Sosyal medya ve beğenilme
Doğum zor bir süreçtir. Çoğu zaman oldukça uzun bir süreçtir. Ancak “uzun” ve “kısa” görecelidir; acı çeken için zaman, olduğundan daha da uzar. Doğum anı, acının, özlemin ve merakın sona erdiği andır. Bu, rahatlama, huzur ve “hele şükür” anıdır. Gülümseme… Çoğu bebek dünyaya geldiğinde, karşısında ona gülümseyen bir anne bulur. Sonra “gözün aydın”lar gelir; bebeği kucağına alan, doğumuna sevinen halalar, teyzeler, amcalar, dayılar… Bu an, sadece anne ve bebeğin değil, tüm ailenin bir araya geldiği, sevincin paylaşıldığı özel bir andır. Yeni bir hayatın başlangıcı, aynı zamanda bir ailede yeni bir bağın, yeni bir sevginin de filizlenmesidir.
Tıpkı bu ilk deneyimdeki gibi, farklı bir dünyaya adım atan çoğu insan gülümsemeyle karşılanmak ister. Turist, indiği ülkenin havalimanında; göçmen, yerleşeceği yeni ülkede; öğrenci, ilk defa adım attığı sınıfta; hasta, hastanede; bizler, bir devlet dairesinde… Herkes, varlığının sıcak bir tebessümle karşılanmasını diler. Bu gülümseme, kabul edildiğimizi, istenen ve değer verilen biri olduğumuzu hissettirir.
Çünkü varlığımızın bir yük gibi algılanması, istenmeme duygusu, insan için ağır bir yük olabilir. Gülümsemek, yalnızca bir jest değil, insana varoluşunun hoş karşılandığını hissettiren güçlü bir mesajdır. Bu beklenti ve ilişkinin başlangıcında, ilişkinin akışını şekillendiren bu ilk an, zamanla “pozitif psikoloji”nin temel dayanaklarından biri haline geldi. “Hayata gülümseyin,” “güne gülümsemeyle başlayın” gibi telkinler, insan ilişkilerinde sıcak bir tebessümün yarattığı güven ve kabul hissinin önemine dayandı. Bu basit eylemin ruh halini olumlu yönde etkilediği fikri, zamanla hayatın her alanına yayılarak yaşamı güzelleştirebilme umuduna dönüştü. Gülümsemenin, yalnızca bireysel mutluluğu değil, toplumsal ilişkileri de iyileştirebileceği inancı yaygınlaştı.
Bu eğilim, sosyal medyada da güçlü bir şekilde devam ediyor. Beğenilmek… “Önemseyin beni, beğenin beni, sevin beni…” Sevmek, insanlar arasındaki ilişkilerde oluşan özel ve müstesna bir bağa verdiğimiz isimdir. Ancak, sanatçılar sıkça “Ben hepinizi seviyorum” der. Bu söylemde ise müstesnalık ve özellik kaybolur. Aslında bu, izleyiciyi aynılaştıran, özel olmaktan çıkaran bir söylemdir. Yani ‘hepinizi çok seviyorum’ aslında ‘hiçbirinizi sevmiyorum’ anlamına gelir. Kısacası popüler sanatçılar bizi değil de bizim onları çok sevmemizi çok severler.
Bu durum, tamamlayıcı narsizme örnek teşkil eder. Sanatçı, beğenilmenin peşindeyken; izleyici de önem verdiği sanatçı tarafından beğenilme arzusundadır. Bu söylemdeki “özel” olan şey, aslında karşılıklı gereksinim ve beklentilerin birbirini tamamlamasıdır. Tamamlayıcıdır çünkü bir taraf, kendisinde eksik olanı diğerinden alırken, aynı anda karşı tarafa da onun eksik olanını sunar.
Sosyal medya da bu “beğenme ve beğenilme” üzerinden işleyen tamamlayıcı narsistik bir sistemle çalışır: Beğen beni, beğeneyim seni. Beğenilmek için, kişi kendisini sergiler. Hatta bu kendilik, başkalarından alınmış, kopyalanmış ve sunulmuş bir imaj bile olabilir. Ancak yine de temelde aynı talep vardır: Beğen beni. Bu tutum, kişinin gereksinimlerini karşılamak adına takipçilerine bağımlı hale gelmesine yol açar. Takipçilerin nabzına göre hareket etmek, beğenilmenin bir koşulu haline gelir. İlginç bir şekilde, insanın çok beğenilmesi, çoğu zaman sıradanlık ve ortalamayla daha mümkün hale gelir. Bu bağlamda, sosyal medya, vasatlığın ve ortalamanın hüküm sürdüğü bir alan haline gelir. Çoğu insanın vasat ve ortalama olduğu bir dünyada, insanlar birbirlerine daha çok benzer hale gelir.
Bu benzerlik içerisinde, bir sanatçı ya da sosyal medya fenomeni kaza geçirdiğinde, on binlerce insan geçmiş olsun dilekleri yayınlar. Aynı cümlenin on binlerce kez tekrarı… Bu tekrarın sıradanlığında, öne çıkma, farklı olma ve diğerlerinden ayrışarak özgünleşme telaşı başlar. İşte bu noktada, saldırganlık bir araç olarak öne çıkabilir.
Sosyal medya, küfürlü ve tabulara saldıran içeriklerin sıklıkla görüldüğü bir mecra haline gelir. Ancak, bir süre sonra tabulara saldırmak da ilginçliğini yitirir. Sürekli farklı olma çabası, bu saldırganlık eğilimini beslerken, toplumsal dinamikleri daha da kutuplaştırabilir. Bu döngü, sosyal medyada vasatlık ve saldırganlık arasında gidip gelen bir kısır döngü yaratır.
Günümüzde bu meseleler bile giderek temsili bir hal almaya başladı. İnsanlar artık bir paylaşımın nasıl karşılanacağına ya da bir tartışmaya nasıl yanıt verileceğine yapay zekâ aracılığıyla karar veriyor. Tartışmalar, hatta çatışmalar bile yapay zekâ üzerinden sürdürülür hale geldi.
Bu durum, insanları kendi kavgalarının ve tartışmalarının bile birer izleyicisi haline getiriyor. Gerçek bir yüzleşme ya da samimi bir etkileşim yerine, başkalarının ya da algoritmaların yönettiği bir simülasyona tanıklık ediyoruz. Bu temsil dünyası,........
© Artı Gerçek
