menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Psikolojinin pisliği 6 - Sosyal medya terapileri/Doğan Cüceloğlu…

66 1
30.03.2025

Sosyal medya terapilerine örnek olarak Doğan Cüceloğlu’ndan bazı alıntılara bakacağım. Çok bilinen ve sevilen bir psikolog olan Cüceloğlu, psikolojiye olan ilginin artmasında önemli bir kişi. Kendisi, sevdiğim ve psikolojiye olan ilgimi şekillendiren biri. Son dönemde eleştirel düşünmeden, adeta kutsal bir ayetmiş gibi sıkça alıntılanıyor… Belki de bu yazdıklarımı ödipal bir asilik, nankörlük olarak görebilirsiniz ve haklı da olabilirsiniz.

“Mükemmel değil merhametli çocuklar yetiştirin. Karıncaları ezmeyen, ağaç dallarını kırmayan, çiçekleri ezip geçmeyen, sevgiyi ve hissetmeyi bilen çocuklar.”

İlk okuyuşta insanda pozitif duygular yaratan bir söylem… Ancak bu ifade, bana mükemmellik yerine yeterliliğe vurgu yapan ve bunu ‘yeterli anne olma’ olarak tanımlayan Donald Winnicott’u hatırlattı. Çocukları çocuk olmaktan çıkarın da melekleştirin gibi söylemiş… Ya anne/baba sevgiyi, hissetmeyi bilmiyorsa… Halk evlerinde el işi kursları vardı bir zamanlar ama ‘sevmeyi öğrenme’ kursları yoktu

Baştan söyleyeyim. Ben merhamete gerek olmayan bir dünyayı özlüyorum… Merhametin olduğu dünyada alttakiler/üsttekiler, güçlüler/ güçsüzler, zalimler/merhametliler var. Ve Cüceloğlu merhamet öneriyor… Ancak “merhametli çocuklar yetiştirmek” önerisinde, merhametsizlik yaşayan, yani zulüm gören insanları da hesaba katmak gerekir. Bu söylem, aslında zulmün kabulünden sonra yapılacak olanın bir tanımı gibi duruyor: Zulme karşı tepki göstermekten çok, zulmü hafifletecek ve mağdura empati gösterecek çocuklar yetiştirmek… Mükemmellik imkânsızdır ve mükemmel olmak başarılamadığında, birey sürekli yetersizlik duygusu yaşar. Yaptıklarının mükemmel ol(a)maması, bireyin özgüven ve özdeğer duygusunu sürekli tırmalar.

Ama insan olmak, doğadan çalarak yaşamak demektir. Burada, fail olmadan yaşanabilirmiş gibi bir söylem var. Oysa insan, doğaya fail olmadan varlığını sürdüremez. İnsan doğanın failidir. Ağaçlar insanlar toplasın diye elma vermez; tavuklardan yumurta, arılardan bal çalıyoruz. Koyunları, tavukları keserek ve onları besine dönüştürerek yaşıyoruz.

Sosyal medyada bu tür söylemler, bağlamından koparılarak ve konular izole edilerek anlatılıyor; sonuçta ortaya bir tür orta sınıf hümanizmi çıkıyor. Küçümsemek için söylemiyorum (belirleme olarak söylüyorum), ancak insanoğlu, dalları kırarak ve onları ısınma için kullanarak var olmuş. Merhamet ve insan doğası üzerine yapılan bu tür idealist öneriler, insanın doğadaki yerini ve hayatta kalma mücadelesini göz ardı ediyor. Ben merhamete gerek olmayacak bir dünya özlüyorum. Merhametin olduğu dünyada hiyerarşi, eşitsizlik ve adaletsizlikler de var.

“Çocuğunuzu, aile içinden veya dışından biriyle kıyaslamayın.”

İlk bakışta iyi niyetli bir öneri gibi görünse de insan ilişkilerindeki temel bir gerçekliği göz ardı ediyor.

Bebek, annesinin memesine ve sütüne sahip olmadığını fark eder. Koşmaya yeni başlayan çocuk, babasının onu yürüyerek geçtiğini deneyimler. Çocuk, oyunlarda arkadaşlarına yenilir, yetişkinler ise farkında olmadan çocukları yarışlarda geçer. İnsanlar ilişkilenirken, kaçınılmaz olarak kendilerini ötekilerle karşılaştırırlar. Bu karşılaş(tır)ma, kendini ve ötekini fark etme sürecini, dolayısıyla da karşılaştırmayı beraberinde getirir. Öyle ki, insan ilişkilerinde karşılaştırma olmadan bir etkileşim düşünülemez.

Ancak bu, karşılaştırmanın sürekli bir rekabet ya da düşmanlık içermesi gerektiği anlamına gelmez. Karşılaştırma, modern toplumun dayattığı gibi bir yarış ya da değer ölçütü olmaktan öte, çocuğun hayatına realitenin girmesini sağlar. Örneğin, bir çocuk, ablasının musluktan su alabileceğini ya da ayakkabısını bağlayabildiğini gördüğünde, doğal olarak bir farkındalık yaşar. Bu farkındalık, çocuğun kendi becerilerini geliştirmesi için bir motivasyon kaynağı olabilir. Burada önemli olan, bu karşılaştırmaların çocuğu değersizleştirmek ya da aşağılamak amacıyla yapılmamasıdır.

Bir oyunda yenilmek, çocuğun aptallığını; bir sınavda yüksek not almak da dâhiliğini kanıtlamaz. Karşılaştırma, çocuğun hayatındaki başarıları ve başarısızlıkları gerçekçi bir şekilde anlamasına yardımcı da olur.

Ayrıca, bireylerin kendilik algısı, başkalarının farklılığını fark etmeleriyle başlar. Bu fark ediş, karşılaşma ve karşılaştırma yoluyla mümkün olur. Ötekini anlamak ve onunla ilişki kurmak, bu farklılıkların kabulü ile gerçekleşir. Bu nedenle, karşılaştırmayı tamamen reddetmek, çocuğun gerçekliği deneyimlemesini engellemek anlamına da gelebilir.

Sonuç olarak, ebeveynlerin ve eğitimcilerin çocukları kıyaslama biçimi önemlidir. Amaç, çocukları değersizleştirmek ya da yarışa zorlamak değil, onların gerçeklikle sağlıklı bir şekilde ilişki kurmasına yardımcı olmaktır. İnsan ilişkileri, karşılaşma ve karşılaştırmadan bağımsız düşünülemez; önemli olan bu süreci destekleyici ve yapıcı bir şekilde yönetmektir.

Bazen bazı psikologların söylediklerini ciddiye almayın yani...

“Güvenin olmadığı yerde yaşam anlamını bulamaz. Yaşamının anlamlı olmasına kendini adamış cesur insan iki şeyden vazgeçmez: Dostlarını koşulsuz güvendiği insanlardan seçmek ve kendi gözünde güvenilecek bir insan olmak.”

Ancak bu söylem, psikoanalitik açıdan ele alındığında problemli ve yüzeysel görünebilir. Popüler psikoloji, akıl vermeyi, yol göstermeyi ve teselli etmeyi tercih ettiği için geniş bir kitleye hitap eder. Ancak güven veya güvensizlik gibi karmaşık sorunlar, basit kararlarla ya da önerilerle çözülemez. Örneğin, “Bugünden sonra güvenilen/güvenen biri olacağım” diyerek güven sorunları aşılmaz. Güvensizlik, özellikle travma sonrası ortaya çıktığında, insanın temel güven duygusunu (Erik Erikson’un ifadesiyle) derinden sarsar. Bu tür bir örselenme yaşamış birine “cesaret” ya da “dostlarını dikkatle seç” önerisi anlamını yitirir. Güven sorunuyla terapiye gelen birine öneriler sunmak yerine, bu güvensizliğin köklerine inmek ve terapide onarıcı bir deneyim sağlamak gerekir. Asıl önemli olan, hastayla güvenli bir ilişki kurmaktır. Güvensizlik, ancak bu güven ilişkisinin kurulması geçilebilir ve bu ilişkinin terapinin dışındaki ilişkilere de aktarılarak sürdürülmesiyle de aşılabilir.

Özgüvenin eksik olduğu bir durumda, bireyin başkalarına güvenebilmesi de zordur. Güven ilişkisinin sağlıklı bir şekilde kurulması, bireyin kendisiyle........

© Artı Gerçek