menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Arif Koşar: Yapay zekâya yönelik mistik ve yüzeysel bakış değişmeli

13 1
01.10.2025

Yapay Zekânın Politik İnşası serimizin bu bölümünde, çalışma ekonomisti Dr. Arif Koşar ile son kitabı Yapay Zekâ ve İşin Geleceği’nde ele aldığı tezlerden hareketle yapay zekânın emeğe ve toplumsal ilişkilere etkilerini ele alıyoruz. Koşar, teknoloji fetişizminin perdesini aralıyor: Yapay zekânın işbölümünü nasıl yeniden dağıttığını, mesleki özerkliği nasıl aşındırdığını, algoritmik yönetimin işyerlerinde Taylorizmi nasıl derinleştirdiğini anlatıyor. Mikro platformların güvencesizliği yaygınlaştırmasından çalışma sürelerinin neden kısalmadığına; emperyal merkez-çevre eşitsizliğinin dijital tekelcilikle nasıl büyüdüğünden “yapay zekânın sosyalist inşası” tartışmasına uzanan bu söyleşi, yalın bir gerçeği hatırlatıyor: teknoloji toplumsal ilişkilerin dışında değil, tam ortasında şekilleniyor ve hangi toplumu inşa etmek istediğimiz, hangi teknolojiyi kuracağımızı belirliyor.

Hızla yaygınlaşan ve popülerleşen yeni teknolojik araçlar ve yapay zekâya ilişkin genel bir iyimserlik, hatta coşku söz konusu. Sen kitabında, yeni teknolojilerden ağırlıklı olarak sermayenin yararlandığını ve bu teknolojileri emekçilere karşı kullandığını vurguluyorsun. Peki, bu iyimserliğe ilişkin ne dersin?

Bu iyimserlik konuya biraz gündelik ya da yüzeysel bakışla ilgili. Uçaktan yeryüzünü izlerken büyük binaları, denizleri, nehirleri, ağaçlık alanları, geniş yolları görürüz. Ancak binaların içlerini, denizdeki balıkları, ağaçlardaki hayvanları, tek tek insanları ve onların birbirleriyle diyaloglarını göremeyiz, algılayamayız. Yapay zekâya çağdaş bakış, biraz, uçaktan yeryüzünü izlemeye benziyor. Algoritmaları, teknik altyapıyı, büyük veriyi, büyük dil modellerini görüyoruz. Biraz daha detay istersek; üretken yapay zekâ uygulamalarının -tüm sorunlarına rağmen- ürettiği iyi metinleri, iyi çevirileri, iyi tasarlanmış görselleri, projeleri, kodları görüyoruz. Ancak bağlantıları, ilişkileri, çelişki ve mücadeleleri, yani toplumsal boyutu pek görmüyoruz. Mesela iPhone’a baktığımızda onun üretiminde çalışan işçilerin emek sürecini, ücret gaspını, yaşadığı kaygıyı, depresyonunu, baskıyı, askeri disiplini ya da köle çocuk işçileri göremiyoruz. Oysa teknoloji ancak insanın eylemiyle, üretimiyle var olabilir. Doğada bir ağaç ya da ot gibi kendiliğinden bitmez. Onu biz üretiriz. Toplum teknolojiyi yaratır, üretir, ihtiyaçları temelinde kullanır ve toplum, nasıl bir toplumsa kendi zaaf ve sorunlarını da teknolojiye yansıtır. Savaş teknolojilerinde olduğu gibi. Atomun çekirdeğindeki büyük enerji vardır, ama bunu atom bombasına dönüştüren savaş isteyen toplumsal gruplardır. Bu nedenle yapay zekâyı ve toplum üzerindeki etkilerini inceleyen her ciddi analiz, onun nasıl bir bütünsel/toplumsal bağlamda üretildiğini, işlev kazandığını ve kullanıldığını göz önünde bulundurmak zorundadır.

Teknolojinin tarafsız, nötr bir “bilgi” ya da “ürün” olduğunu varsayan teknoloji fetişizmi, ki çağdaş egemen ideolojinin temel bir boyutudur, bu safça iyimserliğin temel nedeni. Oysa, diğer alanların yanı sıra emek alanına baktığımızda, mevcut güç ilişkilerindeki çarpık durum nedeniyle gerçek sonuçlar pek de iyimser değil. Bunu, Daron Acemoğlu gibi ana akım kapsamında değerlendirebileceğimiz pek çok ekonomist de son yıllarda kabul etmek zorunda kaldı.

Peki, bu teknolojiler emek süreçlerinde gerçekten bir dönüşüm yarattı mı? Yoksa daha çok var olan eğilimleri yoğunlaştıran bir rol mü oynuyorlar?

İkisi de doğru. Yapay zekâ başta olmak üzere yeni teknolojiler emekçinin işi nasıl yaptığını, görevlerin canlı emek ve makineler arasındaki dağılımını, görev bileşimini birçok meslekte, kiminde hızla kiminde tedricen değiştiriyor. Mesela grafikerler artık yapay zekâ araçlarıyla tasarımlarını çok daha hızlı üretiyor. Belirli bir tasarımı yapay zekâ aracıyla sayfaya yayabiliyor, farklı versiyonlarını elde edebiliyor, bir öğeyi ekleyip çıkartabiliyor, bütün bunlar grafiker ile yapay zekâ arasında işin yeniden dağıtımı anlamına geliyor. Bazı işler çok daha kolay yapılıyor, grafikerin vasıf geliştirmesi gereken yeni meydan okumalar ortaya çıkıyor. Bu sürecin birçok meslek için az ya da çok geçerli olduğunu söylemek mümkün. Çünkü, yapay zekâ giderek tıpkı elektrik ve internet giderek çalışma hayatının altyapısı haline geliyor. Sürecin dışında kalan kimi iş alanları varsa bile, geneli açısından kritik bir dönüşümden geçtiğimiz söylenebilir. Dönüşümün hızı ülkeden ülkeye, sektörden sektöre değişiyor, ki bazılarında oldukça yavaş. Örneğin bir fabrikadaki yenilenme tedricen gerçekleşiyor, hatta ucuz işgücünün daha kârlı olduğu alanlarda gerçekleşmiyor.

Bununla birlikte bütün bu dönüşüm, yani yeni teknolojilerin etkisi somut bir bağlamda, yani mevcut sınıf ve güç ilişkileri içerisinde şekilleniyor. Bu nedenle halihazırda var olan çelişkilerce, belirli güç ilişkileriyle şekillenmiş mekânda koşullanıyor, çoğu zaman mevcut olumsuz eğilimleri yoğunlaştıran bir rol oynuyor. Çünkü yapay zekâ uygulamalarının iktisadi faaliyette temel kullanım amacı işi kolaylaştırmak, çalışma süresini düşürmek, emekçinin refahını artırmak değil. Temel amaç, bilindiği üzere, verimliliği yükseltmek, daha fazla veriye ulaşıp tekelci konum sağlamak ve böylece kârı arttırmak. Bu nedenle, işçilerin yararına birtakım (yan) sonuçlardan bahsedebilse bile genel yönelim işi yoğunlaştırmak, işsiz bırakmak, sömürüyü ve denetimi arttırmaktır.

Bu teknolojik gelişmeler, mesleki özerklik, iş süreçleri ve emeğin niteliği üzerinde ne gibi etkiler yaratıyor?

Sahada çok karmaşık bir tablo var. En azından ikili bir süreç işliyor. Ana eğilim mesleki özerkliğin azalması ve güvencelerin yitimi. Yeni teknoloji üretimi ve kullanımındaki temel motivasyonlardan birisi, zaten, işin parçalanması ve bir kısmının makinelere devri. Zihinsel emeğin ilk kapsamlı otomasyonunu hedefleyen (açık denizde yön bulmak için gerekli logaritma tablolarının hazırlanması) Charles Babbage’ın fark motorundan çağdaş yapay zekâ uygulamalarına kadar, her yeni teknolojinin kullanımındaki temel unsur “verimlilik artışı” ise, bunun içsel bir bileşeni çoğu zaman işin parçalanması ve işçinin iş üzerindeki kontrolünün zayıflatılmasıdır. Sonuçlardan biri emeğin vasıfsızlaşmasıdır ve ücretlerin düşmesini koşullar. Bu klasik Bravermancı tezdir ve yaşadığımız süreci açıklamada hâlâ önemlidir. Ancak burada bir parantez açmak lazım. “Vasıf” değişmeyen bir bilgiye referans vermez. 20 yıl önce vasfa işaret eden “bilgi”, bugün vasıf olmaktan çıkıp genel geçer bir bilgi haline gelebilir. Dolayısıyla burada çok dinamik bir vasıf kazanma ve vasıf yitimi süreci işliyor. Yani iş süreçlerindeki bütün değişimi vasıfsızlaşma ile açıklayamayız. Dinamik bir iş ve işgücü piyasasında sürekli yeni iş alanları, yeni meslekler ve yeni vasıflar söz konusu. Bu da sürekli “vasıflılaşma” ile vasıfsızlaşmanın hem yan yana hem de çelişkili bir biçimde iç içe yaşandığı anlamına geliyor.

Giderek yaygınlaşan algoritmik yönetim, performans ölçümü ve sürekli dijital denetim, işçi özerkliğini ve çalışma koşullarını nasıl dönüştürüyor? Bunu klasik Taylorist ya da Fordist denetim biçimleriyle kıyasladığınızda fark nerede ortaya çıkıyor?

Tıpkı Taylorist emek rejiminde olduğu gibi dijital teknolojilerin en önemli boyutu iş süreçlerini parçalayıp emekçinin iş üzerindeki özerkliğini azaltmaktır. Bununla birlikte ve yanı sıra doğrudan emekçiyi denetlemek üzere geliştirilmiş çok sayıda........

© Bianet