menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Mega madenlere karşı, verilerle doğa mücadelesi: Zamanla yarışıyoruz

15 0
19.11.2025

Türkiye’de son hızda artan maden sahaları, her geçen gün ormanlar, sulak alanlar, mera arazileri ve zeytinlikler de dahil pek çok doğal varlık için tehdidin boyutunu artırıyor. Yalnızca 2024’te toplam maden ruhsatı sayısı, 14 bini geçiyor.

Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün (MAPEG) verilerine göre, son beş yılda (2020-2024) arama (25 bin 163) ve işletme (49 bin 682) safhaları üzerinden bakıldığında maden ruhsat sayılarının toplamının, 74 bin 845’i bulduğu görülüyor. Bu veriler gözle görüldüğünde yok olan köylere, bir bir kesilen zeytin ağaçlarına, havada süzülen toz miktarına, verimini yitiren bağlara, zehirlenen sulara, yerinden edilen insanlara/hayvanlara ve artık otlanılamayacak hale gelen mera arazilerine dönüşüyor.

Öte yandan buna paralel olarak, ülkenin her bir yerinde hakim olan bu ekokırım tablosunu değiştirmek üzere mücadeleler de sürüyor. Ekokırımın önüne geçmek için bu verilerin habercisi niteliğindeki maden ihaleleri masaya yatırılarak yeni bir mücadele örneği sergilendi.

Polen Ekoloji’den Makine Mühendisi Levent Büyükbozkırlı ve Endüstri Mühendisi Derya Sever, maden ihalelerini ve Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) verilerini kullanarak bu ekokırımın önüne geçmek için yeni bir projeyi hayata geçirdi.

Çalışmaya göre, son 1,5 yılda madenlere verilen ruhsat alanlarının toplamı 468 bin 784 hektarı geçiyor. Bu alan Yalova’nın beş buçuk katı demek.

Proje, doğa mücadelesinin yanı sıra, özellikle bilgiye erişimin son dönemde kısıtlandığı Türkiye’de, iktidar tarafından yığınlar hâlinde ve kafa karıştırıcı şekilde sunulan verilere karşı verilen mücadeleyi de temsil ediyor.

Projeye, Temmuz 2025’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden (TBMM) geçen ve “Süper Talan Yasası” olarak bilinen yasanın hemen öncesinde başlanıyor ve ‘Toprağımızı Vermiyoruz’ kampanyasıyla da eş zamanlı ilerliyor.

Çalışmalarıyla ekokırıma ilişkin farkındalık oluşturmak istediklerini belirten Büyükbozkırlı ve Sever ile projenin nasıl ortaya çıktığını konuştuk. Levent Büyükbozkırlı incelenen ihalelerin, henüz arama işletme ruhsatı aşaması olduğundan ekokırımın önüne geçmek için bir avantaj olduğunu şöyle aktarıyor:

“Hepimiz biliyoruz ki ÇED süreci bir kere başladıktan sonra artık geri dönüşü yok. Bunun için de sürece baktık. İhalelerle başlıyor. Bildiğimiz gibi 12. Kalkınma Planı, ardından gelen İklim Kanunu ve Süper İzin Yasası, aslında var olan 2023-2025’teki ihalelerin kılıfı. Zaten çoktan satmaya başlamışlar. Ama o kadar kapalı ki sistem, ancak ÇED olunca görüyoruz. O hukuksal kılıfı da koyunca aslında her gün onlarca proje öne sürülüyor.”

Veri setinin dikkat çeken bir diğer noktası da şehir bazında ekokırımların ne denli yoğun olduğunu göstermesi:

Proje özellikle kırsaldaki ve köylerdeki dezavantajlı kesimler için büyük bir anlam taşıyor. Derya Sever, “Kırsalda gerçekten ezilen halkların yaşadığı etki çok daha fazla” diyerek ekokırımın boyutlarının dezavantajlı kesimler üzerindeki etkisine dikkat çekiyor:

“Mesela Kürt illerinde insansızlaştırma boyutlarıyla birleşiyor. Sivas’ta, Dersim’de Alevi kimliğini de baskılayarak yapılan bir ekolojik yıkım... Kültürlerini, hafızalarını kaybediyorlar; kutsallarını, yaşam alanlarını, iç içe yaşadıkları doğayı kaybediyorlar. Herkes kentlileştiriliyor ve birbirinden izole ettiriliyor. Bu gerçekten çok boyutlu bir denklem.”

Buna sınıfsal bir mücadele olarak baktıklarını belirten Büyükbozkırlı, “Madenler hep kırsal kesimlerde. Yaşadığımız kapitalist düzende, neoliberal sistemde ve ekstraktivzm olarak tanımladığımız bu emperyalist kapitalist madencilikte, sistemin çok güzel oynadığı şeylerden bir tanesi bu,” diyor ve ekliyor:

“Büyük kentlerin; İzmir, Ankara, İstanbul’un ruhu hiçbir şeyi duymuyor ve onlara hep rasyonalize ediliyor; ‘Kalkınmak için bunlara ihtiyacımız var, hepimiz aynı gemideyiz, vs.’ Ama hiç de böyle değil. Dolayısıyla ilk elden amacımız bu kırsala, yangının olduğu yerlere ulaşıp direnişi buralarda örgütlemek.”

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın verileri belirsizleştirmesine ilişkin de konuşan Levent Büyükbozkırlı, projeyi ortaya koyarken bir amaçlarının da madenler üzerinden yapılan sistemli saldırıyı göstermek olduğunu belirtiyor:

“Olan biten kesinlikle temel ihtiyaçlara karşılık veren bir madencilik değil. Bununla alakası yok. İhracata dönük, belli sınıfları fakirleştirerek zenginleştiren ekstraktivist bir saldırı aslında. Bunu bütüncül olarak vurgulamak çabasındayız. Haritalar belki buna coğrafik olarak bir bakış sağlayacak.”

Derya Sever de veriye erişimin zorlaştırılmasının aslında kasıtlı olarak yapıldığına dikkat çekerek, şöyle diyor:

“Ne kadar zor erişilebilirse o kadar çok insanın haberi olmuyor. Bilgiye erişim, demokratik katılım için de bir savaşım vermemiz gerekiyor. Bunun da gene sınıfsal olduğunu görüyoruz. Samandağ’da da görüyoruz; herkes tapusunun artık olmadığını e-devlet’te görüyor. Kendi yaşam alanlarına bir anda geliyorlar ve ‘Biz burayı sattık, hatta 2 yıl önce sattık’ diyorlar. ÇED o kadar sürebiliyor. Bunlara erişim hakkımız var ve biz bunun için de mücadele etmeliyiz.”

2024-2025’teki tüm maden ihaleleri, 2023’ten bu yana verilen ÇED’leri ve korunan alanları kapsayan veri setlerinin haritalandırılmış versiyonları üzerinden okunmasının sağlandığı çalışmada, her gruptan........

© Bianet