1095, 1860, 1948, 2024: Unutulmazlar!
UZUN yıllar ABD’nin dört bir köşesinde yaşamanın ve sürekli seyahat etmenin sonucu, her yerde birçok Yahudi arkadaş edindik. Aslında bunların çoğunun Yahudiliği, oralardaki bizim Türklerin Müslümanlığına çok benzerdi. Ya da ABD’nin resmi olmasa da çoğunluk dini olan Hristiyanlar arasındaki arkadaşlarımızın Hristiyanlığı da aynen bu Yahudi ve Müslüman dostlarımızınki gibi, dini olmaktan çok kültürel idi.
Konserler için yaptığımız uzun seyahatler sırasında, zaman geçirmek için aklınıza gelebilecek her konu ortaya atılır ve Arizona’nın çöllerinde, havayı daha da ısıtan tartışmalar yapardık. Bu tartışmalarımızdan birinde, yanımda oturan Sefarad Yahudisi olan Sevillalı gitarist arkadaşımıza sormuştum: “Siz Yahudiler neden “seçilmiş millet” olduğunuza bu kadar inanırsınız?”
Arkadaşımız, sorumuzu fazla ciddiye almazmış türünden bir el hareketi ile cevaplamıştı ve Yahudiliğin iç yapısındaki kültürel öğelerden birini, biraz daha anlamıştık böylece. Cevap aslında o kadar karışık da değildi. Aynen diğer din ve etnik kültürlerin yarattığı söylemlerden oluşan bir cevaptı. Ona göre, her Yahudi çocuğu, daha çok küçük yaşlardan itibaren gerek aile içinde gerekse de okulda kendilerinin “Tanrının seçilmiş milletinden” olduğunu ve o sebepten de bu insanlık kalabalığı içinde, çok özel bir yere sahip kılındıklarını öğrenirlermiş. Tüm çocukluk ve ilk gençlik böyle geçer, ama bir kere dış dünyaya açılmak zorunda kaldıkları zaman gelince, bu “Tanrının özel evlatları” miti yavaşça gevşemeye başlar. Hele de üniversite yılları gelip çatınca, hayatın Yahudi, Hristiyan veya Müslüman herkesin başına aynı tür belaları açtığı ortaya çıkar. Bu noktadan itibaren, biraz hayal kırıklığı ile de olsa, hayatın eşitleyici macerası içinde, hiç kimsenin o kadar da “özel ve seçilmiş” olmadığı öğrenilir. Hele de........
© Aydınlık
