Kısa filmler seyirci için çekilir: Ali Rıza Bayazıt, ‘Teamül’ü Anlatıyor
Bağımsız kısa film yönetmeni Ali Rıza Bayazıt, geçtiğimiz hafta YouTube’da yayınlanan “Teamül” filmiyle yeniden gündemde. 70’in üzerinde festivale seçilen ve 25 ödül kazanan film, bürokrasiye ve otoriteye karşı bireysel cesaretin öyküsünü anlatıyor.
Yönetmen Bayazıt, filmlerini yalnızca festivaller için değil, doğrudan seyirciye ulaştırmayı amaçladığını vurguluyor. Ona göre “Mubi’de görünmek o kadar önemli bir şey değil” asıl mesele, hikâyenin olabildiğince çok insana ulaşması. Bayazıt ile hem “Teamül”ün hikâyesini hem de kısa film üretiminde karşılaştığı zorlukları konuştuk.
Genel bir soruyla başlayalım. Neden böyle bir film yapmak istedin?
Aslında ben başka bir hikâye yazıyordum. Yine farklı inançlar ışığında bir hikâyeydi o.
Bir apartmanda alt katta oturan biri bir gece taşınmış, ertesi sabah da vefat etmiş. Hangi dine göre gömüleceğini tartışan mahallelinin hikâyesiydi aslında.
Bu hikâyeden bir arkadaşıma bahsettiğimde bana 2016 yılında İzmir'de yaşanmış bir olaydan bahsetti. Bir gazete haberi paylaştı benimle ve aslında bizim filmin hikâyesine ışık olan hikâye oydu. Okuduğum andan itibaren dedim ki ben kesinlikle bu hikâyeyi anlatmalıyım.
Orada da yine benzeri bir süreç yaşanıyor. Mahalleli gidiyor, anons edilmesini istiyor fakat süreç bürokrasiye takılıyor. Tabii ki de sonunda edilemiyor ve çoğu mahallelinin haberi olmuyor. Fakat kısa filmci olarak belki alternatif neler olabiliri yorumlamak adında ben böyle anlatmak istedim hikâyeyi.
Bazen her şeyi otoriteden beklememek, kendi kendine aksiyon almak lazım. Hikâyenin temel çıkış kaynağı 2016'da İzmir'de yaşanmış bir olaydan aslında.
Film ton olarak Yeşilçamı andırıyor. Tatlı, sakin bir yapısı var. Aydınlık, pozitif ama biraz acı tatlı bir film. Bu tonu bilerek mi yakalamak istedin?
Çok fazla kısa film izliyorum. Türkiye'de kısa filmlerde bireyselciliği çok net ve fazlaca görüyoruz. Bunu çok güzel yapabilen insanlar var ve takdir ediyorum ama ben biraz daha toplumsalcı bakmayı önceliyorum. Bunun sebebi de şu anda bireysel olarak ilerleyebilmek için öncelikle toplumun bazı konuları birlikte çözmesi gerektiğini düşünüyorum.
Dolayısıyla biraz daha toplumsalcı bir bakış açısıyla bir hikâye yazmak istedim. Bunu Yeşilçam'da çok daha belirgin hissediyoruz. O yüzden filmin ilkyazım aşamasında bile daha çok Yeşilçamvari bir film çekelim düşüncesi vardı zaten. Bu yönde ilerleyelim diye karar almıştık. Hikâyeyi yazdıkça da bunun doğru bir tercih olduğunu anladık. Daha sıcak, insanı iyi hissettiren bir hikâye yazmak istediğimi anladım ve bu şekilde bir hikâye tasarladım aslında.
Dini inancı olan birisin ve filmde dini inancı seninkinden farklı olan bir karaktere eşit davranılması gerektiğini anlatıyorsun. Ülkece çok kutuplaştığımız, birlik beraberliğe ihtiyacımızın olduğu bir dönemde film üzerinden bu konuyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Hayatımda birçok noktada empati yaparak ilerlemeye çalışan bir insanım. Ben bir Müslüman olarak yurt dışında vefat etmiş olsaydım, Hristiyan bir toplum içerisinde bir mahalleli bir ricada bulunsaydı ve bu kilisede ya da başka bir dini mabette anons yapılmasaydı bence insanlık adına utanç verici bir durum olurdu. Dolayısıyla bu tarz bir destekte bulunulabileceğini düşünüyorum.
Sadece empati yaparak bile bunun burada da yapılabileceğini düşündüm. Kendimden yola çıkarak, ben olsaydım diye düşünerek ve bunun burada gerçekleşebileceğinde olan inancımdan dolayı asıl olması gereken alternatif şeyi anlatmak istedim. Aslında dinin kendisi hoşgörü, İslam'ın kendisi barış demekken, huzur demekken, tamamen her yönüyle gösterebilecek iken bunu yapmamak bana çok doğru gelmiyor.
Bir de genelde Yeşilçam’da da, toplumda en azından böyle bir bakış etsi var, kötü göstermişsin, yanlış anlatmışsın gibi bir algılama şekli var. Burada biraz da çuvaldızı kendimize batırmak gerektiğini düşünüyorum. Temelde dinin temsilcisi olarak değil dinin bir mensubu olarak bu hikâyeyi anlatmak istedim. Bunu başka biri anlatıyor olsaydı belki çok daha başka şekilde anlatabilirdi ama ben öz eleştiri yaparak anlatmaya çalıştığımı düşünüyorum.
Sosyal, siyasi ve dini konularda birbirine hoşgörülü, barış ve huzur içinde yaşayabildiğimiz günlerin geleceğine inanıyor musun? Bu film bu inancının eseri mi?
İnanıyor muyum? İnanmak istiyorum desem daha doğru olur. Çünkü gerçekten çok fazla kutuplaştığımızı düşünüyorum. Yani aynı düşünceye sahip olduğunu iddia eden insanların bile aslında çok da aynı düşüncede olmadığını gördüğümüz bir dönemdeyiz. Tabii ki insanların düşüncelerinin farklı olmalarına bir problem yok fakat bu birbirine karşı toleransın çok alt noktalara geldiği gerçeğini değiştirmiyor.
Hikâye anlatırken, bazen hikâyeleri realist olarak elinizde ne varsa, mevcutta ne varsa onu anlatarak durumu yansıtmaya çalışıyoruz. Bazen de böyle olsun istediğimiz için anlatıyoruz. Bir benzeri aslında bu filmde de var. Böyle birlikte yaşamamız çok mümkünken bundan aslında bir adım uzaktayız sadece.
Hadi bunu hep beraber yapalım demek istiyorum çoğu noktada. Filmin genel olarak atmosferi de hep bu minvalde tutmaya çalıştım. Huzur içinde yaşayabileceğimizi düşünüyorum ama toplumca hep beraber buna uğraşmamız, çalışmamız gerekiyor.
Filmin tasarım, çekim ve film bittikten sonraki festival sürecini anlatır mısın?
Biz filmi tasarlamaya 2022’nin Eylül-Ekim aylarında başlamıştık. 2023 yılının başında evet bu hikâyeyi artık çekilebilir hale getirmeliyiz diyerek senaryonun son aşamalarına geçtik. 2023 Mayıs'ında da filmi çektik. Yaklaşık 30 kişilik bir ekiple filmi 4 günde Bolu Seben'de çektik. İstanbul'daki birçok lokasyona baktığımızda benzer bir atmosferi yakalayamadık ve Bolu’da karar kıldık. Filmin montajı ve rengi yaklaşık 2.5 ay kadar sürdü.
Festivallere başvurmaya başladık. Toplamda 70'in üzerinde festivale seçildi filmimiz. 25 tane de ödül kazandık. Bu kadar ilgi göreceğini tahmin etmemiştim ve sürecinden çok mutluyum. Güzel anılarımız oldu gerçekten bu festival sürecinde. Hayatta hep bir sonraki adıma odaklandığımız için bazı şeyleri kaçırabiliyoruz ama ben Teamül filmiyle beraber festival sürecini yaşarken hep belki hiçbir zaman böyle bir süreci bir daha yaşayamayacağım diye hissettim. Dolayısıyla her festivale gitmeye, her seyirciyle konuşmaya, tanışabilmeye çalıştım.
Her gösterime katılmak gibi bir isteğim vardı. Yurtdışındaki festivallerin hepsine de hemen hemen gitmeye çalıştım ve çok güzel geri bildirimler aldım açıkçası. Bunlardan bir tanesi kör bir seyircinin diğer filmlerle beraber izlediğinde benim filmimi çok beğendiğini söylemesi, sadece duyarak hissederek.
Bu çok farklı bir deneyimdi benim için. Aynı şekilde dört filmin yayınlandığı bir seansda yönetmenlerin isimleri anons edildi ve topluca sahneye çıkarken bir seyircinin söyleşi esnasında “ Filmin yönetmenleri anons edildiğinde, Teamül’ün yönetmenin siz olduğunu anladım. Fıtratınız filme filminiz fıtratınıza yansımış” demişti. Bu da gerçekten çok güzel bir geri bildirim benim için.
Başka arkadaşlarımla senaryoyu konuşurken birçok kez şöyle geri bildirimler de almıştım: “Ben olsaydım orada imamı yumruklayabilirdim” Fakat bu benim fıtratım değil, bu benim yapmak istediğim yöntem değil. Ben problemlerimizi iletişimle çözebileceğimizi düşünüyorum.
Yani önce birbirimizi anlayarak, önce dertlerimizin ortak olduğunu anlayarak ve iletişimle çözebileceğimizi düşünüyorum. O arkadaşım belki öyle çözebilirdi. Ama benim çözme yöntemim iletişim.
Biz bu filmi çekerken, çektiğimiz mekânlardaki il ve ilçe arasında siyasi olarak görüş farkı olduğu için bile önceden söz verilen desteklerden mahrum kaldığımız bir süreç yaşadık.
Ayrımcılık ile alakalı film çekerken bile ayrımcılığa uğradık. Herhangi birinin taraftarı olmamıza da gerek yok. Sanat yapmaya çalışıyoruz, bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bizden desteklerini çektikleri için, konaklama........
© Bianet
