Faşizm neden ayartır (2)
Birçok ülkede faşizm dalga dalga yükseliyor. Faşizmi ve insanların neden faşist olduklarını anlamak için — ne kadar rahatsız edici olursa olsun — bir tür profesyonel empati geliştirmek gerekiyor. Bu empati, faşizme hak vermek değildir; faşizmin nasıl işlediğini, hangi duyguları sömürdüğünü, hangi ihtiyaçlardan beslendiğini anlayabilmek için gerekli bir analitik mesafedir. Fakat bu çaba çoğu zaman “faşizme empati” gibi yanlış anlaşılır. Oysa faşist özneyi anlamak, onun ruhsal düzeneklerini çözmek demektir. Örneğin bir Alman’ın kendisini üstün ırka ait hissetmesi, sadece bir övünme biçimi değildir; aynı zamanda bir dizi psikolojik işlev taşır: Kifayetsizlik duygusunu bastırır, birey, kendi yetersizliklerini görmez; onları “ırksal büyüklük” perdesiyle kapatır, gerçek başarıya gerek kalmadan başarı hissi üretir. Ve somut bir üretim ya da performans olmadan, yalnızca kimlik üzerinden bir üstünlük duygusu yaşanır. Başka bir mesele de bu tür faşist söylemlerin kitleyi çocuklaştırmasıdır. Üstünlük, düşünmeyi, sorgulamayı, hak etmeyi gerektirmez; tıpkı çocuğun ailesinin başarısıyla övünmesi gibi, birey de “ırkın” başarısıyla övünür. Bu tür ırkçı sloganlar karmaşık olduları basite ve herkesin anlayabileceği düzeye çeker ve bu, liderle özdeşleşmeyi de kolaylaştırır. Faşist lider, “milletin bedenleşmiş üstünlüğü” olarak sunulur. Böylece lider eleştirilemez hâle gelir; liderle özdeşleşen kişi kendini de mutlak doğru konumunda hisseder. Bu nedenle faşist narsizm aynı anda hem kırılgan hem saldırgandır. Üstünlük iddiası ne kadar gürültülüyse, içteki kırılganlık da o kadar derindir.
Kendini üstün hisseden kişi aslında bir türlü rahatlayamaz; sürekli tehdit bekler, sürekli tehdit edilmekten korkar. Faşist öznenin dünyası bu yüzden hep tehdit fantezileriyle doludur: “Bize saldırıyorlar, bizi kıskanıyorlar, bizi yok etmek istiyorlar…” Dolayısıyla ırkçılık, aynı anda hem övünen hem korkan hem büyüklenen hem öfkelenen bir ruh halidir. Üstünlük duygusu, kırılganlığı saklamak için bir zırhtır; fakat zırh kalınlaştıkça korku da büyür. Benzer bir mekanizma, “Bir Türk dünyaya bedeldir” söyleminde de işler. Bu cümle, yalnızca bir milliyetçi slogan değil; aynı zamanda bir ruhsal savunmadır: Kollektif özgüvensizliği, tarihsel yaraları ve bastırılmış kırılganlığı “büyüklük fantezisi” aracılığıyla telafi etme çabası.
Kaşıntı Metaforu: Sürekli Uyarım, Sürekli Kriz
Farz edelim ki insanın vücudunda bir kaşıntı var. Kişi kaşıdıkça geçeceğini sanır, fakat kaşıdıkça kaşıntı çoğalır. Faşist propaganda tam olarak bu yöntemi izler: Sürekli sorunu kaşımak, sürekli kaşımak, ama asla iyileşmesine izin vermemek. Kriz, kaygı, tehdit ve nefret sürekli çoğaltılır. Bugün insanlık tarihsel olarak görülmemiş bir refah seviyesinde: eğitim, sağlık, beslenme, seyahat, kültürel çeşitlilik, teknoloji… Ama faşist propaganda negatif bir dünya yaratarak kendisine alan açar. Kötülük anlatısı, “çevrili olduğumuz düşmanlar” imgesi, sürekli kriz retoriği faşizmin oksijenidir.
Faşizmin en büyük tahribatlarından biri, şiddet ile hoşgörü arasındaki mesafeyi yok etmesidir. Şiddet, yavaş yavaş meşrulaşır. Irkçı anlatılarda dinlerdeki gibi bir “altın çağ” fantezisi vardır: Gelecek, geçmişin bir taklidi olarak sunulur. Yani gelecek inşa edilmez; geçmiş geri çağrılır. Bu, psikoanalitik düzeyde toplumsal bir regresyon — çocuksu, idealize edilmiş, tarihsel olmayan bir “bütünlük” fantezisidir.
Faşist anlatılar sürekli cinsellikle süslenir. Öteki cinselleştirilmiş bir tehdide dönüştürülür: mesela “tecavüzcü göçmen”, “çocuklara saldıran yabancılar”, “namusu kirleten ötekiler” … Bu anlatılar bir yandan halkın tepkisini tetikler, diğer yandan faşist liderin koruyucu-baba rolünü güçlendirir. Faşizm burada hem korkuyu artırır hem de bu korkuyu yönlendirecek tek otorite olduğunu ilan eder. Bu mekanizma amacı: Ötekinin cinselliği şeytanlaştırılır; kendi cinselliği idealize edilir, saldırganlık ve korku bir arada tutulur; beden, siyasal bir savaş alanına dönüştürülür. Faşist liderin söylemi bu nedenle sık sık pornografik bir şiddet, ahlakçı bir nefret ve sadistik bir haz arasında gidip gelir.
Faşizm ayartıcıdır ve kaçınılmaz bir ilgi doğurur
Bu kadar yıkıcı, zalim ve insanlık düşmanı bir rejime yönelen ilgiyi anlamak zorundayız. Kendi kendini de yok eden, yok ederek var olan bu irrasyonel düzeni yalnızca ahlaki bir çöküş olarak görmek yetersiz kalır. Faşizmin sosyolojik, psikolojik ve psikoanalitik açıklamaları elbette vardır; ancak bunlar tek başına tam bir açıklama sunmaz. Çünkü faşizmi mümkün kılan en önemli faktörlerden biri de ekonomidir.
Götz Aly, Hitlers Volksstaat (2005; Hitler’in Halk Devleti) adlı çalışmasında Nazizm dönemini detaylı şekilde inceler ve oldukça rahatsız edici bir gerçeği ortaya koyar: Alman burjuvazisi, orta sınıf ve geniş halk kesimleri faşizmden ekonomik olarak kârlı çıktılar. Savunma Sanayii diye adlandırılan savaş endüstrisi her yıl yeni rekorlar kırıyordu. İşsizliğin ve ekonomik buhranın zirve yaptığı bir dönemde Hitler’in “İş, iş, iş!” (Arbeit, Arbeit, Arbeit) sloganı yalnızca propaganda değil, fiili bir ekonomik vaatti. İktidarının ilk yıllarında savaş endüstrisinin hızla genişlemesi nedeniyle işsizlik kayda değer biçimde azaldı. Kitabın en vurucu bölümlerinden biri “Gefälligkeitsdiktatur” başlığını taşır. İshay Landa’nın, Faşizm ve Kitleler (2023) adlı kitabın çevirmeni Utku Özmakas bu kavramı “rızaya dayanan diktatörlük” olarak çevirmiş. Bu kavram, faşizmin sadece korkuya dayanan bir rejim olmadığını; aynı zamanda rıza, çıkar ve ekonomik avantaj üzerinden de kendisini yeniden ürettiğini gösterir. Faşizm günümüzde de benzer bir mantıkla işler: Rızayı satın alır. Kadrolaşma, yandaş yaratma, kamu kaynaklarını belirli gruplara dağıtma, insanların mallarına çökme, mülksüzleştirme… Faşizm yalnızca şiddetle değil; aynı zamanda insanların zaafları, beklentileri ve çıkar ilişkileri üzerinden kendine alan açar. Yani faşizm bir tedarik ekonomisi kurar: “Yanımda durursan kazanırsın.” Bu yüzden faşizm, toplumsal yapıda sadece korku üretmez — aynı zamanda imkân dağıtır, ayrıcalık sağlar, insanların maddi hayatına dokunur. Bu ekonomik ilişki, faşist düzenin sürekliliğini sağlayan en güçlü bileşenlerden biridir. İmroz Gökçeada olurken mülk de el değiştirmiştir… Aynı şey Cunda Alibey Adası olduğunda da yaşanmış mıdır? Ermeni, Rum mallarının dökümü çıkarılmaz bu ülkede… Maraş Olayları’ndan sonra Alevilerin/solcuların malları kelepir fiyatına faşistlere sermaye olmuş mudur? Götz Aly’nin “Gefälligkeitsdiktatur” kavramı, sadece maddi rızaya değil, bilinçdışı düzeyde haz üretimine de işaret eder. Faşizm insanların: korkularıyla, saldırganlıklarıyla, kıskançlıklarıyla, güç fantezileriyle, aidiyet arzularıyla oynayarak haz üretir. Faşist özne yalnızca ekonomik olarak değil, duygulanımsal olarak da bu düzenden beslenir.
Aslında faşistler yolsuzluğu yolsuzluk, hırsızlığı da hırsızlık olarak görmezler. Jason Stanley’nin Wie Faschismus funktioniert (2024, 2. basım) eserinde vurguladığı gibi, faşist ideolojide ahlaki kategoriler kutsal davaya göre yeniden........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin
Daniel Orenstein