Yazar ve yazgı
Samuel Beckett’in incelemesinden, 1930’ların Fransa’sında Marcel Proust’un çok az okunduğunu öğreniyoruz. Modern zamanın en önemli yazarlarından birinin kendi vatanında az okunması garip gelebilir insana, oysa az okunmak büyük bir yazarın başlangıçtaki yazgısı. Onlar, çağların kalabalığı içinde duyulmayan bir ses, yalnızca birkaç kulakta yankılanan bir fısıltıdırlar, başlangıçta.
Kuşkusuz bir emek işi Proust okumak. Hakkını vermek zaman işi. Proust’un erkek kardeşinin şöyle söylediğini okumuştum: Diyesiydi ki, Kayıp Zamanın İzinde romanını okuyabilmek için insanlar ya bacağını kırmış olmalı ya da hasta… Tek sorun bu değildi ama. Proust’un yapıtı, edebiyat tarihinin o güne kadar alışılmış olan tüm yollarının dışında bir yol açıyordu. Proust, artık edebiyatın başka türlü yol alacağını müjdeliyordu ama bunu kavramak zaman alacaktı. Onun her bir cümlesinden bir bilinç kalıntısının, kurguladığı her bir anın en küçük parçasından bütün bir zamanın derinliği taşmaktaydı. Bu yüzden onun yapıtında zaman, geçmişle şimdinin, düşle gerçeğin iç içe geçtiği bir sonsuzluk durumuydu. Böyle bir yapıt, çoğu okur için kolay hazmedilir olamazdı. Nitekim, kitabı basması istenen ilk yayıncı, bu şaşkınlığı yansıtmış; uyumaya çalışan bir adamın yatakta debelenmesinin neden otuz sayfa anlatıldığını asla anlamamıştı. Oysa Proust için o “otuz sayfa” yalnızca bir hareketin değil, zamanın betimiydi. Onu gerçekten kavrayacak olan da ancak zaman ve sabırlı okur olacaktı.
“Anlaşılmaz olaylar içinde boğulduktan, acılar içinde kıvrandıktan, bir........
© Aydınlık
