirmek ise hepimizin omuzlarında yükselen bir sorumluluktur.

Dipnotlar:

[1]

© Bianet