menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

LONDRA VE ÇEVRE İZLENİMLERİM

18 1
22.09.2025

Torunların hatırına birkaç aylık aralıklarla Londra’ya gitmek gerekiyor. Vize almak aslında zor değil; fakat işlemler hem pahalı hem de zahmetli. Kızım sayesinde belki de son beş yılda meraklı bir İngiliz kadar bu ülkeyi gezdiğimi söyleyebilirim. Ancak vize dâhil kızımın evine ulaşma mücadelesi, bende adeta malum televizyon kanalındaki “Survivor” yarışmacısı hissini uyandırıyor. Özellikle belirli bir yaştan sonra ucuz biletli uçak yolculukları ve aktarmalar giderek yorucu bir rutine dönüşüyor. Bu deneyimler, ülkemizde statü ve paraya sahip olanların ne kadar ayrıcalıklı bir konumda bulunduğunu da her defasında hatırlatıyor.

Yazılarımda sıkça Londra’da, havalimanından itibaren farklı etnik grupların çokluğuna ve bunun ülkenin emperyal geçmişini bugüne nasıl yansıttığına değinirim. Bu kez benzer görüntüler bana “İngiltere İslamlaşıyor mu, ama nasıl?” tartışmalarını anımsattı. Radikal akımların bu ülkede karşılık bulup bulamayacağını, Anglo-Sakson toleransının buradaki Müslüman cemaatler üzerinde doktriner ya da davranışsal bir etkiye sahip olup olamayacağını düşündüm.

Kalacağım günler sınırlı olduğu için kızımın önerisiyle daha önce görmediğim iki önemli mekâna gittik: Kew Garden ve Londra Kalesi. Kew Garden uçsuz bucaksız bir botanik parkı. Dikkat çekici olan husus, buranın bin yılı aşan tarihinde prensesler ve elitlerin düzenli katkılarıyla şekillenmiş olmasıdır. Bu kültürde bahçe oluşturmak yalnızca bir estetik ve sanat anlayışı değil, aynı zamanda bir otorite göstergesidir. Dünyanın farklı bölgelerinden bitki örnekleri getirmek, zamanında elitler arasında adeta bir rekabet alanına dönüşmüştür. Bizde ise şehzade ve beylerin bahçe ve estetik düşkünlüğünden söz etmek zordur; çünkü bizim elitler hiçbir zaman merkezi otoriteden bağımsız olamamışlardır.

Londra Kalesi ise yalnızca bir kale değil, dokuz yüzyıllık küçük bir şehir görünümündedir. Belki de burası, II. Dünya Savaşı dâhil İngiliz tarihinin yaklaşık 850 yıllık hikâyesini taşır. Tudor hanedanından Anne Boleyn ve VII. Henry’ye kadar tüm trajediler burada yansır. Tudorlar dönemindeki taht kavgaları, Osmanlı’daki benzer trajedilerden az değildir; hatta kimi yönleriyle daha da fazladır. Prensler, prensesler, çocuklar ve danışmanlar “taht oyunları” ya da bizim deyimimizle “devlet bekası” uğruna sıkça katledilmiştir.

Dikkatimi çeken hususlardan biri de Tudor döneminde kralların danışmanları, din adamları ve siyasetçileri........

© Antalya Son Haber