İslâm Sağ Mı Sol Mu? Tarihsel İdeo-Politik Sorunsal
İslâmiyet liberalizme mi yoksa sosyalizme mi daha yakındır? sorusu uzun yıllar siyaset bilimi ve ilahiyat uzmanlarını meşgul eden bir konu olmuştur. İslâm’ın sosyal adaletçi yönünün olduğunu herkes kabul etmektedir ancak İslâm gerçekten de benimsenmiş bir yoksulluğu mu öneriyor? İslâm fakire yardım etmeye dayanır ama fakirliği kökünden silme niyetinde midir? İslâm insanlar arasında mutlak eşitliği öngörüyor mu? İslâm’ın bir ekonomi-politiği var mıdır? İslâm’ın sosyalizm ve liberalizm ile örtüştükleri noktalar nelerdir? Türkiye’de İslâmcı kesim ile sosyalistler arasında yaşanan uzlaşmaz çelişkiler nelerdir? Türkiye’deki İslâmcılar, İslâmi bir devlet kurulmasını istiyorlar mı? Türkiye’deki İslâmcıların hayal ettikleri devlet tarzı nedir?, Türkiye’deki İslâmcılar serbest piyasacı mı yoksa devletçi midir? Neden eleştirel bir Müslümanlık yaratılamıyor? İslâmcılardaki Tanrı-insan ilişkisi nasıldır? İslâm’ın köle-efendi diyalektiğine olan bakış açısı nedir?
Makalemde somut durumun somut tahlilini yaparken bu soruların cevabını vermeye çalışmıştır. Tezlerimi güçlendirebilmek için pek çok yerli ve yabancı kaynağa başvurdum ayrıca dinsel metinlerden alıntılar yaparak düşüncelerimi diyalektik bir alanda tartışmaya açık hale getirdim. Çalışma, eleştirel eleştirinin eleştirisi üzerine kuruldu ve neden-sonuç bağıntısı dikkate alınarak hazırlandı.
19. ve 20. yüzyıl modernist ilerlemeci-pozitivist düşüncenin hakimiyeti içerisinde geçmiştir. 20. yüzyıla gelindiğinde dünyadaki olayları yorumlayabilen iki ideoloji vardı: “Sosyalizm ve kapitalizm”. Bu iki ideo-politik yorumlardan Sovyet sosyalizmi 1991’de çöktü. Ancak bu iki ideolojinin dışında bazı siyasi-toplumsal hareketler de mevcuttu. Sosyalist ideologlar 20. yüzyılın sınıf mücadelesi ekseninde sosyalist devrimler olacağını varsayıyordu ancak böyle olmadı. 20. yüzyıl ulusal kurtuluş mücadelesine sahne oldu. Milenyum çağında modernist fikirlerin de gerilemeye yüz tuttuğu görüldü. Modernist düşüncenin yerine moderniteye eleştiriler getiren post-modernizm ortaya çıktı. Post-modernistlerin temel tezlerinden birisi şudur: “Küreselleşme ile birlikte insan yaşam standardı homejenleşecektir.” (Bilgen, 2014: 6). Ancak post-modernistlerin varsayımı da şimdilik doğru çıkmadı. Çünkü fakir-zengin arasındaki refah seviyesi ters orantılı biçimde artmaktadır.
Tarih, geçmişten günümüze güçlüler ve zayıflar şeklinde mücadeleye tanık olmuştur. Babek isyanı, Şeyh Bedrettin isyanı, Kalendiriler isyanı, Sicilya isyanı, Spartaküs isyanı gibi olaylar diyalektik olarak düşünüldüğünde tezimizi doğrulamaktadır. Ancak modernist-ilerlemeci ve pozitivist düşünceye en çok zarar veren gelişme ise 1979 İran İslam Devrimi olmuştur. Sovyetlerin dağılması ise sağ popülizmin güç kazanmasına sebep olmuştur. Şu anki proseste mazlumların hakkını arayabilecek bir mekanizma söz konusu değildir. Post-modernizmin belki de en zayıf yanı da buradadır. Çünkü dünyada Bezos, Buffett, Elon Musk gibi zenginler dünyadaki kaynakların büyük bir bölümünü elinde bulundururken az gelişmiş ülkelerde yaşayan insanlar ciddi olarak geçim sıkıntısı yaşamaktadır. Bu sorunu çözmek için ciddi bir medeniyet ihtiyacı görülmektedir. Örneğin; COVID 19 sürecinde aşıların ’i gelişmiş ülkelerde stoklanırken, az gelişmiş ülkeler aşılardan yararlanamamıştır. İnsanlığı ilgilendiren virüs sorununda tekelci ilaç şirketleri patent hakkını bahane ederek daha fazla kâr elde edebilmek için virüsün yayılmasına göz yummuştur. Sosyal adaletin sağlanması kapitalizm yerine daha adil bir ekonomik modelin tasarlanması ile sağlanabilir (Bilgen, 2014: 14).
Fundamentalistler de kendi düşünceleri ölçüsünde adaletin sağlanabilmesi için çözümlemelerde bulunmuştur. Orta Çağ’da servet biriktirmeyi yasaklayan Katolik Kilisesi’ne en büyük tepkiyi Lutherciler ve Kalvinciler vermiştir. Ancak bahsedilen dini tarikler servet biriktirmeyi ve ticareti öğütlerken emek sömürüsü noktasında herhangi bir tasavvurları olmamıştır. Aynı düşünüş tarzını serbest piyasacı İslamcı ideologlarda da görebiliriz.
İslâm’ın doğuşundan önceki dönemin çok da adaletli olduğunu söyleyemeyiz. Cahiliyye denilen dönemin temel dünya görüşünün “Nihilizm” olduğunu ifade edebiliriz. Bu dönem, güçlünün ayakta kaldığı, zayıfın ise hiçbir özlük hakkının olmadığı bir dönemdi. Kur’an Bedeviliği azgın bir dönem olarak niteler. Kur’an ciddi biçimde Bedevi karşıtı retoriği vardır. “Bedeviler (A’rab) inkâr ve nifak bakımından ileri ve Allah’ın peygamberine indirdiği hükümlerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındır.” Bedevilerin öylesi vardır ki (Allah yolunda) harcayacağını angarya sayar ve sizin başınıza belalar gelmesini bekler. O kötü bela kendi başlarına gelmiştir. Allah işitendir, bilendir.” (Tevbe: 97; Cesur, 2014: 23-24).
Mevdudi ve Seyyid Kutub gibi köktendinci İslamcı düşünürlerin yanında Ali Şeriati gibi Sosyalist İslamcılar da yok değildir. Mevdudi ve Seyyid Kutup gibi düşünürler özel mülkiyeti kutsarken Ali Şeriati bu meseleye mesafeli yaklaşmıştır ve Şeriati gençliğinden ölümüne kadar fikirlerinde istikrarlı olabilmiştir. Bu nedenle Şeriati hayatı boyunca linçe uğramıştır. Liberal İslamcılar olduğu gibi sosyalist İslamcılar da mevcuttur. Ama Bertrand Russel gibi aydınlanmacılar içerisinde Maksizm ve liberalizmin etik değerlerinin kompozisyonunu yapanlar da yok değildir (Kayaoğlu, 2014: 53). Marksist liberaller ya da sosyal liberaller denmektedir bu görüşü savunanlara. Liberalizm-Marksizm’in örtüştüğü yerler yok değildir ancak amaca ulaşmada farklılıklar vardır. Liberalizm de Marksizm gibi özgür birey ve az devlet düşüncesiyle hareket eder ancak Marksizm’in tarihin itici gücü olarak gördüğü sınıf mücadelesini red ederler. Aslında liberalizmde yer alan kendi kendine devirdayım edebilen serbest piyasa anlayışının ütopya olduğunu ifade edebiliriz. Ütopik serbest piyasayı savunan İslami iktisatçılar da çıkmamış değildir. Örneğin; Sakızlı Ohannes Paşa, Cavit Bey, Keçecizade Fuat Paşa… vd.
Liberalizm ve sosyalizmin Aydınlanma düşüncesinin ürünü iken, muhafazakârlık bunların karşıtı olarak anılır. Ancak muhafazakâr düşünce iki düşünceden de yararlanmıştır. Çünkü sosyalizm ve liberalizm muhafazakâr düşünce ve makro-mikro milliyetçilikle alaşımlandı (Kayaoğlu, 2014: 74).
İslâmcı düşüncenin aydınlanma düşünceleriyle temel bir sorunu vardır. Bu sorun İslâmcılığın çoğulcu anlayışa sorunlu yaklaşmasından kaynaklanır. Aydınlanma düşüncelerinde bireyler özel hayatında “Ateist, Sünni, Kürt, Alevi” olabilir kamusal yaşama yansıtmadığı takdirde (Kayaoğlu, 2014: 81) ancak İslâmcı muhafakârlığın kimliklerle temel olarak kamusal ve özel alanda sorunlar yaşamaktadır. Bu durum ise muhafazârlıkla liberalizm ve sosyalizmin enternasyonal düşüncesiyle uzlaşmaz bir çelişkiye düşmesine yol açmaktadır.
Makalemde konuyu işlerken şu diyalektikte sorunsalı analiz edeceğim. “Tez (insan) Antitez (madde)= Sentez (eylem)” Aydınlanma düşünceleri ile İslamcı felsefeyi kıyaslayarak başlayabilirim.
Aydınlanma düşüncesinden Marksizm ve Liberalizm felsefi açıdan uzlaşmaz çelişki içerisinde değildir. İkisi de ampirik ve usçudur. Ancak siyasal açıdan ciddi biçimde ayrışmaktadırlar. (Russell, 2000: 151) Bir diğer ayrım ise liberalizmin bencil bireyciliği ile Marksizm’in dayanışmacı toplumculuğudur. Liberaller ise Marksistlerin toplumculuğunu bireylerin özgürlüğünü kısıtladığı gerekçesiyle eleştirmektedir. Bu süreçte muhafazakârlar da liberaller gibi Marksizm’in toplumculuğuna karşı çıkarlar. Hatta İslamcılar sorunu daha da ileri götürerek toplumcu düşünen herkesi Marksistlikle suçlarlar. Ancak Marksistler de liberalleri bireyi ezen bireyciliklerinden dolayı red ederler. Althusser ise bu konuda liberal Aydınlanma ile Marksizm’i entegre görmektedir. Çünkü ona göre, Marx liberal Aydınlanma’nın içindeyken Marksizm’i bilimselleştirmiştir. Muhafazakâr ve liberal aydınlar klasik Marksizm’in dogmatik olduğunu iddia ederler ancak Marksizm’in sosyalizm gelse dahi çelişkilerin devam edeceğini ifade ettiklerini gözden kaçırırlar. Marksist Thorez bu konuda şunu ifade etmiştir: “Eleştiri ve özeleştiri bizim günlük ekmeğimizdir.” (Politzer, 2015: 93)
Metafizikçi düşünce doğa ve toplumsal olaylar konusunda her zaman edilgendir. Ancak Marksist diyalektikçiler tersini savunmaktadırlar. Metafizikçilere göre doğaüstü olaylar ve toplumsal bunalımlar Tanrı’nın insanoğluna geçici olarak verdiği sıkıntılardır. Oysa Marksistler bu olayların çözümü için eylemde bulunmayı salık verir. Metafizikçilere gore 1789 Fransız İhtilali, Paris Komünü, 1917 Bolşevik Devrimi’nde insanlar ikincil plandadır ve tarihte olması gereken olayları Tanrı bilmektedir yani insanların özgür iradesi bir yere kadardır. Muhafazakârlık genel olarak teslimiyetçiliği ve tevekkülü öğütler. Kaderi değiştirmek için harekete geçmenin önemini kavrayabildikleri tartışmalıdır. Gerçek bir Marksist ise çekingen bir materyalizmi red eder. Sürekli eylem içerisinde bulunmayı öngörür. Örneğin; Marksim, Gorki’nin “Ana” kitabında kaderciliğe boyun eğmiş bir yaşlı kadın önyargılarını yıkarak sağlam bir devrimciye dönüşür. Materyalist Marksizm’in toplumsal meselelere bakış açısını bu romanda açıkça görebiliriz.
Marksist tarih felsefesine göre; doğa zıtların çarpışmasıyla devam etmektedir. Bu mücadelede pasifizme yer yoktur. Ancak metafizikçi anlayış da bur durum son derece sorunludur. Zira her şeyi bilen ve gören bir Tanrı olduğu için dindar bir metafizikçi edilgen kalmayı tercih edip Tanrı’nın lütfunu bekleyebiliyor. Ancak İslâm medeniyetinin içinde durağanlığı değil, harekete geçmeyi öngörebilen önemli insanlar da çıkmıştır. Ebuzer el-Gıfari gibi ilkel-komünal yaşamı tercih edenler de yok değildir. “Gece aç geçirip de kılıcına davranmayanın aklına şaşarım” diyen bu sahabe aslında Marksistlerin doğa ve toplumsal olayları yorumladıkları gibi hayata bakmaktadır (Şeriati, 2008). Alturist bir yaşamı tercih eden Ebuzer aynı zamanda köle-efendi diyalektiğinde düşündüğü için döneminin muktedirlerinin de tepkisini çekmiştir. O hâlde hangi din sorusu gündeme gelebilir.
İslâm’ın demokrasi ile ilişkisini olumlu veya olumsuz gören anlayışlar mevcuttur. İslâm’ı demokrasi ile uzlaşmaz görenler ve İslâm’ı demokrasi ile uzlaştırmaya çalışan sivil toplumcu anlayış. Birincisini savunanlar İslâm’ın çoğulculuğun, laikliğin, modernitenin karşıtı olduğunu iddia etmektedir. Ancak İslami hareketlerin günümüzde orta sınıf bir kimliğe büründüğünü söyleyebiliriz. Kendilerine ait bir entelektüel ortam yaratmışlardır. (Uysal, 2009: 18) Liberal demokrasinin dayattığı yönetim ve kültür ortamına karşı çıktığımı söyleyebilirim. Ancak sorulması gereken sorunun şu olduğunu söyleyebilirim: “Kimlik siyasetine dayanan İslami hareketlerin çoğulculuğu nasıl sağlayacaktır?”. Çünkü demokrasinin olmazsa olmazı: “Etnik ve dinsel kimlikleri barış içerisinde yönetebilmektir.Bu da çoğulcu yönetimle olabilir.”
İslâmcı kesimden siyasal ve ekonomik düzen olarak üç yaklaşım vardır. Birinci yaklaşım, serbest piyasacı anlayış. İnsanlar başkalarının hakkına tecavüz etmediği müddetçe mülk edinmede serbest kalmalıdır. İkinci yaklaşım, insanların mülk edinmesi sınırlandırılmalı ama herkes mülkiyete sahip olmalıdır.........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein