ÇAY
Biz Türkler çaysız yapamayız. Bizde çay o müthiş tadına ve keyfine ilave olarak sosyal bir olgudur, en sadık sohbet arkadaşı olmasının yanı sıra hem dostluğun hem de küskünlüğün ilan vesilesidir. Dost elinden içilen bir bardak iyi demlenmiş çayın derdini hafifletmediği bir kimsemiz olmadığı gibi birisi evinize geldiğinde canınız onu kovmak ve küsmek isterse çay ikram etmezsiniz olur biter, başka herhangi bir şey yapmanıza gerek kalmaz. Hedefinizdeki kişi kendiliğinden kalkar gider ve uzunca bir süre evinizin yakınından bile geçmez.
Tadıyla, kokusuyla, içimiyle öylesine bizden bir şeydir ki çay; bendeniz de çay tohumlarımızı Orta Asya’ dan gelirken çıkınlarımızda getirdiğimizi sananlardandım, meğer gerçek çok başkaymış. 1900’lerin başına kadar çoğumuzun çaydan haberimiz bile yokmuş, bizler kahve içermişiz. Öyle gün boyu elimizin altında dolu bir bardak falan da olmazmış, günde en fazla bir veya iki minnacık fincan kahve... Ancak zenginler istedikleri kadar kahve içebilirlermiş. Yemen'den gelen kahveler Kurtuluş savaşından sonra ekonomik zorluk içindeki milletimize pahalı gelmeye başlayınca Atatürk çok daha ucuz olan çayın yaygınlaşması için çalışmalara başlamış. 1924 yılında devlet tarafından Rize'de çay yetiştirilmesi konusunda bir yasa çıkarılmış. 1930'larda Gürcistan'dan 70 ton siyah çay tohumu alınmış ve Rize’ den başlayarak çay hepimizi sarmış gitmiş. Meğer bize çayı da Atatürk getirmiş.
Benim çocukluğumda “kaçak çay” sevdası vardı. Sınırın öteki tarafında satılan ve bizim sınırdan kaçak........
© Anayurt
