menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Bir varmış bir yokmuş...

14 0
22.08.2025

Zor günlerden geçiyoruz. Kavramların birbirinin içinde eriyip kaybolduğu; iyi ve kötünün yer değiştirdiği, kötünün değer olarak yükseldiği; tüm toplumun duyarsızlaştığı; her şeyin, düşüncelerin, duyguların, bedenlerin bile tüketildiği; tüm yaşamın gösteriden ibaret olduğu; sistemin bizi acıdan kaçmak için sürekli geçici hazlar peşinde koşturduğu; mutlu olmak adına daha çok yalnızlaşıp anlamsızlaştığımız bir dönem... İnsanların, neoliberal politikalar eşliğinde sistemin köleleri haline getirilerek hayata dair amaçları ve umutlarının ipotek altına alındığı; iktidarların politik çıkarlar uğruna ayrıştırmanın ve maddi menfaatleri korumanın merkezi haline geldiği ve toplumun itaat kültürüyle köleleştirilerek suskun, yoz kitlelere dönüştürüldüğü bir dönem... İyinin yerine kötünün tahta çıkıp sahnede arz-ı endam ettiği bir dönem.

Her gün Yemen’den, Gazze’den, Sudan’dan, Suriye’den yükselen ağıtları duymamıza rağmen; kucağındaki kuşunu, kedisini, köpeğini korumaya çalışarak ölümden kaçan ama yine de zulme karşı direnmek için çırpınan çocukların, kadınların gözyaşlarını, hayvanların canhıraş kaçışlarını görmemize rağmen; tüm bunları hiç etkilenmeden, bir futbol maçı izler gibi izleyip bir yandan da çekirdeğimizi çıtlamaya devam ettiğimiz bir dönem. Bir kadının öldürülüşünü, bir çocuğun çığlığını, bir hayvana yapılan işkenceyi moda reklamı izler gibi aynı duyarsızlıkla seyredip “like” atarak bir sonraki habere geçtiğimiz; ya da —belki de sefalet ve yalnızlık içindeki— evimizde “tek başımıza” yediğimiz yemeğin fotoğrafını çekip sahte mutluluk pozlarıyla paylaştığımız ve sabırsızlıkla “like” almayı beklediğimiz bir dönem. Sevgi ve dostluk ölçümüzün takipçi sayımızdan ibaret olduğu bir dönem...

Zerzan, içinde yaşadığımız dünyayı, üzerinden tüm anlamların sürüldüğü, ruhsuz, boş bir araziye benzetiyor. Haksız da sayılmaz. Mitlerin, masalların, insan hikâyelerinin ve bu hikâyeleri anlatacak dostların olmadığı; sadece kötülükten ve kaostan ibaret, anlam yoksunu bir dünya boş, çorak bir araziden ibaret olabilir ancak. Yine de umutvar olmak gerek. Sonuçta hiçbir şey sonsuz değil. Tıpkı masallardaki gibi her şey nasıl var olmuşsa öyle de yok oluyor. Ve belki umutvar olmak için biraz mitlere, masallara kulak vermek, inanmak gerekiyor.

“Bir varmış bir yokmuş” diye başlar bütün masallar. Çünkü zenginlik-fakirlik, güzellik-çirkinlik, sağlık-hastalık, mutluluk-acı, barış ve savaş... Her şey geçicidir. Ötesi, yaşam geçicidir. Doğumla (bir) var(mış) olan yaşamımız, ölümle (bir) yok(muş) olur. Zaten yaşamın bu bir varmış yokmuşluğundan olacak ki birçok dilde insan kelimesi ölümlülüğe göndermede bulunur. İnsan anlamına gelen Ermenice “mard”, Farsça “mard”, Sanskritçe “marta”, evrildiği kök itibariyle aynı zamanda “ölümlü” bir varlık olmayı ifade eder.

Hiçbir şey sonsuza dek sürmez. Karanlığın ardından aydınlık, kışın ardından bahar, kötü ve felaket dolu günlerin ardından iyi, refah ve mutluluk dolu günler gelir. “Gün olur devran döner...” diye anlatır masallar bu değişimi, dönüşümü. Gün olur devran döner, taht da saray da saltanat da bir var(ken) bir yok(muş) olur. Masallar bize sonlulukla sonsuzluğun, ölümlülükle ölümsüzlüğün, varlıkta olanla yoklukta olanın, istek ve dileklerin, bu dünya ve mümkün başka dünyaların kapısını aralar. İnsan diğer hayvanlara, diğer hayvanlar insana karışır. Gece gündüze, ay güneşe, güz yaza karışır. Mevsimler geçer kış yaza kavuşur. Pire berber, deve tellal olur; yeni doğan bebek kendini anasının beşiğini tıngır mıngır sallar........

© Bianet