menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Barışa giden yol: KHK adaletsizliğiyle yüzleşmek

12 2
15.06.2025

"KHK mağdurlarına adalet gelmeden, bu ülkeye gerçek barış gelmez."

Türkiye, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) sürecinde, Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) yoluyla yüz binlerce insanın hayatını köklü biçimde etkileyen bir süreç yaşamıştır.

Bu süreçte sadece darbe girişimiyle doğrudan ilişkili olanlar değil, sendikal faaliyet yürüten, muhalif görüş beyan eden ya da herhangi bir yargı kararı olmaksızın "güvenlik riski" olarak görülen birçok kamu çalışanı görevlerinden ihraç edilmiştir.

Bu ihraçlar, hem bireylerin temel hak ve özgürlüklerini zedelemiş, hem de toplumun adalet duygusunu derinden sarsmıştır.

OHAL KHK’leriyle gerçekleştirilen ihraçlar, yargı denetimine kapalı olmaları sebebiyle hukukun temel ilkelerine aykırı bir yapı arz etmiştir. İhraç edilen birçok kişi, haklarında herhangi bir adli soruşturma olmamasına rağmen, savunma hakkı tanınmadan kamu görevinden uzaklaştırılmıştır.

Bu durum, "masumiyet karinesi", "adil yargılanma hakkı" ve "hukuki güvenlik ilkesi" gibi evrensel hukuk normlarının ihlali anlamına gelmektedir (AİHS, Madde 6; AYM, 2019).

Toplumsal barış, yalnızca silahlı çatışmaların sona ermesi değil, aynı zamanda toplumun farklı kesimlerinin birbirine güven duyarak birlikte yaşayabileceği bir zeminin inşa edilmesidir. Adalet duygusunun zedelendiği, insanların "yaşanmışlıklarının" yok sayıldığı ve kamusal alandan dışlandığı bir ortamda barış inşa edilemez.

İhraç edilen kamu emekçileri yalnızca işlerini değil; aynı zamanda meslek onurlarını, yıllarca emek verdikleri birikimlerini, sosyal çevrelerini, ekonomik güvenliklerini ve yaşam motivasyonlarını kaybetmiştir.

Bu insanlar, bir sabah yayımlanan bir KHK ile sorgusuz sualsiz "terörle iltisaklı" ilan edilerek hem mesleklerinden uzaklaştırılmış hem de sosyal hayattan dışlanmıştır. Ne yazık ki bu süreçte yalnız bırakılmış, hak mücadelesinde destek görememiş, ne siyasi iktidar ne de muhalefet tarafından tam anlamıyla sahiplenilmiştir.

Toplumsal vicdanda yankılanması gereken bu büyük adaletsizlik, zamanla sessizliğe terk edilmiş, medya organlarında görünmez hâle gelmiştir. Gittikçe yalnızlaştırılan KHK mağdurları, “görülmeyen bir topluma” dönüştürülmüştür.

Bu durum, yalnızca bireysel trajediler yaratmakla kalmamış, aynı zamanda kamuya olan güvenin ciddi şekilde zedelenmesine, toplumun farklı kesimleri arasında güvensizlik ve kutuplaşmanın derinleşmesine, devlet-toplum ilişkisinin onarılamaz biçimde yıpranmasına neden olmuştur. Zira adaletin olmadığı yerde, vatandaşlık bağı zayıflar; mağduriyetlerin görmezden gelindiği bir düzende toplumsal barışa ulaşmak neredeyse imkânsız hâle gelir.

İhraç edilen kamu çalışanlarının görevlerine iadesi, yalnızca bireylerin yaşadığı mağduriyetlerin telafisi değil, aynı zamanda devletin topluma yönelik güven tazeleme fırsatıdır.

Devletin, hatalı uygulamalar konusunda geri adım atabilmesi, toplumsal uzlaşının yeniden inşası için güçlü bir adım olur. Bu bağlamda görevlerine iade edilecek kamu emekçilerinin, geçmişte olduğu gibi toplum yararına hizmet üretme kapasitesine sahip oldukları unutulmamalıdır.

OHAL sürecinde özellikle kamu emekçileri sendikalarına üye olan bireylerin, sırf bu üyelikten ötürü ihraç edilmeleri, Türkiye'de örgütlenme özgürlüğüne dair ciddi bir tehdit oluşturmuştur. Oysa sendikal haklar, demokratik bir toplumun temel taşlarından biridir (ILO Sözleşmeleri, AİHM Kararları). Bu bağlamda, görev iadesi süreci aynı zamanda demokratik katılım kanallarının yeniden açılmasına da hizmet edecektir.

AİHM, Türkiye'deki KHK ihraçlarıyla ilgili birçok davada, başvurucuların iç hukuk yollarının etkisizliğini ve yapılan ihlallerin ciddiyetini vurgulamıştır.

AİHM'in bu kararları, uluslararası hukuki normlar bağlamında Türkiye’nin atması gereken adımlara ışık tutmaktadır. Bu kararlar, sadece yargı mekanizmasına değil, aynı zamanda siyasete de sorumluluk yüklemektedir.

Toplumsal barışın inşası, yalnızca "suskunluk" ya da "güvenlik politikaları" ile sağlanamaz. Gerçek ve kalıcı barış, hakikatin tanınması, mağduriyetlerin giderilmesi ve hukukun üstünlüğünün yeniden tesis edilmesiyle mümkündür. Bu bağlamda, OHAL KHK’leriyle hukuksuzca ihraç edilen kamu emekçilerinin görevlerine iadesi, sadece bir "insan hakları" sorunu değil, aynı zamanda bir "barış politikası" ve "demokratik sorumluluk" meselesidir.

Bu adımı atmak, toplumsal adaletin yeniden tesisi ve devlet ile toplum arasındaki güven bağının onarılması açısından tarihsel bir fırsattır.

Bu çağrı yalnızca iktidara değil, aynı zamanda kendisini demokratik değişimin taşıyıcısı olarak konumlandıran muhalefete de yöneliktir. Zira sessizlik, adaletsizliğe ortak olmak; görmezden gelmek ise toplumsal vicdandan kopmak anlamına gelir.

Gerçek bir demokrasi ve ortak yaşam inşa edilecekse, bu sessizlik bozulmalı, KHK mağdurlarının sesi duyulmalı ve hakları iade edilmelidir.

(AÖ/EMK)

1925’te, İtalya Başbakanı Benito Mussolini’nin faşist rejimine karşı yayımlanan tarihi açık mektubun üzerinden bir asır geçti. Bugün, yüz yıl sonra geri dönen faşizm tehdidine karşı, aralarında 422 entelektüel, sanatçı ve bilim insanı, aynı kararlılıkla ses yükseltme çağrısı yaptı.

Aralarında Baskın Oran, Dani Rodrik, Daron Acemoğlu ve Zehra Kabasakal Arat’ın da bulunduğu, dünyanın dört bir yanından 422 bilim insanı, filozof, yazar ve sanatçının imzaladığı, “Bir Asır Sonra: Faşizmin Geri Dönüşüne Karşı Yenilenmiş Açık Mektup” başlıklı çağrının tam metni şöyle:

1 Mayıs 1925’te, Mussolini iktidardayken, bir grup İtalyan entelektüel Mussolini’nin faşist rejimini açık bir mektupla kınadı. İmzacılar –bilim insanları, filozoflar, yazarlar ve sanatçılar– özgür bir toplumun temel ilkeleri olan hukukun üstünlüğü,........

© Bianet