Herkes için tasarlanmadıysa, kimse için değildir
Hadi bir algoritma çizelim. Evden çıkacağız ve işe gideceğiz. Çok renkli olmayan hayatlarımızda her şey bir rutine bağlıdır zaten. Kalkarız, giyiniriz ve işimize gideriz. Günü de aynı monotonlukla sonlandırırız.
Elbet böyle bir yaşamı düşlememiştik ama sonuçta “hayaller, hayatlar” özetine sığırıverir kıymetli zamanımız. Hani şarkı da der ya, “Ayda yılda bir kaçamak yapsak bile yaşama bak” modunda takılırız öylece.
Ama haksızlık etmeyelim. Rutinimiz bozulur ama genelde saçma sapan nedenlerden. Özellikle engellilerin. Baştan belirteyim ki bu durum, engellilerin yeti çeşitliliklerinden kaynaklanmamaktadır.
Bunu defalarca anlattık ama bir daha, bir daha anlatmak gerekiyor. O nedenle biz algoritmamıza dönelim ve oradan anlatalım. Üzerinizi giyindiniz, ayakkabınızı giymek için kapıyı açtınız. Merdiven inşaat hâlinde ve asansör bozulmuş. Geç kalma ve fırça yeme garantili bir süreç. Sizden kaynaklı değil ama çünkü bir erişilebilirlik sorunuyla karşı karşıyasınız.
Korkmayın, böyle bir durumla karşılaşma olasılığınız oldukça zayıf. Zira çoğunluğa aitsiniz ve sizin yetileriniz her zaman gözetilir. Hiç olmadı, sizin tehlikeleri göze alarak aşağı inebileceğiniz bir alan oluşturulur.
Yetileri o alanı kullanmaya uygun olmayanlar içinse geç kalmak ya da gidememek garantidir. Çünkü o gözetilmemiştir. Çünkü “kapsayıcılık” denen bir şey yoktur ortada ve bu aksamanın faturası, başkalarının yarattığı engellere değil, sizin yeti çeşitliliğinize çıkar. Sanki koşulları siz değiştirmişsinizdir. Biz yine başa dönelim. Olmaz ya, diyelim böyle bir durum gerçekleşti. Asansörü ve merdiveni kullanamıyorsunuz. İşte mağdur oldunuz.
Neyse, biz devam edelim. Evden bir şekilde çıktınız. Aracınıza bindiniz ve tam yola çıktığınızda bir aracın yolunuzu tıkayacak şekilde park ettiğini gördünüz. Gidemiyorsunuz. İşte o an sizin erişiminiz kısıtlanmıştır. İş yerine geldiniz. Mouse çalışmıyor. Klavye kısayollarına alışkın değilsiniz. Bir anda bütün işleriniz aksıyor ve size yeni bir mouse temin etmek yerine, sizi başarısız olmakla suçluyorlar.
Oysa ortada bir erişilebilirlik sorunu vardır. Yıllardır kullandığınız çalışma yönteminiz işlevsiz kalmıştır ve doğal olarak yeni sürece entegre olmanız zaman alır. Öğle oldu ve acıktınız. O da ne! Her gün sipariş verdiğiniz uygulamanın arayüzü “sizlere ömür.” Yani bir arayüz var ama o sizin tanıdığınız yüz değil. Bir başka yüzle karşı karşıyasınız. Uygulama geliştirici karşınıza her gün yeni bir arayüzle çıkıyor ve sizin yetilerinizle yeni arayüz uyuşmuyor.
Öfkenizi kontrollü harcıyorsunuz çünkü başka işlerinizi yaptığınız uygulamalarda da benzer bir durumla karşılaşacağınızı biliyorsunuz.
Yukarıdaki kurguda aslında hepimizin hayatının çeşitli evrelerini anlatmış olduk. Yetilerimiz gözetilmediğinde, kapsayıcı tasarım olmadığında, her gün güncellenen hayatın erişilebilirliği sürekli budandığında, hayat kalitemiz düşüyor. İşlerimiz aksıyor, zamanımız çalınıyor. Yıllardır “kapsayıcılık, erişilebilirlik” diyoruz. Bunlar, insanlar tarafından değişik ve güncel kavramlar olarak değerlendiriliyor ve kriterlerini yerine getirmek çok zor olarak düşünülüyor.
Bu da yıllardır saçma sapan bir şekilde arkasına sığınılan “özel gereksinim” mantığından besleniyor. Yukarıdaki basit algoritmayı engelli kişi üzerinden kurmadım, çünkü anlatmak istediğimi anlatabilmenin en uygun yolu buydu gibi geldi bana. Yetilerimize uygun olan rutinimiz bozulduğunda gündelik hayat aksıyor.
Yukarıdaki örneklerin hepsini engelliler her gün yaşıyor. Mesela tekerlekli sandalye kullanan bir arkadaşım için merdivenlerin olmaması senaryosu gerçek. Evine girip çıkabilmek için her gün alternatif geliştirme zorunluluğu kadar gerçek ve oturduğu apartmanda asansör yok.
Yine de bu onun rutini olmuş. Bunu bir şekilde aşıyor ama herkes işine gitmek için ilk gelen otobüse atlayıp giderken, o tekerlekli sandalyeye uygun bir otobüsün gelmesini beklemek zorunda.
Yani sırf birileri otobüsleri herkesin gereksinimlerine göre almadı diye, arkadaşım her gün başka bir kötü sürprizle karşılaşarak gitmesi gereken yere gecikmeli gidebiliyor. Mouse gören birisi için ne kadar önemliyse, kör bir bilgisayar kullanıcısı için ekran okuyucu kat kat daha önemlidir. Mouse her yerde zorunluyken ekran okuyucu talebinin karşılıksız kalması, kör kişinin işini yapamaması demektir. Bunun nedeni de onun kör olması değil, körlüğüne uygun tasarım olmamasıdır.
Kapsayıcılık ve erişilebilirlik açısından sürekli rutinimizin bozulduğu bir alan, dijital uygulamalardır mesela. Uygulama geliştiriciler genellikle erişilebilirliğe o kadar dikkat etmiyor ki çok randımanlı çalışan uygulamalar bir anda körler için çöpe dönüşebiliyor.
Bu da rutinin bozulması anlamına geliyor. Sürekli uygulama üzerinden alışveriş yapıyorsanız, bunu yapamaz ya da yapabilmek için saatlerce uğraşmak zorunda kalırsınız. Ne yazık ki bu, tüm dijital uygulamalar için geçerli. Dünyada milyonlarca insanın kullandığı X ve Instagram, son dönemde özellikle körler için bir sınava dönüştü. Daha önce yaptığımız işlemleri yapabilmek için bile denemediğimiz yöntem kalmıyor.
Hatta bir dönem “oluştur” alanına gelmek için, oluştur butonunun olduğu konumu ezberliyorduk ve ekran okuyucuyu kapatıp o konuma tıklamayı deneyip ekran okuyucuyu tekrar çalıştırıyorduk. Çünkü ekran okuyucunun o butona odaklanması yeni güncellemede bozulmuştu. Geçen gün MUBİ iOS uygulaması güncelleme aldı. Hakkını yemeyelim, bu konuda en istikrarlı uygulamalardan biri MUBİ. Öyle ki ilk günden itibaren çok kötü bir arayüzü var ve yıllar sonra, son güncellemesinde bile erişilebilirlik adına hiçbir şey yok.
Özetle, her şey gösteriyor ki bir şeyi yeti çeşitliliğimizden kaynaklı yapamıyor değiliz. Her şeyi, belki herkesten daha yaratıcı yöntemler geliştirerek yapmak zorunda kalıyoruz. Oysa biz yöntem geliştirmek istemiyoruz. Bir yaratıcılığımız varsa onu da herkes gibi istediğimiz şekilde kullanmak istiyoruz.
En basit işlemleri, tasarım kapsayıcı olmadığı için bin bir uğraşla yapmak istemiyoruz. Anlaşıldığı üzere kapsayıcılık ve erişilebilirlik hepimiz için geçerli kriterlerdir. O nedenle yaşadığımız her erişilebilirlik sorununu herkes yaşamış gibi hissetmeli ve o engellenmişliğin öfkesini sahiplenerek bu işi çözüme kavuşturmalıdır.
WCAG 2.2 kriterlerinin zorunlu hâle gelmesi konuşulurken, en büyük platformların bile erişilebilirliği umursamaması sessizlikten başka bir şeyle açıklanamaz. O hâlde herkes için kapsayıcı bir hayat için ses çıkarmanın tam zamanı.
(BS/EMK)
Kendimi ne zaman bu akışın içinde bulduğumu bilmiyorum, ama nedenini biliyorum. Yılın büyük bir kısmını Latin Amerika edebiyatından seçmeler okuyarak geçirdim.
Uzak kıtanın dillerini bilmemenin ve çeviriye mahkûm olmanın görünmez bir duvar gibi, en azından yarı geçirgen bir zar, bir perde gibi anlatılanın ruhunu tam kavramamı zorlaştırdı. Yine de Latin Amerika ülkeleri ve Türkiye arasındaki tarihsel benzerlikleri hatırlayarak ortak bir duygunun, bir ruh halinin peşine düştüm.
Burada yazacaklarım ve anlatmak istediklerim bir edebiyat analizi ya da metin çözümlemesi değil, edebiyatın toplumcu dışavurumlarına bir güzelleme hiç değil.
En kısa ve basit haliyle söylemek gerekirse, siyasetiniz neyse sanatınız odur. İçinde bulunduğunuz tarihsel bağlamın siyasi iklimi, yalnızca yaşadıklarınızı, karşılaşmalarınızı, maruz kaldıklarınızı belirlemez, o bağlamın düşünce evrenini ve yaratıcılığını da belirler.
Özgürlüklerin siyasetle sınanmadığı, bireylerin sansür ve baskıyla tehdit edilmediği bir ortamda bilimde, sanatta, eğitimde yenilikçi çabalar filizlenir, buna ekonomik güvenceleri de eklediğimizde yaratıcılık sınır tanımaz. Bunun tam tersi bir durumda, daha açık bir ifadeyle otoriter ve totaliter rejimlerin baskısı altında sansür artık bireylerin tüm varoluşuna sirayet etmiş, neredeyse genlerine kodlanmış bir otosansüre dönüşür, tek sesliliğin yüceltildiği bir ortamda tüm diğer sesler kuyularında yankılanmaktan öteye gitmez.
1970’lerde öne çıkan eleştirel kalkınma kuramlarına aşina olanlar Latin Amerika’da beş yüz yıl boyunca hüküm süren sömürgeciliğin neden olduğu sömürü ve az gelişmişlik durumunu bu literatürden tanıyabilir. Andre Gunder Frank’ın 1966’da Monthly Review’da yayınlanan makalesi Azgelişmişliğin Gelişimi (Development of Underdevelopment) başlıklı makalesi, merkez ülkelerle çevre ülkeler arasındaki bağımlılık ilişkisini ve merkez ülkelerin askeri müdahaleler ve ekonomik tahakküm yoluyla bu ülkeleri bilinçli olarak geri bıraktığını tartışır[i].
Bağımlılık teorisi ekolünden gelen ve daha çok ekonomik kökenlere odaklananlar dışında Latin Amerika çalışmaları içinden gelen ve kimlik, özellikle ırk ve kültür konularına odaklananlar da sömürgeciliğin Latin Amerika’daki sosyal ve kültürel sonuçlarını gösterir.
Walter Mignolo[ii] ve Anibal Quijano’nun[iii] çalışmaları sömürgeci tahakkümün epistemolojik sonuçlarına odaklanır ve sömürgeciliğin tasfiyesinde yalnızca ekonomik ve politik bağların değil, zihinsel bağların, sömürgeci düşünme biçimlerinin de çözülmesinin gereğini vurgular. Ancak bu teorik okumalar her ne kadar öğretici olsa ve zengin referanslar içerse de usta bir anlatıcının okuruna hikayesini yaşatan sesine sahip olamaz.
Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları’nda bildiğimiz bir Latin Amerika tarihini, Avrupa........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Robert Sarner
Ellen Ginsberg Simon