menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir kaşık suda fırtına koparıp denize düşeni görmemek

10 10
25.10.2025

Bizim en büyük talihsizliğimiz yaşadıklarımızı irdeleme ve sorunun kökenine inme yetimizin zayıflaması. Neoliberalizmin yarattığı yabancılaşma bizi hayatı bütünlüklü kavrama yetisinden mahrum bırakıyor. Her şeyi biliyoruz hiçbir şeyi bilmediğimiz gerçekliği haricinde. Oysa bildiklerimiz sistemin hegemonya araçlarının kucağımıza bıraktığı karmaşık yığın. Marketlerde satılan dondurulmuş gıdaları andırıyor. Geçici olarak bizi tatmin ediyor ama zarar veriyor. Hap bilgiyi de zihnimizde benzer şekilde eritip düşünme yetimize zarar veriyoruz. Son günlerde dikkatimi çeken iki durum bu gerçekliği bana tekrar hatırlattı.

Bu hatırlama bazı kavramların da artık simgelerden ibaret olduğunu gösterdi bir yandan. Sistemin çelişkilerine dokunmadan sorun çözülebilecekmiş havası veren ve dünyada yıllardır moda olan belli kavramlar var. Bu kavramların aslında nasıl bir görüngüden ibaret olduğu sosyal medya çağında daha çok dikkat çekiyor. Dikkat etmek isteyene tabii. Deneyimlerin nedenleri üzerine düşünmediğimizi gösteren ve kavramların da uçucu olduğu hissini zihnimde güçlendiren iki gelişmeyi irdelemek istiyorum. Bunlardan biri gerçekten acı bir olay. Diğeri de ibretlik.

İbretlik olandan başlamak istiyorum. Zira acı eşiğimiz yükselse de doğal olarak acı olanı daha az hatırlamak istiyoruz. Bir takım engelli örgütleri geçen haftalarda "bir kaşık suda fırtınalar yarattı." Çoğu önemli olayda suskunluğunu muhafaza eden engelli örgütleri ve kişiler de vardı burada en önde koşan. Bu durum kimseye şaşırtıcı gelmemiştir tabi. Yalan bilginin yayılma hızı da alıştığımız bir durum. Bunlar bir araya gelince gerçekten ibretlik bir durum ortaya çıktı. Çoğu paylaşım aynı tornadan çıkmış gibiydi ve şu şekildeydi: "Hak temelli mücadelemiz sonuç verdi. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı engelli kimlik kartıyla tüm Türkiye’de toplu taşıma araçlarına ücretsiz binile bileceğine karar verdi." Bu paylaşımlar da kendi içinde farklılık gösteriyordu. "Yıllar süren hak mücadelemiz" gibi büyük büyük sözlerle kendilerini yüceltenler, bakanlığı teşekkür yağmuruna tutanlar, mücadelenin öneminden dem vuranlar… Sonra bu açıklamaların tümü tek bir açıklamayla güncellendi. Bakanlık böyle bir karar olmadığını açıkladı. Sonrasında bu büyük cümleleri kuran engelli örgütleri "Yanlış bilgiyi paylaştığımız için özür dileriz" paylaşımları yaptı.

İşte olayları irdeleme yetimizin nasıl zayıfladığına önemli bir örnek bu olay. Son yıllarda emeklilikten vergilere birçok alanda var olan pozitif ayrımcılık da diyebileceğimiz haklar çeşitli gerekçelerle budanıyor. Bunun peşine de yukarıdaki paylaşımları yapan engelli dernekleri düşüyor en fazla. Sürece hakimler yani. Buna rağmen hangi mantıkla ülke genelinde toplu taşımanın engellilere ücretsiz olacağına inanıp teyit etmeden yalan haberi paylaşabiliyorlar? Bakanlığı kaynak göstermeden önce bakanlığın sitesine bakmayı hiç biri mi akıl edemiyor? Kaldı ki hangi hak temellilik. Son yıllarda meşhur edilen kavramlardan ve bizim de çok kullandığımız bir kavram aslında hak temellilik. Direkt pozitif ayrımcılığı savunan kanıksanmış sağlamcılar bile kullanabiliyor. Boşuna tüylerim diken diken olmuyormuş demek ki "farkındalık, savunuculuk, hak temellilik" gibi kavramları duyduğumda. Hak temellilik benim de çok kullanmak zorunda kaldığım bir kavram üstelik. İronik değil mi?

Başka bir çelişki de bu grupların bu kadar gücü var da en temel erişilebilirlik sorunlarını bile niye çözemiyoruz. Ankara’nın otobüslerindeki sesli anonsları nasıl çalıştırtamıyorlar mesela.

Gelelim acı olaya. Olay kadar acı olan şeylerden birisi de böylesi bir olayın engelli kimliğiyle toplu taşımaya her yerde ücretsiz binilebileceği yalan haberinin milyonda biri kadar paylaşılmaması ve konuşulmaması. Kadıköy iskelesinde dört engelli denize düşüyor ve birisi yaşamını yitiriyor. Metroda, Marmaray’da iskelelerde onlarca insan yaralanıyor ya da yaşamını yitiriyor farklı zamanlarda. İntihar olarak kayda geçenlerin bile kaçının intihar olduğu bilinmiyor. Erişilebilirlik ve kapsayıcı tasarım hakkı aynı zamanda tehlikelerden korunma hakkı oluyor ve kesinlikle ertelenmemesi gerekiyor. Oysa sürekli çeşitli bahanelerle öteleniyor.

Bizim erişilebilirlik ve kapsayıcılık talebimiz sadece kendimiz için değil. Tüm toplum için saçma sapan gerekçelerle ölmek, yaralanmak, korku yaşamak istemiyoruz. Bundan doğal ne olabilir ki? Benzer olaylardan sonra bahaneler havada uçuşur. Oysa gerekçe ne olursa olsun ölüm ve yaralanmalara neden olabilecek koşulların değiştirilmesi önemli. Belki bir gün olayları mantık süzgecinden geçirmeyi öğrenir, pozitif ayrımcılıklar peşinde koşmaz ve bunları tartışmaya fırsat buluruz. Yoksa iskelelerde, istasyonlarda adım atarken bile kırk kez düşünmek zorunda kalmaya devam edeceğiz.

(BS/AB)

RED dökümanter film gösterimleri için gittiğim Uruguay ve Arjantin’de etkinlikler sonrasında gezmek ve görmek istediğim yerlere gitme fırsatı buldum. Buenos Aires’te Plaza de Mayo anneleriyle tanışmayı, ESMA ve Garaj Olimpo’yu görmeyi çok istiyordum.

Arjantin’de 1976 yılında gerçekleşen askeri darbe ile Isabel Martinez de Peron iktidardan uzaklaştırılmış, yerine içinde Videla’nın da olduğu 3 generalin oluşturduğu Askeri Konsey iş başına gelmişti. Önümüzdeki yıl bu kanlı darbenin 50. seneidevriyesi. Sadece Arjantin değil, bir zincirin halkaları gibi CİA tarafından tezgâhlanan Condor Planı ile koyu bir siyasi gericilik bütün kıtayı kasıp kavurmuştu. En başta sol-sosyalistler olmak üzere on binlerce muhalif bu süreçte katledildi.

1954-1989 yılları arasında Paraguay ile başlayan askeri darbeler, Amerika’nın "Arka Bahçesi" olarak gördüğü bu kıtada sırasıyla 1964-1985 Brezilya, 1971-1978 Bolivya, 1976-1983 Arjantin, 1973-1985 Uruguay ve 1973- 1990 yıllarında Şili’de devam etti. Bu süreçte birbirleriyle iş birliği yapan diktatörlüklerin 60 binden fazla insanın öldürülmesinden sorumlu oldukları biliniyor. Bu zincirleme askeri diktatörlükler bir tesadüf değildi.

Milton Friedman’ın ekonomik modeli olan Monetarizm Şili için ilk deneydi. Geleneksel tarımın yok edilmesi ve kırların kentlere göçü büyük bir işsizler ordusu yaratmış, sermaye için ucuz iş gücü dönemi başlamıştı. Neo liberal politikaların uygulamaya sokulduğu bu süreçte kitle hareketlerine yer yoktu. Sendikaların işlevsiz bırakıldığı, sol-sosyalist örgütlerin ezildiği, toplumsal muhalefetin bir bütün olarak susturulduğu bir ortam yaratılmak isteniyordu.

1975 yılında Şili’nin başkenti Santiago’da bir araya gelen ülke yöneticileri, kendi sınırları içinde rahatlıkla operasyon yapma ve bilgi paylaşımı konusunda anlaşmaya vardılar. Condor Planı’nın motor ülkeleri olarak Şili, Arjantin ve Uruguay öne çıkıyordu. Bu ülkeler içinde Arjantin diktatörü Jorge Rafael Videla, vahşi uygulamaları nedeniyle adından en çok bahsedilen kişi oldu. Videla, daha sonra kendi döneminde işlenen insanlık suçları nedeniyle birkaç kez yargılanıp küçük cezalara çarptırıldıysa da 2010 yılında 31 sol görüşlü mahkûmun Cordoba’da bulundukları cezaevinden alınarak kurşuna dizilmelerinden birinci derece sorumlu tutularak ömür boyu hapis cezasına çarptırılmıştı. Sadece Videla değil o dönemin sorumlularından 30 kişiye daha değişik hapis cezaları verilmişti.

Arjantin’de diktatörlük döneminde sorumluluk almış, işkence ve kaybetme suçları işlemiş olanlar hakkında hala davalar ve soruşturmalar devam ediyor. 2017’nin son ayında Buenos Aires’te "ölüm Uçuşları" yapan uçakları kullanan 3 pilot, insan hakları savunucularının uzun uğraşları sonrasında yargılandıkları mahkemece ömür boyu hapis cezasına çarptırılmışlardı. 17 Mayıs 2013 yılında cezaevindeki hücresinde öldüğünde Videla 87 yaşındaydı. Videla için hiçbir tören yapılmasına izin verilmedi. Nereye gömüldüğü bile bilinmiyor. Arkasında 30 bin kayıp, on binlerce insana yapılmış işkence, tecavüz ve diktatörlük mağdurlarının en az 400 çocuğunu kaçırarak rejim yanlısı ailelere verilmesi, binlerce mal-mülke el konulması, yağma, talan ve kirli bir geçmiş bırakarak gitti.

Buenos Aires’te son iki günümü askeri diktatörlüğün kirli gaddarlıklarının sergilendiği hafıza merkezlerini gezmeye ayırdım. ESMA (Deniz Kuvvetleri Mekanik Okulu) bunların en büyüğü ve gezmek için en iyi düzenlenmiş yerdi. Kapıda beni karşıladılar. Binayı tanıtan bir krokide işkence, sorgu odaları ve ölüm yolculuğuna çıkartılanların tutuldukları yerler işaretlenmişti.

ESMA’da sorgulanan binlerce insandan 5000 kişi kaybedilmişti. Büyük çoğunluğu "ölüm yolculuğu" denen Skyvan PA-51 kargo uçaklarıyla Güney Atlas Okyanusu’nun karanlık sularına atılıyordu. Şimdi bu uçak Esma’da sergileniyor. Kapının girişinde ziyaretçileri karşılayan yazıda şunlar yazılı:

"Bu tur sizi eski Deniz Kuvvetleri Mekanik Okulu’nun tarihini farklı dönemler boyunca yeniden inşa etmeye davet ediyor. Son Arjantin diktatörlüğüne odaklanan tur, aynı zamanda orijinal işlevlerinin boyutlarını ve bir anma merkezi olarak yapısının önemini de ele alıyor. Tarih turu, gelecek nesiller için hafıza ve insan hakları konusunda eleştirel ve öz eleştirel düşünmeyi teşvik etmemizi sağlıyor."

Çok geniş bir alana kurulu Deniz Kuvvetleri Mekanik Okulu, (ESMA) darbe sonrası operasyonel gizli gözaltı ve sorgu merkezi haline getirilmiş ama Arjantin genelinde 750’den fazla irili ufaklı böyle işkence merkezi olduğunu yine ESMA’da dağıtılan broşürden anlıyorsunuz. Operasyonlar gece yarısı başlayıp sabahın ilk ışıklarına kadar sürüyormuş. Önceleri sol-sosyalist militanlar, sendikacılar, öğretmen, gazeteciler ve entellektüellerle başlayan operasyonlar; işkence altında alınmış yeni bilgilerle ve ihbarlarla halka halka yayılarak devam etmiş.

Lıbertador caddesindeki kapıdan giren arabalar........

© Bianet